Sıkıntı, zorluk, zahmet ve meşakkatle geçen hayatı kendisine yüklenmiş bir eziyet olarak gören insan, başarıya giden kapıyı kapatmış demektir. Zirvelere uçarak değil çıkarak çıkılır. Basamaklar tek tek çıkılır. Başarıya çiçekli yollardan ulaşılmaz. Kışın zahmet ve soğuğu görülmeden, gecenin karanlığı yaşanmadan gündüze ve bahara kavuşulmaz.
Kimi çocuk denecek yaşta yetim kaldı, kimi anne ve ya babasını küçük yaşta kaybetti. Kimi sokaklar onun için mesken oldu. Kimi anne ve babasını hiç tanımadı. Kimi açlıktan bayıldı.
Bir çok insanın göremediğini onlar gördüler. Kimi hayatı kazanmak istedi kimi de yaşamak istedi.
Nice insanlar geçti ömür kervanımızdan, tanıyamadık. Defineye malik viraneler gibi yaşadılar hayatı, fark etmedik, ya da fark ettirmediler, fark edilmek istenmediler. Geniş dünyalarında mutlu yaşadılar. Aşkı ve sevgiyi şehvette ve şehvetle değil, manada aradılar. Parayı kazandılar ama zengin olmadılar. Para her şeyi yapar dediler ama para için her şey yapmadılar. Belki çok şey kaybettiler ama itibarını kaybetmediler. İş karası oldular ama yüz karası olmadılar. Su her kiri temizlerdi ama yüz karasını temizlemezdi, bunu bildiler. Dürüst düşündüler, dürüst davrandılar, ama önce kendilerine saygı duydular.
Amerika Cumhurbaşkanlarından Andrew Johnson hayatı zorluklar içinde geçmiş, kenar semtte oturan sıradan bir terziydi. Ama dürüst ve işini iyi yapan bir terziydi.
Çanakkale savaşında cebinden çıkardığı eşi ve yavrusuna ait bir resmi koklayıp öpen, göz yaşı döken bir İngiliz askerini kurşunların altından çekip alan ve yarasını saran şerefli Mehmetçiğiz, dürüstlüğün sembolüdür. Çanakkale’ de ölen yabancı askerler için: “merak etmeyiniz bunlar da bizim evlatlarımızdır, anıtları en iyi şekilde muhafaza edilecektir” diyen atalarımız dürüstlüğün en güzel örneğini göstermişlerdir.
Doğunun ve batının düşüncede devleşmiş insanları vardır. Başarıyı yoklukta bulmuşlar ve yaşamışlardır.
Hipokrat; Yunanlı meşhur tıpçıdır. M.Ö. 460 yılında Yunanistan’da doğmuştur. Babası da hekimdir. Tarihte bilinen ilk tıp okulunu kurmuştur. Zatürre ve sara hastalığının belirtilerini ilk tespit eden hekimdir. Hipokrat yemini; “Şifa verici Allaha and olsu ki” diye başlar.
Gazali;“Kendi kendime üç şey için yemin verdim” der. 1-Padişahların huzuruna girmeyeceğim. 2-Padişahların bana vermek isteyecekleri hediyeleri kabul etmeyeceğim. 3-Hiç kimse ile münakaşa etmeyeceğim.
1058 yılında İran Horasan Gazele köyünde doğmuştur. Ailesi fakirdi. Babası Muhammed ilim görmek istemiş ama yoksulluğundan yapamamıştı.
Alfred Nobel; Ailesinin hayatı borç içinde geçti. Bir parça ekmeğe muhtaç hale gelen babası ben mahvoldum diyerek isyanları oynamıştı. Kendisi için asık suratlı adam, ruhsuz gaddar adam diyorlardı. Nobel ödülünü o başlattı. Öldüğü zaman 350 patentin ve dünyanın dört bir yanında binlerce çalışanı olan şirketlerin sahibiydi. 1833 te Rusya da Stockholm7 da doğdu. Fakir bir ailenin çocuğuydu. 1865 te 32 yaşında dinamiti buldu. Bütün servetini ödül uğruna bağışladı. İsveç kralı bu fedakar adama kafadan çatlak demişti. O kadar servet bağışlanabilir değildi çünkü. Ama Nobel ödüllerinin önünü açmış oluyordu. Bunlar fizik, kimya, tıp, edebiyat, barış ve ekonomi ödülleri oluyordu. İlk Nobel 100 yıl önce “X” ışınlarıyla Wilhelm Röntgen kazanmıştı. Alfred Nobel 1896 da San Remo’ da ki evinde vefat etti.
Abraham Lincoln;Sefalet içinde bir evde doğdu. 10 yaşında annesini ve kız kardeşini kaybetti. Fakirlikten ev kirasını veremediği için avukatının yazıhanesinde masanın üzerinde uyurdu. “Midemin açlığını kuru mısır ekmeğiyle bastırırken, ruhumun açlığını ödünç aldığım kitapla giderirdim. Bir çiftlikte tarlada işçi olarak çalışırken de kitap okurdum. Bir bakkalda çıraklık yaparken de…” 1809 da Kentaky da doğdu. İki odadan oluşan, yerlerin toprak olduğu, pencerelerin naylon ve bez parçalarıyla örtülü perişan bir evde yaşadı. Okula gidecek paraları yoktu. 1 yıl devam edebildi. Bu süre içinde evde kömür parçalarıyla tahtalara yazarak okuma yamayı öğrendi. Geceleri mum ve alev ışığında kitap okuyordu. Bir mahkemede bir avukatın hitabet ve müthiş müdafaasına şahit olur. Mahkeme biter, Lincoln avukatı tebrik etmek ister. Ne var ki avukat, karşısında ki bu fakir görünümlü adama elini vermez. Lincoln 20 sene sonra Amerika Cumhurbaşkanı olduğunda aynı avukatla karşılaşır, o zaman ki yaptığı müdafaadan dolayı yine tebrik eder avukatı. Çok yoksul ve fakir olmasına rağmen dürüstlüğü hiç terk etmedi. “İnsanlara adaletle davranmayı Türklerden öğrenmeliyiz, Müslümanlardan öğrenmeliyiz” demişti. Amerika da kölelik 1950 de kaldırılmıştı. O zaman kadar siyahlar beyazlarla aynı otobüse binemiyorlardı. Lincoln’ ün kız kardeşinin kocası Lincoln için: “nereden buldun bu serseri paçavra kılıklı herifi” demişti. Karısı huzursuz, arsı biriydi. Lincoln e kızdığı zaman eline geçeni üzerine fırlatırdı. Unlar Cumhurbaşkanı olmadan öce ki olan şeylerdi. Ama sonradan karısı cezasını buldu. Kafayı sıyırmıştı yani. ABD nin 5.Cumhurbaşkanıydı.
Stephen Hawking;genç yaşta felç geçirir, tekerlekli sandalyeye mahkum olur. Çalışırken vücudu ara sıra tekerlekli sandalyesine yıkılıyor, başını ve yüzünü hiç kontrol edemiyordu. Bu haliyle yüksek lisans yaptı, doktorasını verdi, profesörlüğe kadar yükseldi. Dünyaya son yüz yılda gelen en ünlü fizikçinin ikisi Türk tür, Behram Kurşunoğlu ve Oktay Sinanoğlu. Diğerleri ise Einstein ve Stehing Hawking’dir. Bilgisayar aracılığıyla konuşabiliyordu. Kemikleri kırıldığı için sık sık hastaneye kaldırılıyordu. Yüksek deha olarak kabul edilen bu profesör, sık sık elinde, kolunda ve bileğinde kırıklar oluşuyor, dudakları patlıyor, gözleri morarıyordu. Bu dahi insana Kraliçe Elizabeth tarafından Britanya İmparatorluğu Kumandanı nişanı verildi.
Hamsun;1860 ta Norveç te doğdu. 4 yaşında anne ve babasını kaybetti. Kunduracının yanında çırak olarak çalıştı. İnsanların çantalarını taşıdı. Hamallık yaptı. Soğuk kış gecelerinde barınacak yeri yoktu. Maden ocaklarında taş kırdı. Balıkçılık yaptı. Çiftliklerde hizmetçi olarak çalıştı. Aç olarak sokaklarda yattı. 25 yaşına geldiğinde şansını denemek için A.B.D. gemiyle kaçtı. Tren garlarında çantalar taşıdı, hizmetçilik yaptı, tezgahtarlık yaptı. Ama çalıştığı yerlerde fırsatını bulunca çok kitap okuduğu için kovuluyordu. Haftalarca aç susuz kaldığı oluyordu. Hastalandı. Bir tüccar ona acıdı karnını doyurdu, yol parasını vererek memleketine geri yolladı. Kitap yazdı. Adı Açlık. 1890 da basıldığı zaman yüz binler sattı. 1902 de vefat ettiğinde 92 yaşında bulunuyordu.
Walt Disney;1901 de Şikago da doğdu. Yoksuldu. Gece karanlığının erken saatlerinde kalkar, soğuktan buz tutmuş yollarda kaymamak için zor tutunarak 2-3- km yürüyerek gazeteleri istifler, ayırır, kapı kapı dolaşarak satardı. Fakat bir haftalık kazancı bir gününe yetiyordu. Bir süre ambulans şoförlüğü yaptı. Okula gitmedi ama okuma yazma biliyordu. Karikatür çizimine meraklıydı. Bir gün evinde karikatür çizerken yanında ki fareyi fark eder, oynuyor fare. Ona ekmek verir, aralarında bir dostluk başlar. Disneyin çalışma masasına çıkacak kadar fare ona alışmıştır. Disneyin aklına fareyi çizmek gelir. Çizer ve bu, onu sinema dünyasında en çok izlenen sanatçı ünvanına kavuşturdu ve büyük bir servet sahibi yaptı. Mickey Mouse adını verdi çizgi filmine. Hasılat kırıldı. Tam tamına 8 milyon dolar. 67 yaşında öldüğünde 30 tane Oscar ödülü almıştı. Netice başarı için; o işe odaklanmak, kötü alışkanlıklardan uzak durmakla gelecektir.
Florence Nightingale;1820 de Floransa da doğdu. İçinde bulunduğu ruh hali onu intihara kadar götürecekti. Ölümden başka bir şey arzulamıyordu. İnsanlara faydalı olmayı düşündü. 1840 lı yıllarda hastabakıcılığına başlayarak insanlara faydalı olmaya başladı. 1854 te ki Kırım savaşında 38 kişilik kadroyla İstanbula gelmiş, yüzlerce hastanın duasını almıştı. Üsküdar da ev tutarak burayı çamaşırhane haline getirdi. İngiltere den getirttiği 27 bin gömleği hastalarına kullanıyordu. Savaş sebebiyle ölüm oranları %40 dan %5 lere düşmüştü. Halkın kendisi için topladığı 50 bin İngiliz lirası parayla Nightingale Hemşirelik Okulunu kurdu. Nightingale İngilizcede Bülbül anlamına gelmektedir. Yaklaşık 10 yılını hastabakıcılıkla geçirdi. 1953 yılında Londra da ki Hastabakıcılık Enstitüsünün başına geçme teklifi aldı. İstanbul da adına hastane bulunan Florance Nightingale, 1910 yılında öldüğünde 90 yışında bulunuyordu.