ÖNCEKİ gün yazdım, “Açıkhava’da hep aynı yıldızlar mı geçit yapacak” diye.
Ardından da “alternatif yıldızlar” kadromu açıkladım.
“Yavuz Bingöl ile Özhan Eren”i ikili olarak alternatif kadronun içinde saydım.
Neden mi?
Şundan dolayı:
İki sanatçı, Türkiye’de siyasi cepheleşmelerin en yoğun olduğu zamanlarda bile “işbirliği” yaptı.
Bağırmadan, altını çizmeden, vurgulamaya bile gerek görmeden...
Özhan Eren o çok sevilen “Kara Tren” türküsünü Yavuz’a verdi.
Yavuz da türküyü resmen havalandırdı.
Ardından yine benzer bir işbirliği:
Özhan Eren, “Turnalara tutun da gel” şarkısını Yavuz’a teslim etti.
Yavuz, o şarkının da hakkını verdi.
* * *
Ben iki sanatçıyı da tanıyorum:
Özhan Eren’le yıllarca aynı televizyon kanalında çalıştık. Yavuz Bingöl de epey bir zamandır “dostum” oldu.
Özhan Eren de, Yavuz Bingöl de...
Dünya malına değer vermeyen, vicdanlarını her şeyin üstünde tutmasını beceren derviş sanatçılar geleneğinin son halkasını temsil ediyor.
Birbirlerinden farklı düşünüyorlar, farklı yerdeler.
- Özhan Eren AK Parti için seçim şarkısı yaptı. O şarkı, muhalifler tarafından bile “seçim kazandıran şarkı” diye nitelendiriyor. Hâlâ dillerde.
- Yavuz Bingöl ise hep solcu oldu. CHP’ye yakın durdu. Fabrikalarda ücretsiz konserler verdi. İktidarı eleştirdi. Ama herkes ondan türkü dinlemeyi sevdi, seviyor.
Yani...
“Yavuz Bingöl ile Özhan Eren neden birlikte konser vermiyor?” diye soruluyorsa...
Böyle bir sebebi var.
Laf olsun diye söylenmedi o söz...
* * *
Bu girizgahın ardından gelelim asıl meseleye...
Dün Yavuz Bingöl aradı ve şöyle dedi:
“Neden Yavuz Bingöl ile Özhan Eren konser vermiyor demişsin... Sana bilgi verelim istedik: Şu anda Özhan Eren’le birlikteyiz. Birlikte Kuruçeşme Arena’da bir konser vermek istiyoruz”.
Sonra telefonu Özhan Eren aldı.
O da “Bir umut ateşi yakmak istiyoruz. Ankara’da, Konya’da, İzmir’de, Kayseri’de birlikte konserler vereceğiz. Amacımız kardeşlik için ellerin uzatılmasına katkı sağlamak” dedi.
Bir ay boyunca verecekleri konserler için Yavuz, “Tren gelir, hoş gelir” ismini önermiş.
Özhan Eren ise “Umudun olsun yeter” ismini atmış ortaya...
Sonuçta “Umudun olsun yeter”de karar kılmışlar.
Kısacası...
Aynı evin içinden iki ayrı pencereden dünyaya bakan iki sanatçı barış, kardeşlik ve umut meşalesini yakacak.
Sanırım bana da bu kutlu yolculuk için “küçücük bir işaret fişeği çakmış olma”nın gururu kalacak.
Seçim sonrası özlü sözler
- “Rakının yenisi olur CHP’nin olmaz”. Kemal Anadol-En hızlı Kılıçdaroğlu muhalifi...
- “Yemin edeceğiz ama sözümüzde durmayacağız”. Şerafettin Elçi-BDP’nin en karizmatik bağımsızı...
- “Üçümüz şimdi birbirimize takacağız”. Hurşit Güneş-Kocaeli’nin üç CHP’li milletvekilinin birbirlerine rozet takacağını anlatıyor.
- “Devlet Bahçeli’yi annesi Kadir Gecesi’nde doğurmuş, yeniliyor ama kimsenin gıkı çıkmıyor”. Ozan Arif-Ülkücü camianın ünlü ozanı...
Hüseyin Besli ‘bir numara’ oldu
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan, milletvekili oldu. Medyayla ilgili danışmanı Nabi Avcı da milletvekili oldu.
Ve dün önemli bir gelişme yaşandı:
Yeniden milletvekili adayı gösterilmeyen Hüseyin Besli, “en önemli danışman” pozisyonuna getirildi.
Hem “Konuşma metinlerini yazanlar grubu”nun başında olacak, hem de medya ile ilişkileri yürüten ekibin başında olacak. Başbakan Erdoğan’la sürekli birlikte olacak. Yani bir tür “Vakanüvislik” görevini de üstlenecek.
Yani yeni dönemde...
Hüseyin Besli tabiri caizse “bir numara” konumunda olacak.
* * *
Bu görevlendirmede Hüseyin Besli’nin dengeli ve ağırbaşlı kişiliği, birikimi ve Erdoğan’ın siyasi dilini en iyi bilen isimlerden biri olmasının rolü çok büyük. Ama şunu da atlamayalım:
Bu görevlendirme, Erdoğan’ın vefa duygusunun ne kadar gelişmiş olduğunun da bir göstergesi.
Besli’nin Tayyip Erdoğan’la birlikte çalışmaya başlamasının tarihi çok eskidir.
İl başkanlığı döneminde Besli vardı, Belediye Başkanlığı döneminde Besli vardı, yasaklı dönemde Besli vardı, AK Parti’nin kuruluşunda Besli vardı, birinci ve ikinci iktidar döneminde Besli vardı...
Ve şimdi üçüncü iktidar dönemi...
Besli varlığını, hem de konumunu güçlendirerek sürdürüyor.
* * *
Son bir not: Hüseyin Besli, Ömer Özbay ile birlikte “Recep Tayyip Erdoğan-Bir Liderin Doğuşu” adlı bir kitap kaleme aldı. Tayyip Erdoğan’ın “eski günleri”ni enfes bir dille anlatan kitap, “yüzde 50”yi kavramak açısından hayli yararlı olabilir. Herkese tavsiye ediyorum.
Perihan’ın Ertuğrul’a şirinlik yaptığı günler
PERİHAN Mağden, “köşesini efeler gibi bırakıp gitmiş müdanasız şahsiyet” havası basarak kafa ütülemeyi pek sever.
Bir tür “Ferrari’sini satan bilge” havası basar yani...
Ama aynı Perihan Mağden, arada sırada Taraf gazetesinden kafayı çıkararak, aklının nasıl da sattığı Ferrari’de kaldığını da kanıtlar.
Neyse... Neyse...
Mesele bu değil zaten.
Mesele şöyle bir şey:
* * *
Perihan Mağden, Taraf’taki son kafa çıkarışında...
Ertuğrul Özkök’ün Paris’te Ahmet Kaya’nın mezarını ziyaret edip helallik dilemesi meselesini eksen yapan “hezeyan” halinde bir yazı kaleme aldı.
Ertuğrul Özkök’ten yola çıkan ama önüne gelene bin tekme atan bir yazı.
En çok da Özkök’e saydırdı yazısında:
“Merkez medyanın en kurnaz, en tahripkâr kalemi” diyor.
“Yelloz” diyor.
“Utanmaz” diyor.
“Attığı manşetlerle Ahmet Kaya’nın bir nevi sürgünde ölümüne neden oldu” diyor.
Diyor da diyor yani...
* * *
Perihan’ın hezeyan halinde yazdığı bu yazıyı okuyunca...
Ertuğrul Özkök’ün 2000’li yılların başında yazdığı “Kanvas Pantolonlu Adamlar Geliyor” başlıklı yazısını anımsadım.
Yazıyı buldum.
Şöyle başlıyor:
“Önceki gün Perihan Mağden telefon ettiğinde büromun renklerine bakıyordum. ‘Sizin haftanız başlıyor’ dedi. Önce neyi kastettiğini anlamadım. ‘Küçük fareniz geldi’ dedi. O zaman anladım. Bu hafta Stuart Little filmi başlıyor”.
Dikkat:
Ertuğrul Özkök bu yazıyı yazdığında Hürriyet’te o manşetler atılmış, Ahmet Kaya da sürgünde ölmüştü.
* * *
Düşünün:
Ertuğrul Özkök’ü “attığı manşetlerle Ahmet Kaya’nın bir nevi sürgünde ölümüne neden olmak” ile suçlayan Perihan Mağden, bir bahar sabahı, Ertuğrul Özkök’ün telefonunu tatlı tatlı çaldırıyor.
Bir “cici kız” edasıyla Özkök’e şirinlik yapıyor.
“Sizin haftanız başlıyor Ertuğrul Bey... Küçük fareniz geldi” falan diyor.
Şirinlik yaparken de “Attığı manşetlerle Ahmet Kaya’nın bir nevi sürgünde ölümüne yol açtı” cümlesi aklının ucundan bile geçmiyor.
* * *
Dün sevimlilik yaptığın adama bugün “Ahmet Kaya’nın ölümüne yol açtı” diye saldıracaksın.
Dün “Küçük fareniz geldi Ertuğrul Bey” diye şirinlik yaptığın adama bugün -biraz da o “küçük fareler” nedeniyle- “medyanın yellozu” diye alenen hakaret edeceksin...
Nedir? Ne olmaktadır?
Belki de olayı kavramak için Perihan Mağden’in, Taraf’taki yazıda Özkök için kullandığı “köşe ihsan etmişti / sütun bağışlamıştı” nitelemelerini deşmemiz gerekir.
Ertuğrul’un “köşe ihsan ettiği” günlerde “Sizin haftanız başladı, küçük fareniz geldi” diye şirinlik yapmalar...
Köşenin ihsan edilmeyeceğinin anlaşıldığı günden itibaren ise Özkök’e sistemli bir şekilde her fırsatta çakma faaliyeti.
Ve en sonunda işi “medyanın yellozu / Ahmet Kaya’nın katili” noktasına getirme.
Acaba bu çelişkinin arka planında bir “ihsan edilmeyen sütunun sancısı” yatıyor olabilir mi?