Yıl 1981Konya İmam Hatip Lisesi'ne 3. sınıf öğrencisi olarak geldim. Okullar Pazartesi açıldı ama ben Çarşamba gelebildim köyden. Bir gün sonra ödev yapmadığım için bir öğretmenimden okkalı iki tokat yedim. “Ne oluyor burada?” demeye kalmadı, ertesi gün Türkçe dersinde öğretmenimiz bir soru sordu. Sınıftaki bir arkadaş bilemedi, ben de bildim. İkimizi tahtaya çıkardı ve benden ona bir tokat vurmamı istedi.
Aman Allah'ım! Küçük bir köyden çıkmış, sonra Seydişehir İmam Hatip Lisesi'nde birkaç yüz öğrencili bir okulda 2 yıl okumuş, şimdi de burada üç günlük bir öğrenciyim. Ayağımı basacak yer bulmaya çalışıyorum daha. Ben sınıf arkadaşıma tokat atacağım ha! Bundan kaçındım, ama çaresi yok. Elimi korkak bir şekilde arkadaşımın yanağına dokundurdum. O da yetmedi ve daha hızlı vurmamı istedi. Mecburen biraz daha hızlısını vurdum. Bu arkadaş sonra okulu bıraktı, şimdi görüşmüyoruz. Ama görüşsek bir kez daha teşekkür etmek isterdim kendisine. Çünkü bu olayın intikamını benden almadı. Tamam, suçlusu ben değildim, isteyerek yapmadım. Ama benim çocuk olduğum kadar o da çocuktu.
O yılı bitirdik. Sağı solu tanımaya çalışıyorum. Okulun pansiyonunda kalıyorum. Tanıştığım bir grup arkadaşımın hafta sonları gizlice bir yere gittiklerini öğreniyorum. Bir sohbete gidiyorlarmış. Ben bir yıl sonra onlara dâhil olabilirdim. Burada bir hoca var. Bizim okulda öğretmenmiş. Sohbet yapıp bir şeyler anlatıyor. Ara sıra espri yapıyor, şiirler okuyor. Mütebessim bir çehresi var. O espri yapınca dinleyenler bunun karşısında cıvıklaşıp sulandırmıyorlar. Hafifçe gülümsüyorlar o kadar. Yani son sürat bir edep örnekliği var.
O yıl biz de tanıştık. Geçen her yıl onunla muhabbetimiz arttı. Lise üçüncü sınıfta dersimize geldi. Aynı yıl beraber umreye gittik. Aynı otobüste seyahat ettik. O yılın sonunda emekli oldu. Çok üzüldük, ama problem değildi. Bizim muhabbetimiz ve münasebetimiz devam ediyordu.
Ben liseyi bitirdim, Konya'da üniversiteye başladım. Ancak size tanışma serüvenini anlattığım çok kıymetli hocam Muammer Erden ile münasebetimiz hiç bitmedi. Kaldığımız öğrenci evinde kış yaklaşırken Kandan Süleyman amcayla sobaları kurmaya gelirlerdi. Şimdi ikisine de rahmet diliyorum. Onlar için öğrenci evlerinin sobalarını kurup, sobayı yakmak, eve dumanın çıkmadığını, sobanın çektiğini görmek büyük bir zevkti. Onlar sobayı kurarken biz kendimize göre bir yemek pişirdik. Uzunca bir yer sofrasında beraberce yedik. O günkü esprisini unutamıyorum; “Bu gençlerle evlenen kızlar hapı yuttu. Bunlara yemek de beğendiremezler...”
Sonra ben bodrum katta küçük bir evde kaldım. 3 -4 dirseğin kullandığı alengirli bir şekilde sobamız kurulurdu. Yine Muammer hocam yanımızdaydı. Gençlik ya bize göre çok önemli(!) sorunlarımız vardı. Vakitli / vakitsiz evine gider kapısını çalardık. Hacı annemiz kapının arkasından kim olduğumuzu sorardı. Hocamızla görüşeceğimizi, önemli bir problemin olduğunu söylerdik. Onu yatağından uyandırır, 10 dakika sonra gelir ve bizi dinlerdi. Şimdi düşünüyorum da “Be mübarek adam! Bir kez olsun bize bu vaktin ziyaret için uygun olmadığını söyleseydin ya... Bir kez olsun yüzünü hafifçe ekşitseydin ya... Ertesi gün ne zaman gidileceği konusunda kendimize bir çeki düzen verseydik ya...” O bunları hiç yapmadı. Biz de o gençlik yıllarımızda bu zarafeti düşünemedik.
Okul bitti öğretmenliğe başladık. Her yıl yaz tatiline gelince ailecek ziyaret ettik. Arada bir telefon ettik. İçinden çıkamadığımız, karar vermekte zorlandığımız mevzularımız oldu. İlk müracaat yeri yine hocamdı. Ondan akıl aldığım, onunla istişare edip karar verdiğim hiçbir konuda sonra pişmanlık duymadım. Dünyayı ve hayatı tanıyan bir insandı. Çok yönlü düşünmeyi severdi.
Yıllar sonra Afrika görevim gündeme geldi. Kendisiyle istişareye gittim. Önce dinledi, düşündü sonra da kafasını kaldırıp “Evlat! Ailen, çocukların burada kalacaksa çok zor olur. Gitmesen mi ne!” dedi. Sonra biraz daha durdu ve “Sen gitmesen, o gitmese kim gidecek? Gitmek de lazım” diye devam etti. İkinci defa Burkina Faso’ya gideceğimde yeniden önünde diz çökmüştüm. Bana izin vermedi. Dayanamayıp “hocam bunları bize size öğretmediniz mi?” dedim. Gülümsedi ve “haklısın evlat da buradaki çocuklarına da kıyamıyorum işte” demişti. Eh baba ya! Hepimizi düşünürdü.
Oysaki kendisi emeklilikten sonra iki emeklilik süresi kadar daha değişik Kur'an kurslarında yönetici olarak bulunmuş, bununla da yetinmemiş ve o yaşlı halinde bir süre Kırım’a gitmişti. Kırım hatıralarını anlatırdı bize. Kırımdaki Müslümanlara ait çok özel bilgileri dinlemiştik ondan. İstirahat etmeyi kabre saklamıştı. Onun istirahat zamanı işte şimdi başlamış oldu.
Burkina Faso’dan yanında internetli telefonu olan bir dostumun olduğunu anlayınca arar ve hal hatır sorardım. İlk sorusu “Ne zaman geleceksin? Hadi çabuk gel artık” derdi. Görevi bitirip döndüm. Lakin hasta olduğunu öğrendim. Bu süreçte çok da görüşemedik. Kısa bir hastane ziyaretine gidecektim. Bir türlü bırakmak istemedi beni. Bana şiirler okudu, hadis-i Şerifler okudu. Sanki muhabbet etmeyi özlemişti. Babamdan sonra babam gibiydi. En önemlisi de bana aşkı aşılayan adamdı.
Dün bana aşk aşılayan adamı toprağa verdik. Bir yanım eksik kaldı. İçinden çıkamadığım ve zorlandığım bir mevzu olursa gidip istişare edeceğim o aşkın adamı kaybettim.
Vasiyeti neydi bilir misiniz? “Evlat! Eğer bizim yaptıklarımızdan bir fazlasını yapmazsanız size hakkımı helal etmem...” Onun yaptıklarını yapamadım. Çok da yapılacak gibi görülmüyor.
Çünkü ben onun yetiştiği ve yaşadığı şartları da biliyor.
Dua ediyorum, dua bekliyorum...
Kabri cennet bahçesi olsun Muammer hocamın.