Bakü notlarım

xxxx111

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, konukların yanında, "En son buraya ne zaman gelmiştiniz?" diye sordu. Parmak hesabıyla sekiz yıldır Bakü'ya yolumun düşmediğini çıkardım. "Değişiklik ne kadar muazzam değil mi?" dediğinde cevabım zaten hazırdı: "Her bakımdan yepyeni bir kent olmuş burası..."

Bakü benim defterimdeki İzmir'e benzeyen iki kentten biridir. Selânik hadi neyse, ama Azeri başkentine tepeden baktığımda hep biraz daha mahçup, biraz daha ihmal edilmiş, biraz daha tozlu bir İzmir görür gibi olurdum. Bu defa İzmir kadar canlı ve mağrur göründü Bakü gözüme...

Kente kişiliğini katan bildik binaların hepsi yerli yerinde duruyor; tahrip etmemiş, elden geçirmişler... Buna karşılık merkezde pek çok yeni bina var. Bakımlı hale getirilmiş eski ile eskiyi yoketmeyi amaçlamayan yeni yanyana, pek bir anlamlı olmuş Bakü kenti...

Eskiden caddelerinde köhne otomobiller dolaşır, taksi işareti olmayanlar bile, kalkan elinize, hemen önünüzde durarak cevap verirdi. Önemsiz birkaç kuruş mukabili her araç sahibi sizi istediğiniz yere ulaştırmaya hazırdı. Artık öyle değil. Hem araçlar yenilenmiş, hem de taksi dışındakilerin etrafla ilgilendiği yok... Bu sebeple, yerli halkın, "Türkiye'den geldim" diyene, "Bizler kardaşız, senden para almam" diye mukabeleye devam edip etmediklerini bilebilecek durumda değilim.

Fiyatların tavana vurduğu bir ortamda kimsenin cömertlik göstereceğini sanmıyorum doğrusu... Hemen bütün lüks mağazaların birer şubesi var ve ünlü markaların hepsi bulunuyor. Bütün uluslararası otel zincirleri gelmiş, kimi otelin inşaatı devam ediyor. Her köşe başı banka şubesi. Çarşı-Pazar dolaşma fırsatım olmadı, ama buraya yerleşik bir dost, "Bildiğin fiyatları bazen ikiyle bazen de üçle çarp uyarısında bulundu.

Ülkenin para birimi Manat bir zamanlar o kadar değersizdi ki, nice geziden artan bir sürü Manat var evde. Banknotları değiştirmeselermiş, o paralarla bugün zengin sayılabilirmişim. Sebebi basit: 1 Manat artık 1 Euro değerinde; Dolardan ve TL'den daha değerli...

Aradan bunca zaman geçse de Azerilerin Türkiye'ye ve insanlarına hoş gözle baktıklarını biliyorum.

Bayağı yaşlı bir Azeri ziyalısı (buralılar 'münevver' anlamına kullanıyorlar bu sözcüğü), "Bizler çocukken, anne-babamız, 'Göreceksiniz Türkler yine gelecek' derlerdi, nihayet perde kalktı ve geldiniz; keşke anne-babam da bugünleri görseydi" dedi.

İşgal altına düştüğünde Azerbaycan, Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa, Kafkas İslâm Ordusu oluşturarak Azerilerin yardımına koşmuştu. 29 yaşındaydı. Geldiğinde camiye de uğramış ve bugün bile hatırlanan cesur bir hutbe irat etmişti. Cumhurbaşkanı Gül Azeri Şeyhülislâm Allahşükür Paşazade'yi Teze Pir Mescidi'nde ziyaret ettiğinde, binanın bir köşesinde duran minber "İşte Nuri Paşa'nın hutbe okuduğu yer" diye gösterildi.

Şaşıranlar olabilir, ama o dönemin paşaları dini konularda geniş bilgi sahibiydiler. Mustafa Kemal Paşa da, İstiklal Savaşı sırasında Balıkesir'deki Zağnos Paşa Camii minberine çıkıp "Dinimiz en ekmel dindir" diye başlayan o ünlü hutbesini okumamış mıydı? Askerin o geleneği çok yakın dönemlere kadar devam etti. 1970'lere kadar, bazı generallerden söz edilirken, "Tek vakit namazını kaçırmaz" türü övgüler duyduğumu hatırlarım.

Daha önceki ziyaretlerimde Allahşükür Paşazade'yi Şeyhülislâmlık makamında ziyaret etmiştim; mütevazı bir yerdi. Şimdi Teze Pir Mescidi müthiş bir değişime uğramış; muhteşem bir ibadethane olma yanında Şeyhülislâmlık olarak da göz alıcı. Kütüphanesinin duvarları her dilden dini eserlerle kaplı. Bir de Haydar ve İlham Aliyev'lerin mukaddes topraklarda çekilmiş fotoğraflarıyla...

İlham Aliyev dönemi dinî özgürlükler bakımından rahata benziyor. Ramazan kendini değişik biçimlerde artık belli ediyormuş. Cumhurbaşkanı onuruna verilen davet iftar vaktine rastlatılmıştı ve içki ikram edilmedi.

Domates ve salatalıktan da söz etmesem olmaz.

Fatih Çekirge HHA genel müdürü Uğur Cebeci'ye "Buradan ne istersin?" diye sorduğunda aldığı cevabı hayretle aktardı: "Domates ve salatalık getir..." Meğer burada hâlâ eski-usul tarım yapılıyor ve sebzeler ağız tadıyla yeniyormuş...

Akşamki davette bizim masa salatalık ve domatesle doldu taştı. Hakikaten artık unuttuğumuz bir tattı ağzımıza gelen... İştahımız bazı dostları harekete geçirmiş olmalı ki, gecenin bir vakti, oteldeki odamın kapısı çalındı. "Hayrola" şaşkınlığıyla açtığımda, "Size sevdiğiniz şeyler getirdik" diyen dostlar ve getirdikleri bir kasa dolusu salatalık ve domatesle karşılaştım.

Bakü'dan notlarım bu kadar...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.