İnna lillahi ve inna ileyhi raciun
Afganistan’da bir yolcu uçağının düştüğünü ve içinde üç Türk yolcunun bulunduğunu duymuş, ayrıntıya dikkat etmemiştim. Ancak, o üç yolcudan birinin Bahattin Abi, diğerinin Faruk kardeş olduğunu gecenin çok ilerlemiş bir saatinde öğrendim.
Belki de bu dikkatsizlik, acımı gecenin sessizliğinde yalnız yaşamam içindi. Gece geç saatte bakabildiğim gazetenin manşetinde bir haber ve haberin fotoğrafında Bahattin Abi vardı.
24 yıl önce tanıdığım gibi, Bahattin Abi.
Her türlü kötülüğe karşı savaşmaya, dağlarda pusu kurmaya, pusu atlatmaya hazır giysileri içerisinde bir Bahattin Abi.
Zaten her gördüğümde, o giysilerleydi. Çoklukla parkası ve kalın kumaşlardan diğer giysileri.
Geçen yıl, İzmir’deki son görüşmemizde; “Babam hala benim; büyüyüp, akıllanmamı bekliyor” demiş, bunun üzerine insanların akıllılıktan, büyümekten ne anladığını uzun uzun anlatmıştı.
İzmir’de olduğumu, nasıl görüşebileceğimizi sormuştum telefonda. Adresi alır almaz, o asla üşenmez tavrıyla çalıştığı inşaattan çıkıp, yolda aldığı meyvelerle gelmişti, öğretmenevine.
Kaderin cilvesi; O, herkese kolaylıkla ulaşabiliyordu; ama 4 gün geçmesine rağmen, şimdi kimse ona ulaşamıyor.
Onun uzağı yoktu. Gitmesi gereken her yer, hemen kalkılıp gidilecek yerdi. Her telefonlaşmamızda bir başka şehirden, uzak ülkelerden yaşanmış sahih haberler verirdi. Gittiğim şehirlerden dost isimler söylerdi; hepsinin kendisine “Abi” dediği.
Bahattin Abiyi, bir yazıda anlatmak mümkün mü? Belki bendeki Bahattin Abi’nin küçücük bir yansıması düşer, bu satırlara. Mutlaka eksik, mutlaka noksan.
O da, aslında ‘kendini yazdığı’ o kadar kitapta, anlatabilmiş miydi ki kendini. Yaşadıklarının ne kadarını yansıtabilmişti ki yazdıklarına. Yazdığı kitapların tamamı, kendi yaşadıkları değil miydi? Afganistan’la ilgili yazdığı kitaplarda da, mekânı Türkiye olan romanlarında da, kahramanın ismi başka olsa da, aslında o kahraman Bahattin Abi değil miydi?
Savaşan Afganistan’da,
Cihat Günlüğü’nde,
Karda Ayak İzleri’nde,
Güllerin Vedası’nda,
Kar Çiçeği’nde.
Aslında kurgu olması gereken romanları bile kendi yaşadıklarıydı. Kar Çiçeği çıktığında, Celalettin Karakoç’a “Abi okudun mu?” diye sorduğumda, “Yaşadım” diyerek, “Kahramanlardan biri benim, diğeri Bahattin Abi” diye devam edip romana dâhil olmayan ayrıntılardan bahsetmişti.
Bahattin Abi’yle ilgili bütün hikâyelere, “Bahattin Abi’yle falanca öğrenci evinde tanıştık” diye başlanır.
Ben de Bahattin Abi’yle, Erzurum’da Mahallebaşı’nda, aralarında Mustafa Kasadar’ın da bulunduğu birkaç arkadaşla birlikte kaldıkları öğrenci evinde tanıştım. Ve sonrasında hep bir büyük Abi oldu.
Onunla bir kez tanıştığınızda bir daha kopmanız zaten mümkün değildi. Bende de öyle oldu.
Onun, sizi, en baştan sarıp sarmalayan bir üslubu vardı. O üslubun etkisinden bir türlü sıyrılamıyorsunuz. Sarmalayan üslubunun en belirgin tarafı, her cümlesinin sonunda muhatabının ismini sevgi ekleriyle tekrarlıyordu. Bu, Ona, belki de o ismi, bir daha unutmama şansı veriyordu. Ama asıl etkisini muhatabında oluşturuyordu. Onu sarıp, sarmalayarak Bahattin Abi’ye bağlıyordu. Bu hitap biçimini uzun süre taklit ettim. Ama ben de, aynı güzellikte hiçbir zaman durmadı. Aynı tınıyı, aynı sıcaklığı bir türlü yakalayamadı.
Biz Erzurum’daki öğrenciler Bahattin Abi’yi, bu yüz yüze tanımalardan önce de tanıyorduk. Onunla ilgili, birçok hikâye dinlemiştik. Mavera’dan yazılarını okumuştuk. 1980’lerin o sıcak Afganistan gündeminde, Türkiye’de, Afganistan’la anılan isimlerin başındaydı. Buradaki gündemi, sıcaklığı o birkaç kişi oluşturuyordu. Afgan cephesindeki bütün komutanları, bütün muhacirleri, şehitleri, güzel haberleri an be an buraya onlar ulaştırıyorlardı.
Öğretmenlikte ilk tayinim Fethiye’ye çıkmıştı. Orada gördüm ki, Bahattin Abi’yi Ege’de tanımayan yok. Yılın belli tarihlerinde bölgede birçok yerde çeşitli gerekçelerle gelenekselleşmiş toplantılar yapılıyordu ve bunların büyük bir kısmının da arkasında, Bahattin Abi vardı.
Bilmiyorum, aslında en iyisi, sözü burada kesmek.
Onu tanımayanlar, yanlarındaki 5 kişiye sorsunlar; mutlaka onlardan, iki tanesi tanıyor ve Bahattin Abi’yi anlatacaktır.
O’nunla ilgili En güzel tanımlama herhalde Salih Tuna’nın yazdıkları: “Bir yerlerden çıkar gelirdi: İzmir’den, Sivas’tan, Erzurum’dan, Asya’dan, Afrika’dan…
O gelince…
Geldiği yere Asya, Afrika, Ortadoğu gelirdi. Filistin, Irak, İran, Pakistan hele ki Afganistan gelirdi.
Tek başına koca bir millet, bir kutlu ümmet gibiydi.”
Mekânın cennet olsun Bahattin Abi.