Bahane Ararsan Fakir Bulamazsın

Recep KOÇAK



Yılmaz Çiğdem güzel bir dost. En son, Sakarya’da idareci olduğu resmi kurumda arkadaşlarını organize ederek Deniz Feneri Derneği’nin Nijer’de açtırdığı güneş enerjili sistemle çalışan su kuyusuna destek verdiği yıllarda yüz yüze görüşmüştük. Yıllar sonra telefonla uzun sohbetlerimiz oldu. Sonra onu facebook hesabında yer verdiği yazılar üzerinden takip etmeye çalıştım. Birbirinden etkileyici yazıların kitaba dönüşmesini çok istemiştim. “Kitaplaşmalı bu yazılar” dediğimi hatırlıyor. Kim bilir benim gibi kaç dostu benzer temenniyi dile getirmiştir.
“Badem Yağlı Çif Cilalı” kitabı elimde. Bu onun Aysu ve Günsu’dan sonraki ikinci kitabı.
Kitap, birbirinden etkileyici yazıları, hikayeleri, gözlem ve iyilik notlarını önünüze seriyor. Kitabın nelerden bahsettiğine örnek olması için yazılardan bir kesiti genel akışa müdahale etmeden dikkatinize sunmak istiyorum.
Sevgili Yılmaz Çiğdem’in yeni kitaplarını tez zamanda okumayı diliyorum. Kendisine sağlık, afiyet ve huzurlu ömürler diliyorum. Kalemine, yüreğine sağlık dostum…

Ben istemedim bu görevi ama Erol Taş Rolü senin deyince, ben niye diye sordum ‘’Sen dayanıklısın, metanetini kolay kolay kaybetmiyorsun.‘’ dediler. Müdür Bey’e çıktım…
- Efendim, ben kuruma daha yeni geldim lütfen bana arazi görevi verin, gerekirse direklere çıkayım ama borç tahsili bana göre değil dediysem de Müdür Bey’e dinletemedim herhalde, yüzüme bile bakmadan…
- Ben dedim zaten, bu işi en iyi Rıdvan Bey yapar diye, çünkü seni halı saha maçında gördüm, çok sakin ve sabırlısın kimseye bağırmadan, kızmadan rahat oynuyorsun… Allah Allah ben de bu adam beni ne kadar tanıyor da iş teklifi yaptı, diyordum.

Amca senin derdin nedir, borcun mu çok? Amca dertli dertli baktı ve:
--Evladım, benim acelem yok ama hanım kızımın emzikli bebesi varmış, onun işini önce gör ben sonra söylerim, deyince bekâr bir genç kız zannettiğim sol tarafımda koltukta oturan ve sürekli önüne bakan kıza döndüm gayriihtiyarî...
— Buyurun hanımefendi, sizin nedir isteğiniz? Utangaç ve ürkek bir şekilde döndü, yüzünü görünce tahminimden birkaç yaş daha büyük gibi geldi...
— Şey amca, benim bir bebeğim geçen ay doğdu, bir tane de geçen sene ama elektrikler kesildi evde çok üşüyorlar geçici de olsa açtırsanız... Daha otuzlu yaşlarda biri olduğumdan amca demesine bozuldum ama bekâr zannettiğim birinin evli olduğunu hele de yeni doğan ve bir yaşında çocukları olduğunu anlayınca daha da şaşırdım...
--Elektriği birden kesmiyoruz hanımefendi, önce uyarıyoruz o arada ödeseydiniz... Verin bakalım faturanızı... Faturayı uzattı zayıf/ çelimsiz eliyle pardösünün cebinden.
Baktım bilgisayarda abonesine, 'çok borcunuz da yok ama...'
— Evet, çok değil ama yine de ödeyemedik eşim hapse girince...
— Hapse mi aslında hapis deyince insan ne diyeceğini bilemiyor, ben de ancak şaşkınlıkla anlamamış gibi sormuştum. Kadın tabii ki daha da sıkılarak:
— Evet, geçen ay bir iftiraya uğramış, hapse attılar. Zaten bir aylık borcumuz vardı, bir ay daha olunca ödeyemedik. Çocuk simit satıyor ama okulda olunca... Haydaa... Ne çocuğu, daha ne okulu? Ben daha da bir şaşkınlıkla...
— Hangi çocuk, hangi okul? Ben ve oradakiler ne kadar şaşkınsak kadın da o kadar olağanmış gibi...
— Büyük oğlum, okul çıkışı simit satıyor ama o da ancak bebeklerin sütüne yetiyor...
Büyük oğlum ve okul? Kaç çocuğunuz var, büyük oğlunuz kaça gidiyor?
--Altı çocuğum var, en büyüğü ilkokul sona gidiyor... Ben yüksek sesle:
— Altı mı? Siz kaç yaşındasınız, kaç yaşında evlendiniz ya hu, deyiverdim yine düşünmeden...
— Ben on üç yaşımda evlendim, şimdi de yirmi altı yaşındayım... Kadın, dünyanın en olabilir durumunu en doğal şey gibi anlatırken ben de şaşkınlığımın sınırlarını zorluyordum...
— Kocan hapisteyse akrabalarından yardım alaydın...
— Şey... Kocam yetimler yurdunda yetişmiş, kimsesi yok ki... Ben hâlbuki ne çok nasihat saklamıştım; gencecik insanlarsınız, gece gündüz çalışın kimseye muhtaç olmayın, temizliğe gidin, lokantalarda bulaşıkçılık yapın, ama önce su sonra elektrik borcunuzu ödeyin, diyecektim ama karşımda çok farklı biri vardı...
— Ya, öyle mi, peki senin ailen neden ilgilenmiyor? -Ulan ben olsam, neler derdim kendime, ukala adam ben ne derdindeyim sen bana akıl veriyorsun diye ama- o yine aynı sakinlikle:
— Kosova'dan ailemle gezmeye gelmiştik Türkiye'ye, eşimle tanıştık ve kaçtım. Bu nedenle ailem beni evlatlıktan reddetti... Ben yine dayanamadım:
— On üç yaşında?
— Evet, ortaokulda okuyordum Kosova'da. Türkiye'yi de çok severdim, eşim de çok yakışıklıydı...
— Oh ne ala, altı da çocuk... Kızayım mı, üzüleyim mi kararsız kalakaldım...
— Evet, çocukları çok seviyorum ben ama işte eşim hapis olunca çok zor oldu... Ben artık kendi işimi unutmuştum. O kadar da kendime söz vermiştim: elektrik borcu ödemem, bilmediğime yardım etmem, çalışma imkânı olana da ancak iş bulurum... Ama durum öyle gitmiyordu...
— Peki, yemek işlerini nasıl yapıyorsunuz? Her gün ağlayan, zırlayan, yalanla dolanla elektriğini açtırmaya çalışanlara alışık olunca kadının bu kadar derdini düz ve sanki başkasının derdiymiş gibi anlatmasını havsalam almıyordu. O yine sakince:
— Sağ olsun büyükşehir belediyesi erzak gönderdi. Küçük tüp üzerinde yapıyordum yemekleri, o da bitince büyük fırının elektrikle çalışan bölümünde yapmaya başladım ama elektrikler kesik olunca çocuklar aç kaldı. Ben de yemek yiyemeyince, bebekleri de emzirmekte zorlandım... Aman Allahım! Zaten çok zayıf gözüken bu kızcağız, nasıl emzirecek çocukları diye düşünürken aklımdan bu soğukta nasıl ısınıyorlar diye geçti...
— Peki, nasıl ısınıyorsunuz, odun kömür?
— Şey... Bizim elektrik ne olacak acaba? Bebeklere büyük çocuk uzun süre bakamaz, hem açlar... Kadın haklıydı: Koyun can derdinde kasap et derdinde... Hemen telefona sarıldım, abone numarasını söyleyip -hiç yapmadığım gibi- parayı ödemeden acil durum ekibince elektriğin açılmasını emrettim... Kadın, üzüntüsü gibi sevincini de belli edememişti. Kalkacak gibi olunca ben yineledim:
— Odun, kömür durumunuz nasıl?
— Kömürü ben yokken kapıya atmış ilçe belediyesi sağ olsun ama içeri alamadığımız için ıslanmış... Hah dedim şimdi yakaladım açığını: Neden kapıya gelen kömürü içeri almadı o kadar mı aciz? Tamam, yardımcı olalım ama sen de elinden geleni yap be bacım, dedim içimden. Odada herkes şaşkındı ve kadını dinledikçe kendi dertlerimizi unutmuştuk. Akşama alacağım yeni deri monttan da vazgeçmiştim... Yine her zamanki gibi akıl vermeliydim...
--Tamam da bacım sen de gençsin alaydın ya kömür çuvallarını içeri... İşte burada film koptu, yine hiçbir şey yokmuş gibi hafifçe vücudunu döndürüp boş sallanan pardösüsünün sol kolunu gösterdi. Ben, bana yakın olan sağ kolunu görmüştüm ama pardösüsünden fark etmemişim...
— Şey... Sol kolum yok ya, tek kolumla taşıyamadığım için alamadım akşama kadar kömürleri içeri. Oğlum simitten gelinceye kadar ıslanmış işte...
Tövbe ya Rabbim, senelerce duygusuz duran gözlerimi tutamadım. Hemen çıktım odamdan. Beş dakika dolaşıp geldim. Hemen bir şoförle gönderdim kadım evine. Şoföre de adresi iyice öğrenmesini tembihledim. Dolaşırken Bakara Süresi 273. âyet aklıma geldi: Kendilerini Allah yoluna adadıklarından seyahat ve ticarete imkân bulamayan yoksullara verin. Yoksulluklarını gizli tuttukları için bilmeyen onları zengin sanır. Kendilerini simalarından tanırsın. Onlar insanlara asla el açmazlar. Hayır için yaptığınız her harcamayı Allah hakkıyla bilmektedir. Okumuştum daha önce kaç kere ama şimdi tam anladım. Bir de kitapçılar çarşındaki adamın dediği kulaklarımda çınladı: Şefim, bahane ararsan fakir bulamazsın.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.