Toplumları bir ve diri tutan unsurların başında gelen 'ortak tarih' bizde çoğu kez ayrıştıran bir etkiye sahip. Hem de herbirimiz metazori aynı tarih ders kitaplarını okuyarak yetiştiğimiz halde... İlk tanıştığınız biriyle -canınız kavga etmeyi çektiyse- muhabbeti yakın tarihimizle ilgili herhangi bir konuya doğru yönlendirin, çok geçmeden nezaketin ortadan kalktığını görürsünüz.
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın aramızda yaşayan azınlıkların ülkemizi terk etmek zorunda kalmalarına dair sözlerinin meydana getirdiği dalgalanmaya bir baksanıza... Dediği şu Başbakan Erdoğan'ın: “Yıllarca bu ülkede bir şeyler yapıldı. Farklı etnik kimlikten olanlar ülkemizden kovuldu. Acaba kazandık mı? Aklı selimle bunlar düşünülmeli. Bu aslında faşizan bir yaklaşımın neticesiydi. Ama aklı selimle düşününce 'Şuralarda ne gibi yanlışlar yaptık?' diye şöyle bir başımızı elimizin arasına aldığınızda 'Hakikaten ne yanlışlar yapmışız' diyorsunuz.”
Ağır bir tespit bu ve o gün bugündür de kıyamet kopuyor. Tayyip Erdoğan'ın bu sözlerle hangi dönemi ve hangi azınlık grubu kast ettiğinden başlayıp 'faşizan' sözcüğünü bu bağlamda kullanmanın yanlışlığına kadar bir dizi 'hikmetli' sorgulama medyada kendisine yer buluyor.
Oysa sadece bir dönemle ilgili bir doğruya değinmiş olmuyor o sözleriyle Başbakan Erdoğan; azınlıkları daha da azınlık duruma düşürmeyi amaçlayan birkaç dönem yaşandı yakın tarihimizde, onların bir bölümü nereye gitsek karşımıza çıkan türden uygulamalar... Bu sebeple, tek bir dönemi, tek bir eğilimi, tek bir siyasi çizgiyi değil belirgin bir politikayı sorgulamış oluyor o sözleriyle Başbakan Erdoğan...
Her olayı döneminin şartları içinde yorumlamak ve değerlendirmek gerektiğini de unutmayalım.
Toplumsal bellek, tıpkı bireysel bellek gibi, en yaralayıcı ve en fazla acıtan olayları en çabuk şekilde unutuyor. Bu sağlıklı bir şey aslında; başımıza her gelen dert ve belâyı her an hatırlasaydık herhalde ayakta kalma güdümüzü bütünüyle yitirirdik. Toplum olarak da geçmişte bize yaşatılanları veya bizim başkalarına yaşattıklarımızı unutmamız yadırganmamalı.
İnkâra sapmamak şartıyla...
Doğru olan davranış biçimi, geçmişte yapılanlar veya yaptıklarımız üzerinde çok fazla yoğunlaşmadan bugün takınmamız gereken tavrı belirlemektir. Başbakan Erdoğan'ın gürültü koparan sözlerinin bence üzerinde durulması gereken yönü de bu: Başımızı iki elimizin arasına alıp “Nerede yanlış yaptık?” sorgulamasından sonra geçmişin yanlışlarını tekrarlamayacak bir bilince sahip olmalıyız...
Geldiğimiz nokta bize bu bilinci veriyorsa geçmişi fazla dert etmeden önümüze umutla bakabiliriz.
Azınlıklar bugün de ayrımcılığa tâbi tutulduklarını söylüyorlar mı? Yüzlerce yıldır aramızda yaşadıkları halde bugün çektikleri sıkıntılar veya maruz kaldıkları ayrımcılıklar yüzünden bazen kafaları bozulup kendilerine kollarını açacak başka ülkelere doğru yelken açmayı daha fazla düşünür haldeler mi? Ne durumdalar gerçekten azınlıklar?
Esas üzerinde yoğunlaşmamız gereken nokta burasıdır, geçmişte bizden öncekilerin yaptıkları yanlışlar üzerinde yoğunlaşmak bize bugünü ve kendi sorumluluklarımızı unutturmamalı.
Üzerinde yalnız bizler değil, bu konuyu tartışma gündemine sokan Başbakan Erdoğan da düşünsün diye sorumu kısaltarak tekrarlayayım: Azınlıklar bugün kendilerini nasıl hissediyorlar?
Bu soruya “İyi hissetmiyorlar” cevabı veriliyorsa, şikâyetleri ortadan kaldırmak üzere gereğini yerine getirmek herhalde hükümete ve hükümetin başına düşüyor.
Unutmayalım: Tarih toplumları bir ve diri tutan unsurların başında gelir ve bizim ortak tarihimiz içerisinde azınlıkların da kolay silinemeyecek bir yeri vardır.