Türkiye, henüz iddianamesi olmayan, henüz mahkemeye çıkmamış bir "gözaltı tutuklusu" nu daha kaybetti.
"Kasa" olmakla suçlanan bir insanın cenazesinin ancak maddi destekle kalkması bir yana...
Bizim ve sizin ülkeniz hep böyle bir yerdi.
Allah aşkına bunu sadece "hassas" olduğunuz konularda, anlarda, kişilerde fark etmeyin...
Ya da şöyle diyeyim:
Keşke sadece "karşı" durduğumuz olaylarda böyle bir hassasiyetle kalmasaydık.
O zaman "son kayıp" da yaşayabilirdi...
"Kayıplar" da yaşanmayabilirdi!
"Kasa" olmakla suçlanan bir insanın cenazesinin ancak maddi destekle kalkması bir yana...
Bizim ve sizin ülkeniz hep böyle bir yerdi.
Allah aşkına bunu sadece "hassas" olduğunuz konularda, anlarda, kişilerde fark etmeyin...
Ya da şöyle diyeyim:
Keşke sadece "karşı" durduğumuz olaylarda böyle bir hassasiyetle kalmasaydık.
O zaman "son kayıp" da yaşayabilirdi...
"Kayıplar" da yaşanmayabilirdi!
Gündemin "tali" haberlerinden biri, "bağlantılar" a dair bir iddia idi.
Malatya katliamının sanıklarından birinin cep telefonuyla bağlantı kurduğu bir savcının Silopi'de görev yaptığı dönemde, şimdi "Ergenekon davası" kapsamında "aranan" eski Jandarma İstihbarat komutanının da orada görevli bulunduğu...
Ve tam da o dönemde, 26 Ocak 2001'de, iki HADEP yöneticisinin Silopi'de, hem de Jandarma'da kayıplara karıştığı...
Ve de yedi yıldan fazla bir zaman sonra bile, izlerinin de hakikatin de bulunamadığı.
Malatya katliamının sanıklarından birinin cep telefonuyla bağlantı kurduğu bir savcının Silopi'de görev yaptığı dönemde, şimdi "Ergenekon davası" kapsamında "aranan" eski Jandarma İstihbarat komutanının da orada görevli bulunduğu...
Ve tam da o dönemde, 26 Ocak 2001'de, iki HADEP yöneticisinin Silopi'de, hem de Jandarma'da kayıplara karıştığı...
Ve de yedi yıldan fazla bir zaman sonra bile, izlerinin de hakikatin de bulunamadığı.
4 Şubat 2001'de, benim de Milliyet'ten "azıcık kayıplara karıştırılmam" dan sadece üç hafta kadar önce o zamanki "gazetem" de şunları yazmışım:
" Ama onlar kimdi?
Siz hiç kayboldunuz mu?
Yabancı bir kentte, bilinmedik bir mahallede, ıssız bir sokakta ya da bir alışveriş merkezinde kaybolmaktan söz etmiyorum.
Hafıza kaybından, bitkisel hayattan veya ölümden de.
Ölmeden, daha doğrusu resmen ölmeden veya ölünüz bulunmadan, bir yerde görünüp sonra kaybolmaktan söz ediyorum.
Siz hiç, kaybını nereye, kime soracağını bilemeyen veya sorduğunda cevap alamayan bir yakın oldunuz mu?
Serdar Tanış ile Ebubekir Deniz, bir haftadan fazla bir zamandır, öyle ya da böyle, kayboldular.
Kim ki onlar?
Tanımazsınız.
Şöyle bir duysanız ilgilenir miydiniz, orası da 'faili meçhul'.
Yine de haksız sayılmazsınız ki!
Bu haberi ileten gazeteler kaybolanların kaybolduğu bölgeye sokulmuyor.
O bölgeye girebilen gazete ve televizyonlar ise kaybolanların kaybolduğu haberini vermiyor.
Ölü ya da diri, ne bedenleri ne izleri ortada.
25 Ocak'ta Jandarma'ya gittikleri biliniyor.
Sonrası meçhul.
Jandarma, OHAL Valiliği ve Şırnak Valiliği önce reddettiler ve bir hafta sonra şu versiyonu açıkladılar: 'Geldiler ama gittiler'
Şimdi Jandarma bile afişlerle arama çalışmasında.
Aileler daha önce tehdit edildiklerini, Jandarma komutanının 'partiden istifa etmeleri için baskı yaptığını' ileri sürüyor.
(...)
Çoğumuzun en son Gaffar Okkan'ın cenazesinde rastlayıp muhtemelen kareyi de orada, hem üzüntüyle, hem teselliyle dondurduğu 'bölge' yine tedirgin.
Gaffar Okkan'ın öldürülmesinin işaret ettiklerinden çok, cenazesindeki 'halk töreni'nden etkilendik.
Teselli, huzur arayan 'yorgun, bıkkın ve yaralı' ruhlarımızın ihtiyacını giderdik.
Ne var ki, yine ve yeniden, iki 'insan' daha kayboldu.
Onlar kim ki? Ne şöhret, ne şan, ne tanıdıklık!
İki yabancı!
Nerede kaldı 'kardeşlik, barış, sükunet, birlik ve beraberlik' arayan, Okkan'ın cenazesinde bunun işaretlerine sarılan özlemlerimiz, aklımız, ilgimiz?
Ne mutlu ki siz hiç kaybolmadınız.
Kaybolsaydınız...
Sizle ilgili haberlerin verilmesini ister miydiniz...
Ve sizin için de yazmamı?"
Hep isteyebilseydik ve yazabilseydik, başka türlü insanlar, başka türlü bir toplum, başka türlü bir devlet olabilirdik... Yine türlü, çeşitli, belki yine karışık ama daha barışık, daha huzurlu, daha umutlu.
Oysa o gün, ülkenin iki büyük gazetesi, Hürriyet ile Sabah, bu olaydan günlerce, haftalarca iki satır "haber" bile vermemişti! Kayıplar iyice kayıplara karışana kadar. Gazetecilik vicdanının böyle ayıp ve kayıp bir yolculuğu olabilir miydi!
" Ama onlar kimdi?
Siz hiç kayboldunuz mu?
Yabancı bir kentte, bilinmedik bir mahallede, ıssız bir sokakta ya da bir alışveriş merkezinde kaybolmaktan söz etmiyorum.
Hafıza kaybından, bitkisel hayattan veya ölümden de.
Ölmeden, daha doğrusu resmen ölmeden veya ölünüz bulunmadan, bir yerde görünüp sonra kaybolmaktan söz ediyorum.
Siz hiç, kaybını nereye, kime soracağını bilemeyen veya sorduğunda cevap alamayan bir yakın oldunuz mu?
Serdar Tanış ile Ebubekir Deniz, bir haftadan fazla bir zamandır, öyle ya da böyle, kayboldular.
Kim ki onlar?
Tanımazsınız.
Şöyle bir duysanız ilgilenir miydiniz, orası da 'faili meçhul'.
Yine de haksız sayılmazsınız ki!
Bu haberi ileten gazeteler kaybolanların kaybolduğu bölgeye sokulmuyor.
O bölgeye girebilen gazete ve televizyonlar ise kaybolanların kaybolduğu haberini vermiyor.
Ölü ya da diri, ne bedenleri ne izleri ortada.
25 Ocak'ta Jandarma'ya gittikleri biliniyor.
Sonrası meçhul.
Jandarma, OHAL Valiliği ve Şırnak Valiliği önce reddettiler ve bir hafta sonra şu versiyonu açıkladılar: 'Geldiler ama gittiler'
Şimdi Jandarma bile afişlerle arama çalışmasında.
Aileler daha önce tehdit edildiklerini, Jandarma komutanının 'partiden istifa etmeleri için baskı yaptığını' ileri sürüyor.
(...)
Çoğumuzun en son Gaffar Okkan'ın cenazesinde rastlayıp muhtemelen kareyi de orada, hem üzüntüyle, hem teselliyle dondurduğu 'bölge' yine tedirgin.
Gaffar Okkan'ın öldürülmesinin işaret ettiklerinden çok, cenazesindeki 'halk töreni'nden etkilendik.
Teselli, huzur arayan 'yorgun, bıkkın ve yaralı' ruhlarımızın ihtiyacını giderdik.
Ne var ki, yine ve yeniden, iki 'insan' daha kayboldu.
Onlar kim ki? Ne şöhret, ne şan, ne tanıdıklık!
İki yabancı!
Nerede kaldı 'kardeşlik, barış, sükunet, birlik ve beraberlik' arayan, Okkan'ın cenazesinde bunun işaretlerine sarılan özlemlerimiz, aklımız, ilgimiz?
Ne mutlu ki siz hiç kaybolmadınız.
Kaybolsaydınız...
Sizle ilgili haberlerin verilmesini ister miydiniz...
Ve sizin için de yazmamı?"
Hep isteyebilseydik ve yazabilseydik, başka türlü insanlar, başka türlü bir toplum, başka türlü bir devlet olabilirdik... Yine türlü, çeşitli, belki yine karışık ama daha barışık, daha huzurlu, daha umutlu.
Oysa o gün, ülkenin iki büyük gazetesi, Hürriyet ile Sabah, bu olaydan günlerce, haftalarca iki satır "haber" bile vermemişti! Kayıplar iyice kayıplara karışana kadar. Gazetecilik vicdanının böyle ayıp ve kayıp bir yolculuğu olabilir miydi!