Yazıya başlarken iki noktaya dikkat çekmek istiyorum:
1- uzunluğundan dolayı okuyanlardan peşinen özür diliyor, sabır tavsiye ediyorum. Bu nedenden dolayıda okuma zahmetine katlananlara şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum.
2- Bu yazı bir mezhep yazısı değildir. "Müslümanlar kardeştir" ayetini temel alan bir görüşün yansımasıdır.
3- Yazıya geçmeden şu bir kaç önemli soruyu sormak istiyorum.:
a- Bu gün dünyada 52 İslam ülkesi ve 1,5 milyardan fazla kendisini müslüman kabul eden insan sayısı var. Bunları mezheplere ayıracak olsak kaçta kaçı sünni (ehli sünnet) kaçta kaçı Şia, kaçta kaçı Vahhabidir?
b- 1,5 milyar müslümanı ırk, etnik köken yani kavim olarak gruplandırsak, yüzde kaçı Arap, yüzde kaçı Türk, Yüzde kaçı Fars, yüzde kaçı Hindu, Yüzde kaçı malay, yüzde kaçı indenoz, yüzde kaçı Kürt, yüzde kaçı, arnavut, yüzde kaçı boşnak, yüzde kaçı berberidir?
c- İslamı dünyaya yayma, kafirlerle mücadele etme konusunda en etkili milletler(kavimler) ve en etkili mezhepler hangileridir...? Uzak doğudan Ortadoğuya, Balkanlardan Anadoluya, Avrupadan, Afrikaya, Asyaya, Çinden Hinde Endenozyaya... İslamı yayanlar, İslam dünyasına karşı yapılan saldırılara karşı savaşanlar (başta haçlı seferleri olmak üzere) hangi mzheplerden ve kavimlerdendir?
Ortadoğuda Ağıtlar İslamca, Zafer Çığlıkları Gavurcadır
Bir çok yazımda İslam dünyasının kurtuluşunun mezhepcilikte (mezheplerden değil) arınması ile mümkün olacağını savundum. Bu düşüncelerim aynen devam ediyor. Yalnız benim gibi düşünen bir çok kişi gibi ben de, son yıllarda İslam Dünyasında gerek iç dinamiklerden kaynaklanan, gerekse dış etkenlerin tesiri ile müthiş bir mezhep kavgasının (savaşının) başladığını görmekteyim. Hilafetten mahrum, islami eğitimden, islami aileden, islami kültürden uzak olan ve dolayısı ile hayata ve olaylara "islami gözle "bakma imkanından mahrum olan Türkiyeli ve dünyalı Müslümanların bu çıkmaza girmeleri çok da şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olmayan bu durumun vahim sonuçlarını birebir yaşamanın, müslümanım diyen toplumların birbirilerini boğazlamalarını görmenin sıkıntısı "Müslümanım" diyen herkesi ilgilendirir. Bu gerçekler ışığında bir kaç temel umdeyi yazarak konuya girmek istiyorum .
İslam dünyası bu gün bir çok mezhep, tarikat, görüş, fırkaya ayrılmış olsa da genel olarak şu üç görüş etrafında kümelenmişlerdir: Ehli sünnet, Şia, Vahhabilik...Hz Osman (ra) ın vefatı ile başlayan ayrılıklar onun şehit edilmesi, Hz Alinin halifeliğe geçmesi ile durulmamış, cemel vakası, sıffin savaşı ile iyice artmış, Kerbela hadisesi ile tavan yapmıştır. O gün bu gündür gerek itikadi, gerekse ameli bir çok mezhep ortaya çıkmıştır. Bu mezhepler arasındaki görüş farklılıkları, temel kaynaklara ( kitab sünnet, sahabi görüşleri) ve yaşanan hadiselere farklı bakış açısından kaynaklanıyor. Bu görüş ayrılıklarının bir başka temel sebebi de İslama giren milletlerin farklı kültürlerden olmaları ve bu kültür derelerinin ana kaynağa ( ırmağa) katılmalarının getirdiği farklılıklardır. Bu görüş ayrılıklarını telif etmek, bir araya getirmek dün mümkün olmamıştı bu günde pek mümkün görünmüyor. O zaman yapılacak şey, herkesi olduğu gibi kabul ederek iç kavgalara son vermek, İtikattan(yani imanın esaslarından) ödün vermeden diğer mevzularda hoşgörülü olmak, itikada ters düşmeyen konuları ihtilaf haline getirmemek ve bir arada yaşamanın yollarını aramaktır. Bu konuda, yani birlikte yaşama konusunda en avantajlı görüşelere ve uygulamlara sahip olan Ehl-i Sünnet mezhebidir. Bunun en büyük delili de tarihte yaşanan ve günümüzde yaşanan gerçeklerdir.
Bu gün Şia'nın çoğunluk olduğu ve devlet politikasını Şia mezhebi doğrultusunda şekillendirdiği ülke İran'dır. (tarihteki önemli şia devletleri fatımiler ve Büveyhoğullarıdır) Vehhabiliğin(selefiliğin) hakim olduğu ve bu mezhebin görüşlerinin devlete yansıdığı ülke ise (bazı körfez ülkeleri ile birlikte) Suudi Arabistandır. Tarihe biraz sonra dönmek üzere hemen günümüzle ilgili şu can alıcı soruyu soralım: Bu gün İranda Şia nın dışında vehhabilik ve Ehli Sünnet görüşlerine mensup kaç müslüman vardır? Bu müslümanlar kendi mezhebi görüşlerini açıktan savunabilirler mi? Bu gruplar yani ehli sünnet ve selefilik Şia' ya aykırı görüşlerini dernekler, gazeteler, STK lar vasıtası ile duyurma ve yaşatma hakkına sahipler mi?Aynı soruyu vehhabiliğin hakim olduğu Suud içinde sorabiliriz: Suudda bu gün Ehli sünnet ve Şia görüşlerini açıktan savunan kişi ve kurumlar varmıdır? Böyle bir şey bu ülkede mümkünmüdür? Bu soruların cevabı maalesef hayırdır. Halbu ki Ehli sünnetin çoğunlukta olduğu ( ki şu anda bu mezhebin görüşlerini direk devlete yansıtan ülke yok) ülkelerde başta Türkiye olmak üzere her türlü mezhep mensupları rahatça ( Suuda ve İrana göre) yaşamakta ve görüşlerini açıklamaktadır. Türkiyede bu gün Şianın ve vehhabiliğin sözcülüğünü yapan, sözcülükten de ileri giderek bu devletlerin/mezheplerin yandaşlığını yapan bir çok dernek, vakıf ve kurum mevcuttur. Şimdi bu yazıyı okuyanlar şöyle bir itirazda bulunabilir. "T.C devleti laik olduğu için böyle oluyor. Eğer devlet Osmanlıda olduğu gibi sünni bir devlet olsaydı o zaman Türkiyede İran ve Suud gibi yapardı" Bu itiraz ilk bakışta haklı gibi görünsede doğru değildir. Çünkü bu sonuç devletin sisteminden ziyade Ehl-i Sünnet mezhebinin yapısından kaynaklanmakta. Ehli Sünet koyduğu temel umdelerle mensuplarını bu vaziyete getirmiştir. Bu umdeler şunlardır: " Ehl-i Kıble tekfir edilemez, " Lailahe İlllallah Muhammed Resulullah diyen herkes Müslümandır" " Sahabiler birbirleirnin kanına kılıçla girmişler bizler dilimizle bu kana girmeyelim" "Dünyada bu kadar kafir, zındık varken müslümanla uğraşmak yanlıştır.." Bu umdeler ehli sünnete olgun bir tavır kazandırmakla kalmamış aynı zamanda birlikte yaşamanın formülünü de vermiştir. Vehhabiler küffarla mücadele yerine mezhebi görüşleri öne çıkararak "müslümanım! diyen insanları değişik nedenlerle ( ameli imanın bir parçası sayma, bazı basit meseleri mesela mezarlıkların durumunu, kabir ziyaretini, şefaat ve vesile emselesini) mürted, kafir müşrik ilan ederek tüm enerjisini içe vermiştir. Şia da sürekli müslümanlar arasındaki iç kavgalarla ( cemel, sıffin, kerbela, Hilafet seçimi, ehli beytin durumu....) meşgül olduğundan dünyada bunca zalim kafir sömürgeci dururken gözünü dışarıya çeviremeyip sürekli iç mesleeri iç ihtilafları düşünemkete devamlı bunlarla meşgul olmakta.
Bu farklılıktan dolayıdır ki tarihte Ehli sünnet olan Müslüman devletler(Abbasi, Gazneli,Selçuklu, Memlüklü, Eyyubi, Osmanlı...) daha dışa dönük, daha fetihçi politikalar izlemişlerdir. Bu gün İslamın yayıldığı bir çok ülkede bu devletlerin izleri vardır. (Anadolu, balkanlar, Avrupa, kafkaslar, Hindistan, Pakistan...) Bu devletler Dini öne mezhebi arkaya aldıkları için bu hayırlı sonucu elde etmişlerdir. Bunun tersi olarak Vehhaliğin hakim olduğu devlet Suuda bakın. Bir kere daha kurulurken işe faullu bir giriş yaparak İnglizlerle işbirliğine girmişler, Osmanlı Hilafetine karşı baş kaldırmışlar, binlerce Müslümanın kanına girerek devletlerini kurmuşlardır. Şu anda dünyanın ve İslam dünyasının sayılı zengin devletlerinden biri olmasına rağmen bu devletin İslam dünyasının düşmanları ile başta İsrail olmak üzere Avrupa, ABD, Rusya, Çin...herhangi bir mücadelesi yoktur. Buna karşılık şia ve ehli sünnet mensubu olan devletler ve toplumlara karşı mücadele etmektedir. Bu devletin gerek kurulurken, gerek kurulduğu 1920 lerden beri öldürdüğü George, Hans, Mişon, Hungme, Boris (kısaca kafir) sayııs kaçtır? Buna karşılık başta Mekke ve Medine olmak Üzere bu güne kadar kanına girdiği adı muhammed ali ayşe zeynep fatma abdullah (kısaca müslüman olan) ların sayısı kaçtır. Aynı soruyu Şia içinde sorabiliriz: İran'ın Safevilerden beri öldürdüğü George, Hans, Mişon, Hungme, Boris (kısaca kafir) sayısı kaçtır? Buna karşılık Osmanlı ile yaptığı savaşlarda kaç Müslümanın canına girmiştir? Bu devletin de öldürdüğü adları muhammed, ali, ayşe, zeynep, fatma, abdullah (kısaca müslüman olan) ların sayısı, George, Hans, Mişon, Hungme, Boris (kısaca kafir) olanların sayısı ile kıyaslandığında nasıl bir sonuç çıkar ortaya...?
İnnemel Mü'minune İhvetün
Bütün bunlara rağmen ben ehli sünnet bir müslüman olarak derim ki, bu gün biz Müslümanlar (şia, ehli sünnet, vahhabi) İslam tarihini ve ortaya çıkan olguları iyi değerlendirmek zorundayız. Kafir dururken "Müslümanım" diyenle savaşmak, mezhebi dinin önüne geçirmek hiç bir devletin, hiç bir mezhebin, hiç bir ülkenin kârına değildir. Eğer Müslümanlar olarak gereken tedbiri almazsak, bu gün Suriyede, Irakda, Yemende, Afganistanda yaşanan kardeş kavgaları, mezhep çatışmaları mazallah bizede sıçrayabilir. Dünyayı yöneten, dünyayı sömüren, dünyayı kana bulayan zalim emperyalist devletler ne Şia yı sever ne Selefiyi ne Ehli Sünneti. Onlar ne Türkden hoşlanır ne Araptan ne Farstan ne Kürtten ne Maruniden. Bu gün Ortadoğudan İslam Dünyasından yükselen ağıtlar Arapça, Türkçe, Kürtçe ve Farsçadır. Kahkahalar ise Gavurcadır. Gelin bunu tersine çevirelim .