Bugün Ayasofya diye bildiğimiz yapı aslında aynı yerde 3 kez inşa edilmiş bir Kilise olup 1453’de İstanbul'un fethinde harap bir haldeydi. Fatih Sultan Mehmet kilisenin temizlenip Camiye çevrilmesini emretti ve ilk minaresi de onun zamanında yapıldı. 1453’de Cami’ye dönüştürülen Ayasofya 1934 yılında müzeye çevrilmesine kadar 481 yıl Payitaht’ın en gözde camisi olarak hizmet verdi.
Tekrar Camiye dönüştürülmesi konusunun alevli tartışmalara sahne olduğu şu günlerde konuya ilişkin derin tarihi analizler (Zaten Tarihçi’ de değilim) yapmadan bazı düşüncelerimi aktarmak istiyorum.
1-Ayasofya’nın üçüncü kez inşa edildiği 537 yılını bile baz alacak olursak her halükarda Hz. Peygamberin nübüvvetinden önce dönemin hak dini için yapılmış bir kilise olması hasebiyle bir İslam Mabedi sayılır. Dolayısıyla Fetih sonrası bir geleneğin de ihyası olarak Kilise ’den Camiye dönüştürülmesi aslına rücu etmesi anlamı taşımaktadır.
2-Ne 1453’de Kilise ‘den Cami’ye dönüştürülmesi, Ne de 1934’de Cami’den Müze’ye dönüştürülmesinin “Bir ihtiyaç” la izahı mümkün değildir. Ki Ayasofya Müze yapıldığında çevrede başta Topkapı Müzesi olmak üzere pek çok müze bulunmaktaydı. Bugünde Müzeden camiye çevrilmesi için bir “ihtiyaç” izahına gerek yoktur ve bu abes bir durum olur.
3-Ayasofya “Bir Mimar Sinan Eseridir”. Çok mu iddialı oldu?
İlk kez yapıldığı 360 yılından sonra iki kez tamamen yıkılan son kez Kilise olarak inşa edildiği 537 yılından sonra defalarca yangın ve depremlerde hasar gören ana kubbesi bazen tamamen bazen kısmen çöken Ayasofya Dünyanın ilk deprem Mühendisi olarak da nitelendirilen Selimiye’nin, Süleymaniye’nin ve her biri mimarlık tarihimizde altın bir nokta olan (Bilinen) 375 eserin sahibi (Cami, medrese, hastane, kervansaray, köprü, saray vs) Mimar Sinan tarafından muazzam payandalarla gövdesi ve kubbesi takviye edilmiş ve günümüze kadar hiç hasar görmeden ayakta kalması bu müdahale ile mümkün olmuştur. Şeklen ve ruhen Mimar Sinan’ın dokunduğu Ayasofya artık yeni bir Ayasofya’dır…
4-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Yunanistan’da yapılan bir foruma telekonferans yöntemiyle katılmış.
Gazeteci Alexis Papachelas, İmamoğlu'na "Ayasofya ibadete açılmalı mı? Konuyla ilgili düşünceleriniz nedir?" sorusunu yöneltmiş.
İmamoğlu soruya:
"Ayasofya'nın ibadete açılması gibi bir ihtiyacın bulunduğuna inanmıyorum.”
Şeklinde cevap vermiş.
Burada aslında konuyu analizimin 2. Maddesinde yer alan “İhtiyaç” noktasında tekrar etmeden başka bir bağlamda değerlendirmek istiyorum.
Sayın İmamoğlu keşke “Bunu bize kimse soramaz hele hele bir Yunanlı hiç soramaz” deseydi.
Ve sorsaydı “Biz Selanik’ten çıktıktan sonra 1 yılda 40’tan fazla minareyi yıkanlar mı bizden hesap soruyor”. “Gümülcine’de 1380 tarihli Gazi Evronos Bey imaretini (Ne gariptir ki O’da 1935’de ibadete kapatılmış) günümüzde Hristiyanlık Müzesi yaparken bize sordunuz mu? Bu şekilde daha çok örnek verebilirim ” diye cevap verseydi ve ekleseydi “Bu konuda içeride bizim farklı düşüncelerimiz olabilir ama bu konu bir iç meseledir kimseyi ilgilendirmez, sizi hiç ilgilendirmez ”diye ekleseydi.
(Selanik'te bir yılda 40'dan fazla minareyi yıkanlar mı bizden hesap soracak?)
Evet, bu bir “İç Meseledir” Uluslararası bir mesele değildir. Kendi hâkimiyet alanımızda kendi dinamiklerimizle alacağımız bir karardır. Bu konuyu uluslararası alana açmaya çalışmak “egemenliğimizi” müdahaleye açmaktır.
Söyleyeceklerim bundan ibarettir ve nihayetinde Ayasofya “Bir turnusol kâğıdıdır” .
Bu topraklarda yerli ve milli olanla olmayanı ayrıştıran, ortaya çıkaran bir turnusol kağıdı…