Avrupa'nın korkuları, Türkiye'nin kompleksleri

xxxx1

RUHR HAVZASI / Almanya- Her çağın kendine özgü ağları, bağları, bağla/n/ma biçimleri vardır: Bir çağ, yalnızca ağlarıyla varolma kaygısı güttüğü andan itibaren, kendi ağlarına takılıp kalmaya mahkûm olmaktan kurtulamaz. Ancak kendi ağlarının farkında olan bir çağ, bu ağları aşma iradesi geliştirebilir, böylelikle çağrısı çağlayana dönüşme imkânları kazanabilir.

Bir çağın ağlarına takılıp kalmamasının, çağrısını çağlayana dönüştürebilmesinin yolu, sözkonusu çağın eşzamanlı ve ardışık olarak çift yönlü bir yolculuğa soyunma ufkuna ve özgüvenine sahip olmasından geçer.

Bir çağ, kendi üstüne kapandığı, başkalarını dışladığı, kendisini vazgeçilemez ilan ettiği andan itibaren, ağlarının kurbanı olmaya başlar. Ve varlığını sürdürebilmek için ağlarını meşrulaştırmaya kalkışır; kendisi dışında kurbanlar icat etmeye koyulur. Böylesi bir çağa yalnızca korkular, "başkaları cehennemdir" (Sartre) fikri hükümferma olur.

Kendi üstüne kapanan çağlar, toplumlar veya medeniyetler, sürgit hayaletler görmekten ve hayalî düşmanlar icat etmekten kurtulamazlar: Tek kurtuluş yolu, kaçıştır bu tür çağlar, toplumlar veya medeniyetler için: Gerçeklerden kaçış... Yakıcı gerçeklerin üstüne sanal şallar, perdeler örtme telaşı... Suçu ve suçluyu hep başka yerde ve başkalarında arama patolojisi... Whitehead'in deyişiyle humor'da / hiciv'de büyük patlamalar yaşanması... Rölativizmin her şeye sirayet etmesi... Dekadansla dansın, insanı ertelenemez hazlara, ayartma, baştan çıkarma biçimlerine mahkûm etmesi... Kayganlaşan zeminde adrenalini yüksek patinajların insanı ve hayatı estetize yok oluş biçimlerinin eşiğine fırlatması... Jameson'ın yerinde gözlemiyle pastiş'in ve parodi'nin insanı şizofren bir hayatın ortasına bırakıvermesi...

Bütün bunlar, bir çağın, bir medeniyetin sonunun başlangıcının göstergeleridir: Gücü, egoyu, arzuları, hazları, güç ve haz veren her tür aracı, yöntemi putlaştıran, yegâne varoluş aracı hâline getiren yeni bir kabileler zamanının, yeni bir barbarlık çağının görülmeyen, sürgit gözden uzak tutulmaya çalışılan habercileridir. Türkiye'de henüz yeterince tanınmayan cins Fransız düşünürü Michel Henry'nin tespitiyle, modernliğin hayatı, hayatın dokusunu, renklerini, ruhunu yok eden bir "barbarlık" biçimi üretmekten başka bir şey yapamadığı gerçeğidir bu...

Türkiye, kendi benini yitirdiğinden bu yana komplekslerinin kurbanı olduğunu gösteren absürdlüklerle boğuşurken, Avrupa, önce tabiatı dize getirmenin, ardından dünya coğrafyasındaki bütün medeniyetleri yok ederek insanlığı dize getirmenin, sonra da bu istilâcı, yayılmacı itkiyle bilimi, teknolojiyi ve insanın iç dünyasının en kaygan özelliklerini, yani hazlarını ve arzularını putlaştırmanın ürettiği kaçış'ın hükümferma olduğu mekanik bir dünyada Tanrı fikrini de yok etmenin neticesinde bizi insansız bir dünyanın eşiğine fırlattı.

İşte Almanya'nın Ruhr / Wetfalya havzasındaki kentlerde dolaşırken bunları düşündüm. Almanlar, Batı düşüncesinin en derinlikli düşüncesini ürettiler. Kant'ı ve Hegel'i biraz dışta tutarak konuşacak olursak Schopenhauer'dan Nietzsche'ye, Heidegger'den Frankfurt Okulu düşünürlerine kadar geliştirilen Alman düşüncesi, esas itibariyle geleceğin felâket dolu dünyasını haber veren Batı uygarlığının vicdanı olan bir düşünce geleneği bu aslında.

Ama pratikte Almanların bu vicdanı nereye kadar hayata geçirebildikleri bir hayli tartışmalı. Nazi felâketi bunun en ürpertici göstergelerinden biri hiç kuşkusuz. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken yakıcı nokta, bugünkü Almanların, insan türünün geleceğini ıskalayarak bütün enerjilerini ve güçlerini, daha insanî bir gelecek fikri üzerinde yoğunlaştırmak yerine ekonomi makinasını nasıl daha fazla canavarlaştırabilecekleri sorunu üzerine kilitlemeleri.

Avrupa'daki refah toplumu, insanın temel varoluş sorunlarını ıskalamaktan, bencilleşen, ertelenemez arzularının ve hazlarının peşinde koşuşturan "yeni barbar insan"ın ruhunu delik deşik etmekten başka bir işe yaramıyor: Hayatı anlamlı kılan, başka kültürlere, dinlere, medeniyetlere açılmayı gerektiren temel insanî değerlerin yok sayılması, başkası'na karşı geliştirilen korkularla hayatın idame ettirilebileceğinin sanılması, bencilliğin, izafileşmenin, makinalaşmanın, ırkçılığın, eşcinselliğin alabildiğine yaygınlaşmasına yol açıyor ve bütün bunlar, Avrupa'da insan türünün geleceğini tehdit etmekten başka bir işe yaramıyor.