Türkiye'nin AB ile ilişkisi 1959'da başlamıştır. Yıl 2023. Yüzyılın 2/3’ü kadar bir zaman geçmiş bir başka deyişle... Düşünebiliyor musunuz; kadim bir medeniyetin varisi olan milletimizin altmış küsur senesi kendisi için ‘medeniyet projesi’ kabul ettiği ‘Batı’nın kapısında bekleyerek geçmiş... Konuyu daha iyi anlayabilmek için geleceğe dönük bir projeksiyon yapalım: Avrupa Birliğine bugün (2023) müracaat ettiğimizi, aradan geçen 64 yıla (2087) rağmen Türkiye'nin hala o-bu veya öbür gerekçeyle kapıdan geri çevrildiğini, üstelik bizden sonra başvuran çok sayıda ülkenin üye olduğunu düşünün... Üstelik aradan geçen onca zamana rağmen, Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağına dair bir emare de yok. Ne kadar onurlu ya da onur kırıcı olduğuna siz karar verin artık...
Türkiye’nin üyelik sürecinin uzamasının nedeni emin olun tek başına ekonomik değil... Yunanistan gibi, İrlanda gibi, İspanya, Portekiz gibi ülkelerin AB’ye girmeden önceki ekonomik durumları bizden daha iyi değildi. Eski Sovyet ve Yugoslav Cumhuriyetleri de öyle... Kanaatimce temel neden; Türkiye’nin yüz yılın başındaki kendisini adeta mahkum ettiği Batı yanlı tercihi...
Ama başka nedenler de var elbette; Türkiye’nin Batı medeniyetinin bir üyesi kabul edilmemesi, Avrupa Birliğinin felsefesinin ‘Hristiyan Birliği’ üzerine inşa edilmiş olması, nihai hedef olarak kurulacak ‘Avrupa Birleşik Devletleri’nin ‘Roma’nın yeniden ihya’ projesi olması nedeniyle bu projede İslam medeniyetinin mirasçısı görülen Türkiye’ye yer olmaması gibi... Doğal olarak da sırf bir kısım toprakları Avrupa’da diye ‘Türkiye’nin kabulü söz konusu olamıyor.
Hadiseye içsel perspektiften de bakmak gerekir. Batı kurumlarından yana yapılan tek seçenekli tercih Türkiye’nin önünü tıkamıştır. Bu angajman 1990’larda şekillenen yeni dünya düzenine hazırlık yapmayı da engellemiştir. Terörün zirve yaptığı doksanlı yıllar kötü ekonomik performansla birleşince yeni şekillenen dünyaya cevap vermemiz bir 10 yıl kadar gecikti. Bu arada atı alan Üsküdar’ı geçmiş, taşlar önemli ölçüde yerine oturmuştu.
Hazırlıklı olan Almanya, Sovyetlerin dağılma belirtisi göstermesi üzerine harekete geçti ve henüz dağılmadan (1990) Doğu Almanya’yı bünyesine katmayı başardı. Kendisine tarihi bir misyon biçen İngiltere, ilk başlarda da tercihini AB’den yana yapmamıştı. Sonradan üye olsa da; İngiltere kendi stratejik kararını vererek 2016’da Birlikten ayrılmıştır. Bir Avrupa ülkesi ve Hristiyan çoğunluk olmasına rağmen Rusya’nın AB üyeliği bakımından hiçbir zaman tercihi hiç olmadı.
Öte yandan Türkiye’nin gerek yüz yıl önce gerekse İkinci Dünya Savaşı yaptığı bu tercih bünyevi bir sorundur. ‘Dayatılan’ bu politika toplumun dengesini bozmuştur. 2000’li yıllardan sonraki politik değişim nedeniyle geniş toplum kesimlerinde ‘aidiyet’ hissinin güçlenmesi de bu yüzdendir. Zira çeşitlenen seçenekler nedeniyle dışlanan toplumsal kesimler devlet içerisinde bünyesine-kültür ve medeniyetine uygun karşılık bulmuştur. Siyasi ortaklığın, stratejik tercihin de ötesinde ‘mahkûmiyet’ düzeyine çıkarılması toplumsal hafızada travma etkisi yapmıştır. Dolayısıyla Avrupa Birliği bizim medeniyet tasavvurumuza kaynaklık teşkil edemez, olsa olsa bizim için ticari bir partner olabilir.
Türkiye’nin stratejik tercihi kadim medeniyetin son temsilcisi olarak Batı, yani NATO veya AB’den değil Türk ve İslam dünyasından yana olmalıdır. Doğrusu 2000’li yıllarda bu konuda ümit verici gelişmeler yaşanmıştır. Özellikle 2001 ekonomik krizi, büyük maliyetlere sebep olmasına rağmen, toplumsal hafızamız üzerinde pozitif etki yapmıştır. Sonraki süreçteki hükümetlerin politik olarak durdukları yer de ihtiyacımız olan zihinsel değişim ve dönüşüm üzerinde benzer etki yapmıştır. Ancak bu dönüşümü ‘stratejik’ bir seviyeye yükseltebildiğimizi söyleyemiyoruz. Zira esasen Tanzimatla başlayan, ancak son yüz yıl içerisinde militer düzeyde uygulanan öğreti ile yüklenen ‘yanlış yazılım’ geniş halk kitlelerinin büyük fotoğrafı görmesini engellemektedir.
60 küsur yıldır Birliğe üye olmaya çalışan Türkiye, ekonomik ve sosyolojik yapısı nedeniyle Birliğe kabul edilmemektedir. Hali hazırda yaşanan sorunlara rağmen Türkiye 2000 sonrası ekonomik olarak güçlenmiş, hatta birçok makro veri AB üyesi pek çok ülkeden çok daha iyi seviyelere yükselmiştir. Avrupa Birliği 2008 sonrası yaşadığı ekonomik krizle güç ve prestij kaybı yaşamış, kendi içerisinde kurumu ileriye götürecek kararların alınmasında ve uygulanmasında ciddi sorunlarla karşılaşmıştır.
Mevzu bahis dönemde hızlı başlayan AB-Türkiye ilişkileri Kıbrıs, Ege kıta sahanlığı sorunu, Suriye iç savaşı, mülteci sorunu gibi nedenlerle yavaşlamış, adeta durma noktasına gelmiştir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisi biraz aralarında sevgi kalmayan ancak bir türlü de boşanamayan çiftin durumuna benziyor. Türkiye yeni bir 60 küsur yıl daha bekleyemeyeceğine göre stratejik olan bu kararını, başka bir stratejik kararla gözden geçirmesi ‘elzem’ seviyesine yükselmiştir. Vesselam...