"Gün gelecek, bu kıtanın tüm ulusları, kendi özgün niteliklerini ve şanlı bireyselliklerini yitirmeksizin, daha üst düzey bir birlik içerisinde kaynaşacaklar ve Avrupa kardeşliğini oluşturacaklar. Gün gelecek, tek savaş alanı, fikirlerin yarıştığı açık pazar yerleri olacak..."
AB'nin kuruluşundan tam 100 yıl önce (Victor Hugo-1802-1885) öngörülmüş bu düşünce... İnanmak her şeyin başı değil mi... Oysa bu sözden sonra bile Avrupa üç büyük savaş yaşadı; (Bismarck dönemi Almanya (Prusya)-Fransa savaşı, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı).
"Tarih 1854, aylardan Ağustos. Yer Londra. Salgın hastalık kolera sonucunda 616 can kaybedildi. Dr. John Snow kolera vakasının en fazla görüldüğü yerleri Londra haritası üzerinde işaretledi. Buralardaki mahalle çeşmelerinden aldığı numuneleri inceledi. Mahalle çeşmelerinden alınan kirli su koleraya neden oluyordu. Bu mahalle çeşmelerinin kapatılmasıyla koleranın daha fazla can alması önlendi. Dr. Snow kolerayla mücadelede meslektaşlarının tercih ettiği "ilaç kullanımı" yerine koleranın gerçek nedenini tesbit ederek sorunu kaynağında kurutmayı tercih etmişti" (alıntı).
Avrupa liderleri yüzyıllardır kangren olmuş olan sorunu kaynağına inerek tedavi etme yolunu seçti... Bakın bu bağlamda AB’nin ilkeleri nelermiş...
Farklılık içerisinde birlik’ (AB’nin mottosudur ve AB bu ilkenin gereği olarak oluşturduğu Erasmus, Socrares, Grundving, Youth gibi programlarla AB içi entegrasyonu sağlamaktadır)
Dayanışma ilkesi (bu ilke gereğince AB mali kaynaklarını tahsis ederek paylaşmanın gücünden yararlanmaktadır).
Diplomatik temsil kabiliyeti (Kıbrıs (Rum Kesimi) gibi küçücük üyelerin Türkiye gibi büyük bir devlete efelenmesi nasıl olabilir başka... Karşınızda Kıbrıs Rum yönetimi değil AB kurumsal kimliği var çünkü...).
AB mali yardım politikası (AB bütçesinin, ki yaklaşık Türkiye bütçesi kadardır, sağladığı hibe ve Avrupa Yatırım Bankasının sağladığı yüksek düzeyli, düşük faizli ve uzun vadeli (20-25 yıl) fonlarla AB ortalamasından düşük gelire sahip bölgelere öncelik vererek kalkınmalarını sağlamaktadır. Yunanistan, İrlanda ve Portekiz-İspanya gibi ülkeler bu fonlardan yararlanarak milli gelirlerini AB ortalamasına yükseltmişlerdir. Sözgelimi Yunanistan'ın başvuru sürecinde kişi başına milli geliri Türkiye’den düşük iken, şimdilerde rakamsal olarak Türkiye’nin önündedir. Yine 1973’te üye olan İrlanda şu anda AB’nin Lüksemburg’dan sonra en yüksek kişi başına milli gelirine sahiptir. Franco ve Salazar diktatörlüğündeki İspanya ve Portekiz ise süreç içerisinde AB üyesi olmaları ve mali yardımlardan faydalanmaları nedeniyle gayet yüksek gelirli ülkelerdir)
Avrupa Birliği’nin kuruluşunun pek çok nedeni vardır ama bunlar arasında en temel olanı; ‘Avrupa’da yeni bir savaşın çıkmasını oluşturacak zemini ortadan kaldırmak’tır. Zira sömürge paylaşımı ve Avrupa içerisindeki enerji kaynakları üzerindeki hak iddiası Almanya ile Fransa arasında yukarıda ismini zikrettiğimiz üç büyük savaşın doğmasına neden olmuştur. İşte yine bu büyük, derinlikli ve katmerli tarihi sorunu kaynağında çözmek üzere Avrupa Birliğinin kurucu iki temel aktörü bu iki devlettir. Zira Avrupa’nın kendi içerisindeki en önemli enerji kaynağı kömür ve sanayiinin en önemli hammaddesi demir cevheri iki ülke arasındaki tartışmalı ve çeşitli savaşlarda el değiştiren Alsas Loren bölgesinde idi. Bu yüzden öncül olarak kurulan kurumun adı da Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu idi (1951) ve savaş sonrası olmasına rağmen ortak yönetime konu oldu.
Dinsel nedenleri de gözardı etmemek gerekir. Her ne kadar laik yapısı nedeniyle yazılı belgelerde yer almasa da AB’nin bir ‘Hristiyan Kulübü’ olduğuna dair iddialar yabana atılacak türden değildir. Avrupa Birliği’nin kuruluşunda bu ortak kültürün etki etmediğini ileri sürmek gerçekçi olmaz. Belki de bu yüzden kimi çevrelerce Avrupa ortak kültürüne dâhil olmadığı gerekçesiyle, kimi zaman da daha açık olarak ve Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan kulübü olduğu iddialarıyla Türkiye’nin üyelik başvurusuna karşı çıkılmaktadır. Zaman zaman da ‘Papa’nın liderliğinde ‘Vatikan’da bir araya gelmeyi ihmal etmeyerek...
Bir değerlendirmeyle neticelendirelim bu kısmı... Lüksemburg Avrupa’nın Katarı... Hem milli geliri AB'nin en yükseği, hem nüfus bakımından (Malta’dan sonra) en küçüğü, hem de kilometre kare olarak öyle... Ama Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda ve Belçika gibi büyük ülkelerle birlikte Avrupa Birliğinin kurucu ülkelerinden birisi... Bir başka deyişle; Mısır, Suudi Arabistan, BAE gibi ülkelerin Katarı amuduyla yutma düşüncesinin aksine aralarına alıp onore ettiler... Düşünsenize; Almanya Fransa gibi ülkeler üstelik de dışarıdan gelen talep ve işbirliğiyle Lüksemburg’u aralarında pay etmeyi düşündüklerini... Böyle bir durumda Avrupa Birliği gibi büyük bir proje hayata geçirilebilir miydi hiç... Birlik olma noktasındaki pozisyonumuzu görülmesi bakımından bu karşılaştırmayı yapmak istedim. Bu anlamda AB Osmanlı "Millet sistemi"nin güncelleştirilmesidir (alıntı) (devamı var)