Eğer CHP, başörtülü kızların saçlarının “ne kadarı görünmeli” saçmalığına harcadığı enerjinin yarısını Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunda harcasaydı, hükümeti perişan ederdi.
Ama nerede öyle bir muhalefet?
Mehmet Altan yıllardır yazıyor, dün de Radikal Erdal Güven’in yazısını manşet yapmıştı.
Türkiye, beş yıl önce büyük bir sevinçle Avrupa Birliği’ne adaylığını üyeliğe çevirmek için “müzakerelere” başladı.
Müzakere edilecek 35 konu vardı.
Her bir konu açılacak, müzakere edilecek, Türkiye bu konularda Avrupa standardına ulaşmasını sağlayacak düzenlemeleri yapınca da o “konu” kapanacaktı.
Biz bu 35 konudan sadece on üç tanesini müzakere etmeye başlamışız.
Sadece bir tanesini sonuçlandırmışız.
Bizimle aynı tarihlerde müzakerelere başlayan Hırvatistan ise 35 konudan yirmi ikisini müzakere etmiş, gereğini yapmış ve sonuca bağlamış.
Bizim bu kadar geride kalmamızda Avrupalıların da payı var.
Kıbrıs konusundaki anlaşmazlıklar yüzünden sekiz konu müzakereye açılamıyor, beş konuya ise Türkiye’nin üyeliğine karşı olan ülkeler ambargo koymuşlar.
On üç konu tartışılamıyor, dosyaları açılamıyor.
Tartışılması gereken konuları da biz tartışmak için bir istek göstermiyoruz.
Şimdi Avrupalıların gerek Kıbrıs konusunda, gerekse aramızdaki anlaşmalar nedeniyle hakkımız olan “üyelik” konusunda dürüstçe davranmadıkları, kendi sözlerini çiğnemeye razı oldukları bir gerçek.
Ama başka bir gerçek daha var.
O da, biz AB üyesi olsak da olmasak da bu 35 konuda yapılacak değişikliklerin bu ülkede yaşayan insanların lehine olması.
De ki Avrupa bizi üyeliğe kabul etmeyecek, biz kendi çıkarımıza olan değişiklikleri yapmayacak mıyız?
Bu ülkenin iktidarı ve muhalefeti, bu ülkenin yararına olan gelişmeleri gerçekleştirmeyi bir politika haline getirmeyecek mi?
Muhalefet partileri, Avrupa standartlarında bir demokrasiden ürktükleri için Türkiye’nin Avrupalı bir ülke olmasına sıcak bakmıyorlar.
Muhalefet politikacılarına ve muhalefetin medyasına baktığınızda hepsinde aynı “diktatörlükten korkuyoruz” çığlıklarına rastlıyorsunuz ama “diktatörlükten” korkan bu insanlar Avrupa’nın “demokrasisinden” de korkuyorlar.
Onun için muhalefet AKP’yi Avrupa konusunda sıkıştırmıyor.
Hâlbuki AKP’nin belki de en zayıf noktası AB üyeliği.
Çünkü AKP, Avrupa standartlarını kabul etmenin kendi siyasi gücünü zedeleyeceğinden korkuyor ve ayak sürüyor.
Avrupa standartları insanların daha iyi yaşaması için “kurallar” getiriyor ama bu kuralları uygulamaya koyduğunuzda, disipline girecek birçok sektör hükümete kızacak, iktidar da onları kızdırmak istemiyor.
Peki, “kural dışı işler” yapan sektörleri kızdırmaktan korkan iktidar, sürekli o sektörler tarafından kazıklanan halkın kızgınlığından niye korkmuyor?
Çünkü halk kazıklandığını bilmiyor.
Kimse de ona nasıl kazıklandığını anlatmıyor.
Bütün her şeyi bir yana bırakın, sadece “gıda” konusunda hükümetin neler yapmadığına bakın.
Türkiye, bu konuda gerekenleri yapsa, halk bakterili et yemeyecek, zehirlenmeyecek, hamileler çocuklarını düşürmeyecek.
Ama halk, bakterili et yediğini bilmiyor, zehirlendiğini bilmiyor, hamilelerin çocuklarını bu yüzden kaybettiğini bilmiyor.
Medya onlara bu gerçekleri anlatmıyor, muhalefet de bu gerçekleri anlatmıyor.
İktidar da, “zehirlendiğini bilmeyen halkın zehirlenmesini önleyeceğim diye et ürünlerini imal edenleri niye kızdırayım” diyor, “nasıl olsa zehirlendiğini bilmeyen halkın benden temiz gıda talebi yok.”
Muhalefet “demokrasiden” korktuğu için, iktidar da “oy kaybetmek” istemediği için birlikte “halkın zehirlenmesine” göz yumuyorlar ve Avrupa standartlarının buraya gelmesi için çaba göstermiyorlar.
AB’nin “standartları” burada yaşayan halk için yararlı.
Halkı düşünen bir siyasi parti olsa o standartları gerçekleştirmek için çabalar.
Ama bunun için halkı uyaran bir medya ve hakkını talep eden bir halk gerekiyor tabii.
Halkın sesi çıkmadığı sürece buranın politikacıları o insanların zehirlenmesine ses çıkarmaz çünkü.
O yüzden de “müzakere dosyaları” bir türlü açılmıyor işte.