Ata binmek bir ayıp, inmek bin ayıp!
Avrupanın Kalbi Viyanadan Merhaba!
Merhaba sevgili Habername okurları!
İlk yazımız güzel bir nisan gününe denk gelidiği için sevincimi ifade etmeliyim.
Kadim dost Kemal beyin bu site için yazı yazıp yazamayacağım konusuyla alakalı teklifini alınca, doğrusu çekinmedim değil.
Fakat netice itibarı ile yazmak tutkusu, yakın geçmişten beri zihnimi kurcaladığı için, neden olmasın deyip besmele çektim ve bundan böyle sizinle bu sütunda yazılarım aracılığı ile buluşmuş olacağım.
Kısa sayılmayacak bir zamandır Viyana`da yaşayan, bazen kendini buralı, ama çoğu zaman memleketli hissetmiş, ve bu hissi her geçen gün daha da artan biri olarak yazıyorum.
Zamanın çok çabuk geçtiğini itiraf etmek durumundayım. Tabiri caizse zaman su gibi akıp gidiyor. Söylemeye dilim varmasa da, bir çeyrek asır nerede ise geçmiş bile.
Yıllar önce Viyana"ya gelişimin üzerinden henüz çok vakit geçmemiş, buranın benlik olmadığına karar vermişim; fakat, biraderim tarafından ata binmek bir ayıp, inmek bin ayıp diye ikna edilip burada kalmış bir insanın duyguları var içimde.
Yıllar yılları kovalamış, ve bendeniz burayı kendime nerede ise mesken tutmuşum. Fakat doğrusu birinci neslin anlayışı da hala üzerimde tesirini göstermiyor değil!
Altmışlı yılların başlarında Avrupayı imar maksadı ile memleketten buralara getirilmiş insanlar, bir iki yıl çalışıp, kimi bir traktör alacak, kimi de ufak bir dükkan açacak kadar para kazanıp dönmeyi düşünmüşler. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen hala dönememişler. Fakat o dönme duygusunu da her ne hikmetse yitirmemişler.
Bendeki de aynen öyle bir şey. Dönmek isteği hala içimde bir ateş gibi mevcut ama dönebilme cesareti maalesef kabuğunu kırıp dışa çıkamıyor.
Işte bu düşünce ve duygularla geçen bir çeyrek asır var şimdi hesabını yapmak durumunda olduğum.
Şimdi siz geçen yıllara mı yanarsınız, o tutkuya rağmen yazmadığınız ve hep hadiseleri geri plandan izlediğiniz için, yoksa geçte olsa gelen yazma durumuna mı sevinirsiniz.
Karar sizin.
Kısmetse sizinle haftada bir de olsa bu köşede buluşup bir nevi haberleşeceğiz. Bendeniz sizlere Viyana`dan yazmaya çalışacağım, siz sevgili okurlar da benim yazılarıma yapıcı telkin ve tekliflerinizi esirgemeyeceksiniz, ümit ederim.
Avrupaya gelen herkes gibi ben de, memleketin içinde bulunduğu hale acep bir çare bulur da kalkınmada pay sahibi olabilirmiyim diye düşünmedim değil. Haa! Bu düşünce halen tazeliğini de korumaktadır, (birçok arkadaşta olduğu gibi) onu da söylemeliyim.
Bu düşünceye nereden kapıldın derseniz, içinde yaşadığımız sekiz milyonluk küçük bir devlet konumunda olan Avusturya`nın işlerinin tıkırında yürümesinin payı büyük.
Bu sadece Avusturya için değil, Batı Avrupanın diğer memleketleri için de geçerlilik arzeden bir durum (Almanya, Fransa, İtalya, ve hatta Macaristan bile bu katarın birer vagonu gibi).
Bizi ve bizim memleketimizi buralardan ayıran nedir de, hep burada yapılanları kendimize örnek almak durumunda kalıyoruz.
Bu düzen ve intizam, bu iş ahlakı, bu başarıya ulaşmak için sarfedilen büyük gayret, karşıt fikirlere gösterilen (bazen öyle düşünülmese de) müsamaha, bizim insanımızın sahip olması gereken hasletler değil mi zaten.!
Diyorum ki!
Üzerimizden şu mahmurluğu bir atabilirsek, ulaşılması zor gibi görünen Batı standartlarının çok daha ilerisine geçebilir ve aslında bu işin o kadar da çetrefilli olmadığını aynel yakin görebiliriz.
Tabii, bunu başarabilmek için herşeyden önce şu meşhur, iliklerimize kadar işlemiş, bizden adam olmaz yahu! anlayışını tarihin çöp sepetine atmalıyız.
Bizden adam olur ve biz bu işi başarabiliriz.!
Çeyrek asırlık bir Avrupa misafirliğinin acizane bendenize kazandırdığı çok kesin bir kanaattir bu.
Bazı okurların hemşehrim başka işin yok mu senin; yaşa hayatını; zaten Avrupaya yerleşerek paçayı kurtarmışsın diye sitayişte bulunduklarını işitir gibiyim.
Dışı sizi, içi beni yakar deyimi ile bunun öyle olmadığını ifade etmeme müsaade buyurun.
İyi, güzel, doğru, faydalı, hakkaniyet, yazılarımızın yol haritasını belirleyen kilometre taşları olsun dileklerimle...
Yeniden MERHABA!