Muharrem ayı, hicri senenin ilk ayıdır. Müminler bu ayda sevinç ve hüznü bir arada yaşarlar.
Önceki ümmetlerden birçoğu, Muharrem ayının onuncu günü olan Aşura günü, zulüm ve sıkıntılardan kurtulduklarından inananlar tarafından bugün, sevinçle karşılanmıştır. Müslümanlar Aşura gününü, bir önce veya bir sonraki günle birlikte oruçlu olarak geçirmeye gayret ederler. Bolluk ve berekete vesile olması için de evlerine çeşitli gıda maddeleri alarak aile fertlerini sevindirirler. Komşu ve dostlara aşure ikram ederler.
Kerbelâ, hüzünle anılan bir mekândır. Kerbelâ’da Efendimiz’in mübarek torunu Hz. Hüseyin ve yanındaki yetmişten fazla kişinin şehid edilmesi Müslümanları hüzne boğmuştur. Kazım Paşa, ümmetin bağrını dağlayan bu ortak hüznü şöyle dile getirmektedir:
“Düştü Hüseyin, atından sahra-yı Kerbelâ’ya.
Cibrîl var haber ver, Sultân-ı Enbiyâ’ya.”
Efendimiz’in mübarek torununa bu zulmü reva görenler, ümmetin vicdanında mahkum edilmişlerdir. Müslümanların bu olaylardan ibret almaları gerekmektedir.
İslam Tarihi sahasında güzel eserler veren merhum M. Asım Köksal’ı rahmetle yâd eder, onun “Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Faciası” adlı eserinden dikkat çekici bazı bölümleri sizlere özet olarak sunmak isterim:
“Kerbelâ hâdisesi, dehşetli olduğu kadar, ibretlerle de doludur. Bu hâdise mütâlea edilirken o günün şartları göz önünde bulundurulmalı ve itidalli olunmalıdır. Bu facianın sorumluları; birkaç kişi veya bir zümre değil, ısrarla Hz. Hüseyin’i davet ettikleri halde ona sahip çıkamayan veya ihanet eden Kûfe eşrafı, makam hırsı gözlerini bürüyen Yezid ve adamları ile kraldan fazla kralcı olan diğer bir güruhtur.
Asırlar önce cereyan eden ve sorumluları, muhâkeme olunmak üzere kabirlerinde tutuklu bulunan Kerbelâ fâciasının, bugün insanlar arasında herhangi bir anlaşmazlığa vesile yapılması için bir sebep yoktur. Çünkü, Hz. Hüseyin; “Ey Allahım!.. Bunlarla ve kavmimizden olanlarla aramızda Sen hükmünü ver.” diyerek meseleyi Allah’a havale etmiştir.
Bu fâciaya sebep olanlara lanet okumak faydasız olduğu gibi, Emevîlik-Alevîlik veya Alevîlik-Sünnîlik ayırımı yapmak da yersizdir. Hz. Hüseyin Efendimiz, gönderdiği mektuplarında; “Ben sizi, Allah’ın kitabına ve O’nun rasûlünün sünnetine davet ediyorum.” diye yazmaktadır.
Sünnîlik; Peygamberimiz’in sünnetine bağlılık demek olduğundan “Kur’ân ve Sünnet”e, herkesten çok Ehl-i Beyt taraftarlarının sarılması gerekir. Hz. Ali başta olmak üzere bütün Ehl-i Beyt, Allah ve Rasûlü’nün yolundan zerre kadar ayrılmamışlardır.”
Muharrem ayında geçen hüzünlü ve sevinçli olayların hikmetlerini anlayarak Hz. Hüseyin’in, uğrunda feda-yı can ettiği değerlere sahip çıkmaya her zamankinden daha fazla muhtacız.
Efendimiz’in ve Ehl-i Beyt’in muhabbetinin yüreklerimizde yer etmesini diler, geçmişteki acıların yeni hüzünlere sebebiyet vermeyip bizleri birbirimize sevgi ile bağlamasını ve aşure tadındaki muhabbetli günlerin sizlerin olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim.
Ahmet Semih Torun -Habername