Rahmetli dedemin bir sözü vardı, hiç unutamayacağım bir söz; “İnsan gocar, gönül gocamaz” diye. İnsan ruhunu dizginleyen tek şey sevgidir. Vücut her daim yıpranır, lakin gönül sarayını beslersen her daim ayakta dimdik kalır.
Gönül sarayını neyle besleyeceksin?
Sevgiyle, aşkla besleyeceksin?
Ne güzel bir duygu değil mi sevmek veya âşık olmak?
İnsan herkesi sevebilir ama herkese âşık olamaz.
Sevmek âşık olmanın ilk adımıdır. Aşk da sevginin coşması ve taşmasıdır.
Aşk denildiği zaman hiç bir şeyi gözün görmez sevgiliden başka.
Fikrin ve zikrin onladır
Gökteki ay'a baktığında Sevgiliyi görür.
Odasını ay yerine sevgilinin ışığı aydınlatır.
Düşlerinde süslersin Sevgiliyi.
Attığın adımda, aldığın nefeste ve konuştuğun her kelimede o vardır ancak.
Leyla hakkında ne biliyorsun
Aşk; sarar senin vücudunu bir sarmaşık gibi.
Belki dışını süsler senin ama ya için…
İçinde ne ızdıraplar vardır, ne çileler.
Hele ki ona kavuşamamışsan.
Onun acısıyla yanarsın. Öyle bir yangın ki tüm hücrende o yangını hisseder ve yangın sana zamanla ızdırap olmaz, zevk olur senin için.
Onun ızdırabınla zevke döner aşkın.
Bir hikâyede bunu ne güzel açıklamıştır acının ve ızdarabın zevke dönüştüğünü;
Vaktiyle bir padişahın çok güzel bir kızı vardı. Uzun saçlı bir delikanlı ona âşık oldu. Geceleri hasretiyle ah ediyor, gündüzleri sarayın kapısını gözlüyor, o nereye giderse atının ardından sürüklenip gidiyor, koşuyor, gözlerinden yağmur gibi yaşlar akıtıyordu. Bu yüzden sultanın çavuşlarından durmadan eziyet görüyor, dayak yiyor, ama bir kerecik olsun feryat etmiyor, ah demiyordu. Halk bu olup biteni gördükçe kâh delikanlıyı ayıplıyorlar, kâh sultanın insafsızlığına söyleniyorlardı. İçlerinden bir tanesi bile delikanlıyı kıza layık görmüş değil. Nihayet kız babasına;
- Bu bela niceye dek sürecek, dedi; beni bu halden kurtar, artık utanıyorum.
Sultan bunun üzerine o delikanlının tutulup derhal şehir meydanına getirilmesini, orada saçlarından bir atın ayağına bağlanıp bedeni paramparça olana dek sürükletilmesini ferman etti. Halk, yürekleri parçalanarak meydana toplantılar, gözyaşları toprağı kızıl güllere benzetmekteydi. Ve nihayet sultan da kızı uğrunda can feda edecek olanın halini görmek istiyordu. Herkes hazır olunca bir asker delikanlının saçlarından tutup hazırlanan atın ayağına bağlamak üzere sürüklerken aniden kurtuldu ve sultanın huzuruna koşup eteğine yapıştı:
- Ey aleme adalet veren sultan, dedi; senden bir dileğim var, bir parçacık beni dinle..!
Sultan hışımlar karşılık gösterdi:
- Canını bağışlamamı istiyorsan, nafile; şu anda seni öldürtmekten daha büyük bir arzum yok. Saçımdan sürükletme, bir anda öldürecek bir yol tut diyeceksen, ahdettim, senin kanını at nallarına çiğneteceğim. Bir zaman için bana aman ver diyeceksen, bu da mümkün değil, çünkü toplanan halka karşı küçük düşmüş olurum. Yok, kızımla birkaç dakika olsun yalnız kalacağım diyeceksen, onun bir tek tel saçını bile sana reva görmem, artık onun yüzünü göremeyeceksin…
- Hayır, ey her yaptığını güzel yapan sultan, dedi delikanlı, canımı bağışlamanızı istemiyorum sizden. Hiçbir an mühlet de dilenmiyorum hatta. Kızınızı bana göstermeyeceklerini de artık biliyorum. Atların ayağı altında sürüklenme konusuna gelince, buna da itirazım yok. Benim sizden isteğim tamamen başka.
- Söyle o vakit nedir dileğin?
- Elbette bugün beni öldürecek, at nalları altında hor ve hakir bir halde kanımı toprağa karıştıracaksın. Dileğim o ki benin onun atının ayağına bağlayıp sürüklet. Çünkü ben o ay parçasının yolunda ölünce ancak diri olabilirim.
İşte aşk böyle yüce olmalıdır.
Günümüz aşkları gibi sadece güzelliğe ve şehvete aldanmamalı. Güzellik nedir ki? Gelip geçici.
Ya şehvet?
Bir anlık zevk.
Önemli olan bu beşeri aşkın insanı ilahi aşka yönlenmesi değil midir?
Sen güzelin güzelliğine aldanırsan halin nice olur?
Bedbaht olursun onun güzelliğiyle.
İnsan elbet aşık olur.
Çünkü gönlü aşka her zaman açıktır.
Ama bu aşklar insanı sonunu kötü eylememeli.
Aşağıdaki hikâyede bunu ne güzel ifade etmiş;
Vaktiyle Kütahya’da, Germiyan ilinde yakışıklı, gayretli, ibadete düşkün bir genç yaşardı. Herkesin parmakla gösterdiği Yusuf gibi yegane-i cihan bir civan idi. Bir gün pazara giderken evlerinin pencerelerinden birinde bir kız gördü ve aşkına düştü. Aklı başından gitti. Kız da onu görmüş, o da tutulmuştur. Sonra genç birilerini göndererek kıza talip oldu. Ne ki kızın babası aklından onu başkasına nişanlamıştı ve delikanlı küçük görüp teklifini reddetti. İki genç arasındaki aşk elemi dayanılmaz hale gelince kız haber gönderdi,
“Beni çok sevdiğini öğrendim. Benim de sana olan arzum son hadde vardı. İstersen gizlice seni ziyaret edeyim yahut senin evime gelmeni kolaylaştırayım, sen gel.”
Genç bu haberi getiren aracıya açık konuştu:
“Bunlardan hiçbiri olmayacak. Eğer ben Allah’a asi olursam büyük günün azabından korkarım.”
Aracı kıza gelip bu haberi verince kız,
“Nasılsın, benden sonra neyle karşılaştın?”
“Ey arzum! Senin sevgin ne güzel sevgiydi, beni hayra ve güzelliğe götürdü.”
“Nasıl biz güzellik?”
“Cennet ey sevgili, hiç bitip tükenmeyen nimet içinde sonsuz bir cennet…”
“Beni orada hatırla. Çünkü ben seni hiç unutamıyorum.”
“Vallahi ben de unutmuyorum.”
“Seni ne vakit göreceğim ey Sevgili?”
“Yakında bize gelecek ve beni göreceksin.”
O genç, rüyasından sonra yalnızca yedi gece yaşayıp öldü.
Aşk işte böyle olmalı.
Aşkın da hakkını vermeli Hakk katında.
Eğer sevgilinin güzelliğine ve şehvetine aldanırsak bu aldanma nice büyük aldanmadır. Eğer bizi Hakk’a götürecek bir aşka düçar olursak, dünyalığımız bizim için belki de acı içinde zevk olur amma ahıretimiz bizim için çok güzel bir yer olur.
Onun için âşık olmak kolay lakin aşkın pençelerine dikkat etmeliyiz.
NOT : İskender Pala Üstadımızın "Aşknâme"sini herkese tavsiye ediyorum. Aşk, bu kitapta asıl değerini bulmuş. Siz de aşkın asıl değerini bilmek istiyorsanız sakın bu kitabı kaçırmayın.