"Hali vakti yerinde her vatan evladı, kendisine en yakın ekmek fırınına gitmeli, eğer 2 ekmek alacaksa 3 ekmek parası ödemeli. Komşusu açken tok yatan bizden değildir" sözleriyle Devlet Bahçeli’nin başlattığı “askıda ekmek” çağrısına pek çok yerde MHP teşkilatlarınca destek açıklamaları yapılmış ve bölgelerinde kampanyalar oluşturmuşlardı.
Çok geçmeden başta CHP yöneticileri koro halinde olmak üzere Ali Babacan’a kadar uzanan muhalif siyasiler kampanyayı eleştirmiş, işi “ülkeyi bir ekmeğe muhtaç hale getirme ”ye kadar götüren tartışmalar gündeme oturmuş, Bahçeli’den de en sert cevaplarını almışlardı.
Aslında bu Devlet Bahçeli’nin daha önce de gündeminde olan bir konuydu. Google yazarsak, zaman zaman bu tür çağrılar yaptığına hemen ulaşabiliriz…
Ben işe başka bir noktadan bakmak istiyorum. Bahçeli’nin “askıda ekmek” duyurusu aslında tarihimizde “sadaka taşı” denilen geleneğin çağdaş bir versiyonudur ve bu topraklarda yüzlerce yıldır aşina olduğumuz bir dayanışma şeklidir.
Sadaka taşı; kökeni Selçuklulara kadar uzanan ve Osmanlı döneminde daha da yaygınlaşan bir yardımlaşma şekliydi. Sistem, fakir insanlar rencide edilmeden ihtiyaçlarını karşılamayı hedef alan “zarif” bir dayanışma modeliydi.
'Sadaka Taşları farklı boylarda ve genellikle beyaz renkli taştan silindir (bunların pek çoğu da antik sütunları dönüştürmesiyle oluşturulmuştur) veya dört köşe şeklinde, bir kısmı ise havuz, kovuk, bazen de oyuklar şeklinde olurdu.
(Geçtiğimiz günlerde Tokat Şehir Müzesinde fotoğrafladığım bir Sadaka Taşı Örneği)
Yardımlar bu oyuğa konulurdu. Sadaka veren ve alanlar kollarını uzatarak sadaka taşındaki oyuğa ulaşırlar, böylece kimin sadaka verdiği, kimin sadaka aldığı belli olmazdı, para bırakma/alma için ise genellikle akşam saatleri tercih edilirdi.
Çeşitli Bölgelerde;
Zekât taşı,
Zekât Kuyusu,
Hacet Taşı,
İhtiyaçgah,
Fıkara taşı
Gibi farklı adlarla da anılan sadaka taşları genellikle;
Bir kaç semtin, mahallenin birleştiği köşelerde (Üsküdar İmrahor Örneği)
Cami, tekke, medrese avluları, mezarlıklarda (Konya yağlıtaş mezarlığı köşesi)
Fakir, muhtaç ve hastaların barındığı yapıların önlerinde (Üsküdar Miskinler Tekkesi )
Dikildiği görülmüştür. Bir zamanlar sadece İstanbul’da 160 sadaka taşı olduğu kaynaklarda yer alır. Sadaka taşları İstanbul dışında Anadolu'da ve Bulgaristan, Bosna, Tunus, Fas, Cezayir gibi tüm Osmanlı coğrafyasında benimsenmiş ve oralarda örnekleri görülmüştür.
Bir kaç örnek vermek gerekirse,
İstanbul (Süleymaniye Camisi Avlusu, Arap Camisi Giriş Kapısı, Aksaray Sofular Caddesinde, Nuruosmaniye Camisi Avlusunda, Kazlıçeşme yanında vs)
Kayseri (Ulu Camii)
Ankara (Kesikbaş Türbesi, Hacıbayram Türbesi)
Sivas (Kale Camii)
Çorum (Ulu Camii)
Bafra (Büyük Camii)
Adı ne olursa olsun, nereye konulursa konulsun “Sadaka Taşı” Osmanlı döneminde toplumun kendiliğinden organize olduğu çok önemli bir sivil dayanışma şekliydi. Çünkü zaten devletin kurumsal anlamda ihtiyaç sahiplerine ulaştığı başka müesseseleri vardı, tıpkı bugün de olduğu gibi… Sadaka taşı ise sivil ve zarif bir yardımlaşma vasıtasıydı.
Öylesine zarif bir uygulamaydı ki sadaka taşına uzanan elin ne amaçla uzandığını kimse bilemezdi. Sadaka taşına uzanan el oraya “yardım almak” için mi uzanmıştır? “Yardım koymak” için mi uzanmıştır? Kimse asla bilemezdi. Yardıma riya karışmaz, yardım alan da incinmezdi…
Güncel tartışmamıza dönecek olursak konuyu şöyle bağlayabiliriz. Sadaka taşı ve bunun çağdaş uygulamaları (askıda ekmek vs) hiç bir zaman toplumdaki tüm gelir dağılımı adaletsizliklerine çare olacak bir uygulama değildir. Dolayısıyla fakirliği ve yoksulluğu ortadan kaldıracak kesin bir çözüm de değildir elbette. Ancak toplumda “ihtiyaç sahiplerine” duyarlı olmayı, çevreye, mahalleye, topluma bu gözle bakmayı ve “yardımlaşma” eksenli bir bakış açısı kazandırmayı sağlayan önemli ve kaynaştırıcı unsurlardır. Bireyselleşmeyi, bencilleşmeyi, ve çaresizliği derinleştirmeyen bir iletişim yaklaşımıdır. Bu anlamda “bizi biz yapan” değerli bir uygulama örneğidir. Belki “yoksulluğu” bitirmez ama “zarif ve incitici olmayan" bir yöntemle ihtiyaç sahibine uzanan bir “komşu elidir". Belki o sebeple bizim toplumumuzda en azından“kimse açlıktan ölmez”
Son söz: kim yaparsa yapsın, kim teşvik ederse etsin “askıda ekmek” uygulaması ve benzeri yaklaşımlar tarihimizdeki “sadaka taşı” geleneğimizi ve “komşusu aç yatarken tok uyumayan” komşu anlayışını ihya etmiştir. Devlet Bey’in çağrısı da böyledir. CHP’li bir belediyenin (Örneğini aşağıda gördüğünüz Atakum Belediyesinin çalışması gibi) çağrısı ve uygulaması da böyledir ve bu tür “dayanışma” faaliyetlerini siyasi saiklerle kötülemek “yardımlaşma geleneğimize” darbe vurmaktan başka bir fayda sağlamayacaktır.