Aktütün baskını sonrasında patlak veren tartışmalar sırasında askerin de siyasilerin de medyadan fazla mutlu olmadığını öğrendik. Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un kuvvet komutanlarını yanına alarak yaptığı sert ve öfkeli açıklama bütünüyle medyayı suçlayıcıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan ise, lâfı hiç dolaştırmadan, Siz kimin medyasısınız? diye sordu.
Daha önce habersiz olsaydık bile, bu iki çıkıştan, siyasilerle askerlerin medyadan rahatsızlık duyduklarını keşfetmiş olacaktık. Her iki çevre de kendileriyle uyumlu bir medya arzuluyorlar...
Siyasiler ve askerler renklerden arınmış siyah/beyaz bir medya düzeni arzuluyorlar da, bazı meslektaşlar asker ve siyasetçiden çok mu farklı sanki; onlar da kendilerinin yazdıklarının ve üsluplarının hiç tartışmasız takip ve taklit edilmesi beklentisindeler... Biraz değişik bir yaklaşım sergileyeni, ya da üslup tartışması açmaya kalkışanı dışlama eğilimi, aynen askerler ve siyasilerde olduğu gibi, medyada da uç verebiliyor.
Çok sesliliği ancak kendi sesimizin tınıları içerisinde kabul etme eğilimindeyiz; aksi halde Batsın bu dünya korosuna bizler de katılıyoruz.
Gazeteler ve gazeteciler demokrasiden beslenirler; özgürlük alanının genişliğiyle orantılıdır bir ülkenin medyasının kalitesi. Akılları başlarındayken, siyasiler de asker-sivil devlet bürokrasisi de demokrasi ve özgürlüklerin kendi can damarları olduğunu anlar. Anlamayana bunu anlatma görevi, herkesten önce medya mensuplarınındır.
Görevlerin kesiştiği tek alan da bundan ibarettir. Bunun dışında her meslek sahibinin mesleğinin özelliğine bağlı kısıtlamaları olması tabiidir. Bir askerden hiyerarşik disipline aykırı davranması veya davranılmasını savunması beklenemez. Bir politikacı, hele iktidar partisinin başındaysa, devlet kurumlarıyla uyumlu çalışmaktan grubunu bir ve bütün tutmaya, bir sonraki seçimden başarıyla çıkmaya kadar bir dizi mülâhazayı düşünmek zorundadır. Bir başbakanın, bir bakanın, bir parti yöneticisinin bu satırların yazarı kadar devlet kurumlarını eleştiride kendini serbest hissetmesi beklenebilir mi?
Demokratik bir ülkede gazeteci 'mahallenin bekçisi' görevini yapacaktır; çarpıtmaya ve yalana başvurmadan... Gazeteciden askeri disipline uymasını, ya da siyasilerin reflekslerine sahip olmasını kimse bekleyemez, beklememeli.
Siyasetçiler, askerler ve gazeteciler olarak, ilgi alanlarımız ve görevlerimiz birbirine yakın görünse de, birbirinden çok farklı ve bazen çelişen konumların sahibiyiz. Vatanı düşmanlara karşı korumak ve Aktütün'de karakol görevi yapanların güvenliğini sağlamak askere düşüyor; onların bu görevi en iyi biçimde yerine getirmesinin imkânını hazırlamak ve gerektiğinde hesaba çekmek de siyasilere... Onların hataları varsa bulup çıkarmak ise medyaya. Bunlar birbirini tamamlayan değil, çoğu zaman birbiriyle çelişen konumlar...
O halde medyanın siyasetçi ve askeri eleştirmesi de, asker-sivil bürokrasinin ve siyasetçinin medyadan hoşnut olmayışı da normal karşılanması gereken duruşlardır. Esasen bu üç konumun birbirinden mutlu, mesut ve bahtiyar yaşadığı bir ülkede bir şeyler yanlış demektir.
Bilmem anlatabildim mi?