Asırlardır Gerçekleşmeyen Rüya: Cemiyet’ül- Fazıla
Dünya’da ilk insandan beri binlerce devlet kuruldu, milyonlarca cemiyet yaşadı. İnsanlık, biteviye daha iyi insanı, daha güzel aileyi, daha huzurlu cemiyeti, daha adil devleti aradı durdu. Cemiyetler, “en güzel, en adil, en dengeli devleti nasıl kurabiliriz, en ahlaklı, en huzurlu, en faziletli toplumu nasıl oluşturabilirizin peşinde koştular. Dinler, felsefi görüşler, ideolojiler hep bu gayeye ulaşmak için çalıştılar, çabaladılar. Peygamberler, filozoflar, ideologlar... Hep bu rüyayı gerçeğe dönüştürmek için çalıştılar.
Hak dinler -ki şu anda yeryüzünde hak dinlerin son ve tek temsilcisi İslam’dır- bu soruya cevap olarak şu temel umdeleri savundular, savunuyorlar; “Her şeyi( insanı, evreni, ahireti, dünyayı, ahireti…) Yaratan, gücünün ve kudretinin sınırı olmayan Allah Teala, gönderdiği dinlerle, peygamberlerle, kitaplarla… Hayatın her alanı ile ilgili temel umdeler koymuştur. Allah Teâla son gönderdiği kitap olan Kur’an’da, devlet ve insanla ilgili temel-teorik- kurallar koymuş, bu kanunların pratikte uygulanması içinde elçi olarak peygamberimizi Muhammed (sav) i göndermiştir. Böylece yaratan yarattığı hiçbir şeyi başıboş bırakmadığı gibi insanı da başıboş bırakmamıştır. İslam, sadece bir inanç ve ibadet dini değil O aynı zamanda devlet yönetimi ile ilgili de, cemiyet hayatı ile ilgili de kanunlar ihtiva eder. Bu cümleden olmak üzere her mümin şuna inanır: Her şeyin sahibi olan, gücüne, kudretine, bilgisine sınır olmayan Allah, iyi bir devleti adaletli, güçlü, dengeli, iyi bir insanı da itikadlı tam, ahlaklı olarak tanımlar.
Dinlerin yanında değişik dönemlerde yaşayan filozoflar da aynı arayışın içinde olmuşlardır. Bu konuda ilk akla gelenler Platon/Eflatun, Konfiçyüs, ve Farabi’dir. Eflatun,” …Toplumları mutluluğa ulaştırmak, yönetimin bilge kişilere teslim edilmesi ile mümkün olur. Başa filozoflar geçmez, ya da baştakiler felsefe yapmazlarsa, insanlığın acıları asla sona ermeyecektir..." Der, Farabi ise Medinetül Fazıla ismindeki eserinde bu rüyanın nasıl gerçek olabileceğini irdeler. O; Cemiyetin ahlakı ile devletin erdemi arasında güçlü bir paralellik kurar.
Felsefecilerden başka son asırlarda Kokuşmuş Batı Medeniyeti topraklarında yetişmiş ve insanlığa kandan, gözyaşından, savaştan başka bir şey vermeyen ideolojiler ve onların savunucuları olan insanlar da, devletle, cemiyetle, yönetimle… İlgili görüşler ortaya atmışlar, üstelik bu görüşler sadece teoride kalmamış devlet uygulamasında pratiğe dökülmüştür. Bu ideolojilerin başında Komünizm gelir. Bu ideolojiyi kurtuluş gibi gören, Mao, (örnek olarak bu diktatör 30 milyondan fazla insan öldürdü) , Stalin, Troçki, Polpot… Zalim, sömürücü, adaletsiz… Diye yıktıkları kapitalist sistemden daha fazla zulüm yapıp, kan dökmüşlerdir. Faşizmin temsilcileri olan Hitler ve Mussolini kan dökmede Komünistlerden geri kalmamışlardır.
Görüldüğü üzere ilk insandan bu güne dinler, filozoflar ve değişik ideolojiler iyi insanı yetiştirmek, faziletli toplumu oluşturmak, erdemli devleti kurmak arayışını biteviye sürdürmüşlerdir. Bu arayışa cevap bulmak için tarihi dikkatli okumak, insanı, evreni, maddeyi, zamanı… iyi tahlil etmek gerekir. Bunları yaptığımız zaman ortaya şu gerçek çıkar: Dünya tarihi dikkatli incelendiğinde dünyada, kusursuz, mükemmel, her şeyi ile ideal insan da yoktur cemiyette, devlette. O zaman yapılacak iş, kusursuzu aramak değil en az kusurluyu aramaktır.
En Yüce İnsan En İyi Cemiyet En Güzel Devlet…
Tarihen sabit olmuş ve son din İslam’ın görüşü ile de paralellik oluşturan görüşe göre Dünyada yaşamış en yüce, en iyi, en zirve eşi menendi olmayan insanlar Peygamberlerdir. Onların bir numarasında da peygamberimiz Hz Muhammed (SAV) vardır. Sonra Ulul azm peygamberler, sonra diğer peygamberler ve sahabe efendilerimiz sıralanır. Günümüze kadar yaşamış en faziletli en erdemli Topluluk Peygamberimizin sahabelerinde oluşan İslam topluluğudur. Ahlakı ile, inancı ile, adaleti ile, cesareti ile… Sahabe efendilerimizin asr-ı saadetin dünyada eşi yoktur. Devletler sıralamasında da peygamberimizin Medine Devleti bir numaradadır. Sonra Osmanlının belirli bir dönemi(kuruluş ve yükseliş devrinin bir kısmı, gücü, adaleti, kendi içinde ve dünyada kurduğu nizamın yüksekliği açısından ) gelir
Günümüze Reçete Tarihimizde Var
Son asırlarda ve günümüzde tüm dünya ve ülkemiz -dolayısı ile tüm insanlık- elde ettiği devasa zenginliğe, akıl almaz teknolojik ilerlemeye, -sanayide, bilimde, iletişimde, ulaşımda- rağmen, mutlu, huzurlu, saadetli, erdemli olamıyor, içinden çıkılmaz buhranlarla boğuşmaya devam ediyorsa; ahlaksızlık, adaletsizlik girdabında asırlardır dönüp duruyorsa… Çare, bu tarihi gerçekleri hatırlamaktan geçiyor. Asr-ı saadeti öğrenip o kutlu zamana, o mübarek yıllara dönmenin yollarını bulmaktan geçiyor. Bu dönemdeki yüceliğe erişmemiz mümkün değil Çünkü Onlar sahabe, lakin o devre en yakın hayatı yaşamayı başarabiliriz. (Osmanlı ve Selçukluların belirli dönemleri gibi) Fert ve cemiyet olarak bu zirveye varmanın en kestirme yolu da tarihen sabittir ki, sağlam bir itikat, katıksız bir ibadet, hakiki bir İslam ahlakı (tasavvuf) ve adil bir muamelattan geçer. Aksi halde ne bu dünya da mutlu olmak mümkündür ne de sonsuzluk diyarı olan ahirette cennete kavuşmak…