ABD'nin CBS televizyonuna verdiği demeçte Fener Rum Patriği Bartholomeos, "Kendimi çarmıha gerilmiş gibi hissediyorum" şeklinde bir ifade kullandı mı, kullanmadı mı?
Kullandıysa da kendisi gerçekten çarmıha gerilmiş gibi midir, değil midir..?
Hadisenin bu kıl-u kal kısmına girmek istemiyorum, şahıslara ve son olaylara değinilmeden hadisenin oluşuna ve olacağına bakalım bir diyorum...
Şimdi, empati de yapmaya çalışarak meseleyi anlamaya ve işin oluruna varmaya çalışsak. Empati yapmak diyorum da; bizim gibi uzak diyarlarda, başka dinlerden ve milletlerden insanların arasında yaşarken insan kendi yaşadıklarından yola çıkarak Türkiye’deki bazı insanların “Azınlık Psikolojisi”ni daha iyi anlayabiliyor.
MESELELERİN ÜZERİNE KULUÇKAYA YATMAK MI?
Neyse,
Şimdi Sayın Bartholomeos aslında neyden yakınıyordu ve ne istiyordu?
Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nun tekrar açılmasını ve kendi din adamlarını yetiştirmeyi istiyordu. Bu talebi Patrikhane yıllardır dile getiriyordu, bunu memleket içinde açık kapalı ortamlarda dillendirmişlerdi. Bu mesele Obama dâhil son Amerikan Başkanlarının Türkiye ziyaretinde bile gündeme getirilmişti. Yani, yağacak kar ve kış “geliyorum” diyordu; bir hikâyede olduğu gibi.
Aslında bu mesele, belki de 80 yıllık bir aysbergin sadece görünen kısmıydı ve altında başka problemler de sırıtıyordu. Sayın Bartholomeos Hıristiyan Rumlara din adamları yetiştirmek için bir nevi “imam hatip” açılmasını istiyordu.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk yıllarda ilan edilen “Tevhid-i Tedrisat” Kanunu’yla birlikte bütün dinî okullarla birlikte, yani tekke ve medreselerle birlikte azınlıkların dinî okulları da kapatılmıştı.
Daha sonraki yıllarda vefat edenlerin cenazelerini yıkayacak bir imam bulunamaması üzerine, yine Tek Parti döneminde imam hatipler/ İslam Enstitüleri açılmıştı. Buradaki bir maksat da insanların, dini ihtiyaçlarını/ boşluğunu karşılamak için dini cemaatlere ve tarikatlara yönelmesinin önünü almaktı. Yani, “Bu ülkeye komünizm getirilecekse de onu biz getiririz” hesabı!
Fakat gelin görün ki şimdi katsayı hokkabazlıklarıyla aynı imam hatiplilerin her şekilde önü kesilmeye ve tecrit edilmeye çalışılıyor. Yani moda tabiriyle, “yüzde 99’u Müslüman bir ülkede”, temel eğitimin yanı sıra ekstra olarak bazı dini dersler alanlar, resmi bazı makamlar ve kurumlarca sakıncalı adam muamelesi görüyordu. Bir de ruhban sınıfı açılsa, Allah bilir onlara ne numaralar icat edilecektir ki, bu da ayrı bir mevzu…
KIRMIZI ÇİZGİ DUVARLARINA TOSLAYIP DURMALAR..
Şimdi efendim,
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nda köklü değişiklikler yapılamıyor ve bu “Kırmızı Çizgiler”e giren alanda aslanlar gibi konuşlandığı için ne oluyor? Türkiye sınırları içinde eğitim almayan Ortodoks din adamları eğitimini başka ülkelerde alıyorlar. Uzak tutuldukları bir ülkeye karşı böylelikle dostane bir duygu içine giriyorlar mı sizce? Üzülerek, zannetmiyorum…! Ki, insan tanımadığına düşmandır. Her şey bir yana, bir Türk insanının tavşankanı çayını, ya da acılı bir kahvesini içen bir papazın, görevi için gittiği bir Ortodoks ülkede Türkiye ve Türklerin aleyhine olacağına inanmıyorum ama. Hani “Kahvenin kırk yıl hatırı var” ya, onlarda da o hatır olacaktır. En azından o hatırı da burada öğreneceklerdir…
Geçtiğimiz yıllarda, İsveç’in saygın papazlarından Bengt Wadensjö ile yaptığımız bir röportajdaki sözleri, meseleye karşı pencereden bakma noktasında çok güzel örnekti. Hıristiyanların İslam dünyasını doğru anlaması adına Suriye, Ürdün gibi yerlere şahsi bir inisiyatif olarak geziler düzenlediğini söyleyen Papaz Bengt, bazı İsveçlilerin şu tepkisiyle karşılaştığını aktarıyor: “Can güvenliği açısından böyle bir şeye nasıl cesaret ediyorsun?!”
Kendisinin onlara: “En barış ve huzur dolu yerler orası!” dediğini söyleyen Wadensjö, 1982 yılında Türkiye’ye ilk gittiği yıllarda da insanların ilk yorumunun: “Buraya canlı olarak dönemeyeceksin!” olduğunu belirtirken, bu yargıda değişmeler olsa da, alınması gereken çok mesafeler olduğunu ifade etmişti.
Hıristiyanlara düşenin, Müslümanları doğru anlaması için İslam ülkelerine düzenli geziler düzenlemesi gerektiğine vurgu yapan Papaz Wadensjö: “O zaman insanlarımız orada ne kadar güzel bir kültür olduğunu görebilirler. Ön yargılardan kurtulmak adına çok çaba sarf etmeliyiz. Buna çözümler bulmak için belediyelerde toplantılar düzenlemek istiyoruz. İçine girdikçe her geçen gün İslam hakkında yeni şeyler öğrenmeye başlıyoruz” demişti…
Yani Papaz Wadensjö, Avrupalının, özellikle de din adamlarının Türkiye’ye gitmekle, oralara ait önyargılarının kırılacağını, Türkleri ve bölgeyi daha iyi tanıyacağını söylüyordu. Açılacak bir Ruhban Okulu da buna hizmet etmez mi acaba?
AVRUPALI İMAMLAR YOLDAYKEN..
Şimdi bu bağlamda,
Başta İsveç olmak üzere, diğer Avrupa ülkelerinde yeni bir uygulamaya işaret etmek istiyorum. Artık Avrupalı ülkeler, ülkelerinde Müslüman azınlıkların dini ihtiyacının karşılanması için yurtdışından din adamı, imam getirilmesi dönemini kapamak istiyor. Onun yerine, din adamlarının kendi ülkesinde yetiştirilmesini salıklıyor, buna dair alt yapıyı da hazırlamaya çalışıyor. Buna gerekçe olarak da, yurtdışında eğitim alıp gelmiş imamların, ülkelerinden dil vb. gerekçelerle uyum, entegrasyon problemi yaşayacağı. Ayrıca dışarıdan terörizm ithali olması endişelerinin olduğu da vaki…
Avrupa’da İslami dini okulların açılması teşvik ediliyor. Hollanda başta olmak üzere, bazı yerlerde İslam üniversiteleri, enstitüleri kuruluyor. En ufak bir pürüz anında da biz yabancılar olarak “Nerede demokrasi, nasıl olur?” diye tepki verdiğimiz oluyor. İşte bu noktada önce çuvaldızı kendime batırıyorum ve kendi ülkemdeki azınlıkların da neler hissetmiş olabileceğini anlamaya çalışıyorum.. Hele bir de Avrupa’daki Türklerin evveliyatının taş patlasa 40 yıl olduğunu düşünürsek.. Türkiye’deki Rum vatandaşlarımız ki yüzyıllardır oralarda yaşıyorlar, oradaydılar hep. Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethettiğinde zaten onlara her türlü dini, vicdani özgürlüğü tanımıştı. Onu çağrıştıran Ayasofya’ya yaşatılan arada kalmışlık, “iki cami arası bînamazlık” yaşayan insanlara bari yaşatılmasın… Bizim kadim devlet geleneğimize uymaz çünkü.
GERMEDEN ÇÖZMEK…
Şimdi, Sayın Bartholomeos “çarmıha geriliyoruz” dedi mi demedi mi? Tam bilmiyorum. Ama kesin olan bir şey var ki kendimizi ve ülkemizi geriyoruz, yok yere…
Bakan Yazıcı, "Yanlış buluyorum. Türkiye, hak ve özgürlüklerin kullanımı bakımından en özgür ülkelerden bir tanesi. Çok haksız bir değerlendirme olarak görüyorum. Türkiye her şeyin tartışıldığı, gizli kapalı hiçbir odanın bulunmadığı, gayet şeffaf tartışmaların yapıldığı bir ülke. Çok abartılı buluyorum bu açıklamayı. Belki sıkıntıları vardır, ama sıkıntıları çok abartılı şekilde ifade ettiği kanısındayım." dedi amenna, katılıyorum. Fakat bu meselede de ayak sürümenin uzun vadede bir faydası yok. Eskiden bazı paranoyalar yaşayan, kendisini sürekli tehlike içinde gören, çevresindeki herkesi potansiyel düşman olarak gören Türkiye çoktan kabuğundan sıyrıldı bile. Çevresindeki olaylarla ve şahıslarla yüzleşiyor, korkularının gözlerinin içine bakıyor. O gözlerin ışıltısında kendi yansımasını görüyor ve cesaret buluyor! (Ermeni, Kürt, Kıbrıs vb açılımlarda olduğu gibi.)
Bunda da öyle olacaktır… Yoksa Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün, bir meseleye binaen, “Meseleleri kendi içimizde çözelim, aksi takdirde günü gelir dışarıdan birileri müdahale eder ve çözüme dâhil olmaya kalkar” mealinde bir sözündeki gibi, kendi kendimize meselelerimizi çok bilinmeyenli denklemlere dönüştürürüz…
En kolay çözüm, en yalın olanıdır. O da muhatabının gözlerinin içinde.
HAMİŞ: Bunları yazıyorum ya, bundan 4-5 yıl önce de dillendirmiştim gerçi… Birileri yine çıkacaktır; misyonerlikten vb dem vuracaktır. Ulusalcıların yıllardır estirdikleri bu iç karartan rüzgardan mülhem… Hükümet de bu mayın tarlalarından korktuğu için bu zamana kadar net adımlar atamadı sanırım. Ama birileri karşı/ kara propaganda yapacak diye de sağduyumun sesini dillendirmeyecek değilim ya! Geniş Vatan Caddesi’ni yaptığı için Menderes hükümetini yabancı ülkelere memleketi satacağını iddia edenlerin yaşadığı bir ülkede yaşadık biz. “Düşman uçakları daha rahat iniş yapabilsin” diye, böyle bir sinsi amaçla (!) o geniş yollar yapılmışmış. Şimdi o yollar ne dar geliyor canım İstanbulluya. Bu demokrasi ve özgürlük yolları da her seferinde dar gelecek ve insanımızın ufku açıldıkça açılacak... Birileri de bu arada atmaktan, satmaktan dem vursun dursun. Ama yeter ki kervan yürüsün ya!
RAMAZAN KERPETEN