Artık Darbe Yapamazlar

xxx43

Bundan sonra başarılı darbe olabilir mi? Pek küçük bir ihtimalle darbe teşebbüsü olabilir ama kesinlikle başarılı olamaz. Teşebbüs edilirse kaos olur, anarşi olur, iç savaş olur.

27 Mayıs 1960. Gecenin köründe radyolardan avaz avaz marşlar çalmaya, bildiriler okunmaya başlandı. O zamanın Ergenekoncuları, CHP'liler, suyun öte tarafından gelenler pencerelerini açtılar, radyolarını sonuna kadar açtılar, ağızları kulaklarında. Millet çoğunluğu şaşkın ve gafil avlanmış. O zaman Türkiye'de üç radyo var: Ankara, İstanbul, İzmir radyoları. Hepsi de devletin müessesesi. Birkaç cemse askerle hepsi de ele geçirildi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulu, Meclisteki iktidar partisi milletvekilleri Genelkurmay Başkanı, büyük bürokratlar derdest edildi. Din adamlarının, tasavvuf ileri gelenlerinin bir kısmı da tutuklandı. Erzincan ve Sivas'taki temerküz kamplarına konuldu.

Kripto Yahudi, Selanikli, samimî veya gayr-i samimî matbuat (basın) mensupları sevinç tamtamları çaldılar.

Devlet, halk, memleket darbecilerin avucuna olgun bir armut gibi düşmüştü.

Darbeye karşı çıkanları feci şekilde ezmişlerdi. İstanbul Üniversitesi Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat bey bile Harbiyenin altındaki zindana atılmıştı. Suçu hukuk üzerine makaleler yazmaktı. Daha sonra Harbiye zindanından almışlar, Balmumcu askerî cezaevine koymuşlardı. Bir grup genç ziyaretine gitmiştik. Bir binbaşı, hediye götürdüğümüz lokumları iğne ile delerek kontrol etmişti.

12 Mart 1971 darbesini o kadar kolay yapamamışlardı. Hayli fabrikasyon anarşi kaos, çatışmadan sonra idareye el koymuşlardı.

Silindir şapkalı, kuyruklu fraklı, komilfo Şalcı Nihat Erim'i Başbakan yapmışlardı. Bu Nihat Erim, Bakan Sadi Kocaş ve İstanbul Sıkıyönetim kumandanı Faik Türün Paşa (Paşa vü maşa vü temaşa...) kışkırtıcı Cumhuriyet gazetesini 20 gün, sahibi olduğum Bugün gazetesini süresiz kapatarak ne kadar âdil olduklarını göstermişlerdi.

Bendeniz o zaman neredeydim? Almanya'da sürgündeydim. Yurt dışında olduğum için canımı biiznillah kurtardım.

12 Eylül 1980 darbesinde Türkiyedeydim. Küçük haftalık bir gazete yayınlıyordum, pek göze batmıyordum.Darbe yapabilmek için ülkeyi cadı kazanına çevirmişlerdi. Günde ortalama 35 vatandaş öldürülüyordu. Nihayet şartlar olgunlaştı ve darbeyi yaptılar. Zulüm zulüm zulüm. İdamlar, işkenceler, haksızlıklar...

Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır. Büyük bir Amerikan dergisi, bizim kodaman darbeci paşalardan biri için "NATO'nun en zengin generali" başlıklı bir yazı yayınlamıştı da, askerî hükümetimiz derginin o sayısının Türkiye'ye sokulmasını yasaklamıştı.

En son 28 Şubat postmodern darbesi yapıldı.

Her darbede Türkiye en az on sene geri kaldı.

Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Türkiye yeni bir darbeyi kaldıramayacak hale geldi.

Darbe yapmak için yanıyorlar ama yapamıyorlar. Halk böyle bir şeye izin vermez. Teşebbüs ederlerse 1936 ile 39 arasındaki İspanya iç savaşı gibi bir facia olur. O savaşta bir iddiaya göre 750 bin, bir iddiaya göre bir milyon İspanyol ölmüştü.

Halk tarafından seçilmiş sivil iktidar tedbirlerini almıştır.

Türkiyede artık bir tek ordu değil, paralel ordular vardır.

Ordunun içinde de darbe istemeyen bir çoğunluk var.

Türkiyede binlerce radyo ve televizyon var. Bunları zapt u rabt altına almak mümkün değil.

Türkiyede binlerce uyanık sivil kuruluş var.

Üç devlet radyosundan gecenin köründe İzmir, Selanik, Dağ başını duman almış, Atam İzindeyiz marşları çalacaksın ve idareye suhuletle el koyacaksın. Yağma yok!.. Köprülerin altından çok sular aktı.

Sivil halkın gözleri açıldı. Kör döğüşü var ama az buçuk da olsa fikir, kanaat, idrak, şuur var.

Darbeciler maşaallah çok akıllı. Onlardaki zeka hayretlere seza. Tuh tuh tuh, Şeytan kulağına kurşun. Fatih camiini bombalayacaklar ve 72 milyonluk ülkeyi teslim alacaklar. Aman ne keskin zeka!.. Keskin sirke gibi bir şey. Kendi küpünü deliyor.

1969'da sahibi bulunduğum Bedir Yayınevi vasıtasıyla Malaparte'nin "Darbe-i Hükümet Tekniği" adlı kitabının tercümesini yayınlamıştım. Malaparte özetle şu tezi savunur:

İyi planlanan, iyi yürütülen bir darbe başarılı olur.

Bir iktidar darbeye karşı iyi hazırlanır, etkili tedbirler alırsa onu başarısız hale getirir.

Türkiye bata çıka, cadı kazanı gibi kaynaya kaynaya, bin bir provokasyon, sabotaj, rezalet, kokuşma, kirlilik içinde ama darbesiz olarak yoluna devam edecektir.

En kötü sivil idareler, en iyi darbelerden daha iyidir.

Hele şu darbe yolu iyice kapatılsın, ondan sonra inşaallah temizlik, şeffaflık, tam adalet, tam güvenlik, ahlak ve fazilet, bilgelik, tarihî devamlılık, hayırlı ve faydalı ıslahat, medenî zihniyet sökün edecektir.

Önce darbe belasından kurtulalım.

* (İkinci yazı)

Tarikat-i Aliye-i Bektaşiye

1974 yahut onu takip eden yıllardan birinin Ramazanında sık sık Sultan Bayezid camii şerifine gidiyordum. Sağ taraftaki bir maksurede orta yaşlı beş altı kişi bütün Ramazan boyunca namaz kıldılar, Kur'an okudular, zikr u taatte bulundulardı. Merak edip, bunlar kimlerdir diye tanıyanlara sormuştum. Bunlar bir grup Bektaşilerdir cevabını almıştım.

Bunlar Hacı Bektaşi Veli hazretlerinin yolundan giden dervişlerdi. Oruç tutuyorlar, namaz kılıyorlar, Kur'an okuyorlardı, tesbih çekiyorlardı.

Bektaşi şeyhlerinden Mehmed Süreyya Münci Baba İstanbul'da Şems matbaasında 1330/1914'te basılmış Osmanlıca "Bektaşilik ve Bektaşiler" adlı kitabında, Bektaşilik nedir sorusuna:

"Bektaşilik Kur'an ve Sünnettir" cevabını verir.

(Bu faydalı ve aydınlatıcı kitap Diyanet Vakfı tarafından 1995'te Tarikat-ı Aliye-i Bektaşiyye adıyla lisanı sadeleştirilerek basılmıştır.Sadeleştiren ve basıma hazırlayan: Ahmet Gürtaş.)

Hacı Bektaşı Veli hazretlerinin yolundan giden, onu mürşid olarak kabul eden birMüslüman elbette namaz kılar, oruç tutar, zekat verir, hacca gider,Kur'anı düstur ve imam kabul eder, Peygamberi önder bilir ve ahlakıyla ahlaklanır.

Onlarda Ehl-i Beyt sevgisi fazlaymış... Ne güzel!.. Ehl-i Beyt'i sevmek zaten farzdır. Ashaba ta'n etmemek şartıyla Ehl-i Beyt sevgisinin çok olması nur üzerine nurdur.

Zamanımızda ne acayip işler oluyor... Bekaa vadisinde militan olarak yetişirken Yahudilere esir düşen, yedi sene İsrail zindanlarında yatan, bir Yahudi hanımla evlenen, Alevî kökenli olmayan biri "Alisiz Alevîlik" adında kocaman bir kitap yazdı. Fesubhanallah!.. Topluluğun ismi Alevî ve bu kişi Ali'siz Alevîlik diyor. Akla ziyan, mantığa aykırı çılgınca bir iddia.

Bektaşilik de böyledir. Gerçek Bektaşî, Hacı Bektaşı Veli hazretlerinin yolundan giden kimse değil midir?

Ben mütevazı bir Sünnî olarak Hacı Bektaşı Veli hazretlerini severim ve kendisine hürmet ederim. Onun Makalât adlı kitabındaki bilgilerin doğru olduğunu kabul ederim.

Osmanlılar zamanında litografya tezgahında basılmış büyük boy bir tarikat levhası var. Üzerinde belli başlı on dört tarikatın tacları ve altında kısa ve müfid izahat yer alıyor. Evimde bu levhanın çerçevelenmiş camlanmış bir nüshası duvarda asılı. Bu tarikatlar içinde Bektaşî Tarikat-i aliyyesi de yer alıyor.

Her tarikatin, ucu Resullerin Seyyidine (Salat ve selam olsun ona) ulaşan silsilesi vardır.

Bektaşiliği, pogromlardan kaçarak Osmanlı devletine iltica edenbir kısım Yahudiler bozmaya çalışmıştır.

Sahih itikatsız, namazsız, oruçsuz, zekatsız, Şeriatsız, sabah namazından önce ve sonra ezkar ve evradsız Bektaşiliğe aklım ermiyor.

Nakşî, Kadirî, Rufaî, Halvetî, Şâzelî, Bedevî, Cerrahî, Mevlevî, Bektaşî bütün piran efendilerimizin ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun.

Biz ney üflemesek, sema yapmasak da bir tür Mevlevî değil miyiz?

Ayrılığa gayrılığa ne lûzum var?

Bütün hak tarikatların (ve bu arada Bektaşî tarikat-i aliyyesinin) temelleri Kur'ân, Sünnet, sahih itikat ve Şeriat-ı Garra-i Ahmediyyedir.

Pîranın nasihatlarını tutmak, onların yaptıklarını yapmak, yapmadıklarını yapmamak, onların ahlakı ile ahlaklanmak dervişleri ebedî saadete nail kılar.

Ne olur, meşreb farklılıklarını esas almayalım, bütün mü'minler Kur'an ve Sünnet yolunda olalım, ihtilafları rahmete çevirelim.

Biliyorum sağdan soldan yine bana kızanlar olacak. Büyük küçük bütün mü'minlerin ellerinden öperim. Eyvallah Hû!..