ARKADA BIRAKTIĞIMIZ VATAN’A – 3

Sebahattin BİLGİÇ

Bugün yolumuz Aydos (Aytos) a. Kırk km lik bir yolumuz var. Ekip yine dinlenmiş çivi gibi, saat 09.00 da tam tekmil aşağıda. Otelin güvenli odasına koyduğumuz bisikletlerimizi çıkarıyoruz. Sabah namaz için kalktığımızda Cemal Beyin telefonuna bakıp bisikletlerin yerinde ve güvende olduğunu söylemesi üzerine ‘’ yoksa inip baktın mı diye sormuş ve gülmüştük. Meğer bisikletine çip takmış, oradan takipte imiş.

Otelimiz hemen hemen Aydos gidiş yolun üzerinde. Otelden ayrılır ayrılmaz anayoldayız. Adetimiz üzere pedallarken şüheda, güzeva, ulema, meşayıh ve cümle mümin ve mümineye hediyelerimizi göndermeyi ihmal etmiyoruz. Bu beldelerde bizden Fatihalar bekleyen, mezarları tahrip edilmiş o kadar çok kişi var ki…

Eşim tarafı Bulgaristan göçmeni. Dedeleri asırlarca şuan üzerinde pedalladığımız yolun yüz küsur kilometre yukarılarında Osman Pazarı - Başlar köyünde yaşamış. 93 harbi sonrası Balkanlarda müslüman halkın yaşadığı çileli zorunlu göç, onları da yollara düşürmüş. Ailenin büyüğü Hasan Dedenin torunu Prf. Dr. Rıdvan Canım acılı göç gecesini “Bir Göç Türküsü Kaldı Dudaklarımda” şiiriyle dizelere dökmüş:

….

Büyük dedem Hasan’ın doğduğu toprağa son bakışıydı,

Kızılca kıyamet koptu bir gece yarısı.

Toplanın gidiyoruz, bitti işte o beş asırlık rüya .

Yarım kaldı sevdalar, daldaki meyve, tarladaki buğday.

Beyaz badanalı kerpiç evlerin duvarlarında çocuk elleri.

Yarım kaldı oyunlar, türküler dona kaldı dudaklarda.

...Geceydi soğuktu yağmur yağıyordu,

Bir muhacir hüznü kapladı dağları ah!

Ben diyeyim binlerce hıçkırık,

Siz ayrılık türküsü anlayın onu.

Ya da çığlık üstüne çığlık.

…Geceydi soğuktu yağmur yağıyordu,

Yüreğimin altına gömdüğüm gül fidanı büyümüş müdür kim bilir,

Kim bilir, gitsem bulur muyum, gitsem, gitsem döner miyim?

Yol bugün çok güzel. Hiç yorucu değil. Rüzgar da bize dost esiyor. Yol üzerinde büyük bir rafineriye rastlıyoruz. Uzun bir süre petrol kokusunu hissederek devam ediyoruz. Sonradan rafinerinin balkanların en büyüğü olduğunu öğreniyoruz. Biraz daha ilerlediğimizde bu sefer çok büyük tahıl ambarlarını görüyoruz. İşletmenin önünde birçok tır var ve bu tırlar devamlı yüklerini naklediyor. Ambarlar aynı zamanda tren yolunun da kenarında.

Bulgaristan’a her girişimde devamlı; ecdadımız buralara boşuna gelmemiş diyorum. Zira yüzlerce dönüm ve ova mahiyetinde tek parça araziler var. Bulgaristan büyük bir tahıl deposu. Nitekim Türkiye’den de bu arazileri işletenler olduğunu biliyoruz.

Artık Aydos’a yaklaştık. 12.30 da Aydos Müftüsü Selahattin Muharrem ile randevumuz var. Formalarımızda Yeşilay ve Türk Bayrağı amblemleri olduğundan araçlardan ve yayalardan selamlar eşliğinde Aydos’a girip müftülüğe ulaşıyoruz. Müftülük Sultan Beyazıt Veli Camiinin müştemilatında. Yukarı kata çıkıp rastladığımız yaşlı bir amcaya müftü beyle görüşeceğiz deyince; “napçanız müftüyü beya” diye bizi azarlarcasına konuşuyor. Türkiye’den gelen bisiklet grubuyuz deyince; “hah tamam şimdi, üle desenize beya” diyor.

Müftü Bey misafirperver. Bulgaristan ve bölge müftülük hizmetlerini, bölgedeki Türk nüfus ve soydaşlarımızın durumunu ikram ettiği kahvelerimiz eşliğinde bize anlatıyor. Biz de Yeşilay’ımızın alkol, tütün, madde, kumar ve teknoloji bağımlılıkları ile ilgili yaptığı çalışmalardan, Yedam’lardan, Rehabilitasyon Merkezlerimizden, Genç Yeşilaylarımızdan, Yeşilay

Kulüplerimizden, sportif ve kültürel aktivitelerimizden bahsediyor, turumuzda rehberliğini bizden esirgemeyen Nuri Böcekbakan Hocamızın hususi selamlarını iletiyoruz.

Bu gece camide misafiriz. Mahfil katında arkada iki oda var. Bu katta kreş hizmeti verildiğini öğreniyoruz. Eşyalarımızı taşıyor, öğlen namazı için hazırlık yapıyoruz. Cami mimarisi ve sade tezyiniyle insanın ruhunu sarıyor. Namaz sonrası cemaatle muhabbetle kucaklaşıyoruz. Köklerinin Karamandan olduğunu söyleyen yaşlı bir cemaat ‘’buraları boş bırakmayın, her zaman bekleriz’’ diyerek görev yüklüyor.

Caminin imamı Kayseri’den Mehmet Özbek Hoca. Bize Aydos’ta gezdirmedik yer bırakmıyor. Hem sohbet ediyor, hem dolaşıyoruz. Aydos’ta da diğer illerde olduğu gibi parklar var. Bunlardan biri de doğal bir ormanlık alana yapılmış çok güzel bir park. Çimenlerine uzanıyor, çeşmelerinden kana kana su içiyor, erik ağaçlarından nasipleniyoruz. Parkta hiç çer-çöp olmaması hepimizin dikkatini çekiyor. Bizim park ve caddelerimiz niye böyle değil diye hayıflanıyoruz. Ekibin fotoğrafçısı Alaattin Bey. Hem çekim yapıyor, hem yayın yapıyor. Hızına yetişmek mümkün değil.

Osmanlı dönemi önemli ulema ve meşayıhından Ruhul Beyan Tefsiri müellifi İsmail Hakkı Bursevi Aydos doğumlu. Yedi yaşına kadar burada yaşamış, ilk derslerini Aydos’ta almış. Yedi yaşından sonra hocasıyla beraber Edirne’ye gitmiş. Doğrusu Bursevi’nin gezindiği bu eski Türk Beldesinde bulunmak bize ayrı bir haz veriyor.

Türkiye’den ayrılalı üç gün oldu ve biz çay içemedik. Buralarda çay kültürü yok. Herkes kahve düşkünü. Hoca Efendiye nazlanıyoruz çay nasıl içeriz diye. Yerleştiğimiz odada çaydanlık ve çaya ulaşıyoruz. Artık muhabbet çayla bir başka güzel. Sanki kırk yıldır çaydan ayrı kalmış gibiyiz.

Yurt dışında yemek her zaman sorundur. Hem helal gıda hem de damak tadı açısından. Hoca Efendiden rehberlik alıyor akşam yemeğimizi dışarıda yiyoruz.

Çayda sürpriz bir misafirimiz var. Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğrencisi Ali Mehmet ziyaretimize geliyor. Ali, Aydos’un yakın bir köyünden. Çayın dumanı tavana doğru kıvrılırken, biz de çay kıvamında muhabbete devam ediyoruz…

Sebahattin Bilgiç

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.