Burma Ordusu Başkumandanı General Ne Vin’in kansız bir darbe ile 1962 yılında yönetime el koymasından sonra iktidara gelen Burma Sosyalist Program Partisi'nin uygulamış olduğu asimilasyon politikaları Arakan halkı için sonun başlangıcı olmuş gibi görünüyor.
1963 yılı Şubat ayında Devrim Konseyi; bankaları ve özel işletmeleri kamulaştırıyor. Sonrasında ise bakkalından pirinç dükkanına varıncaya kadar tüm küçük Arakanlı işletmecilere ait olan mallar devlet tekeline geçiyor. O dönemde ticarette söz sahibi olan ve sermaye sahibi olan bir çok Arakanlı bir gün içinde fakir bir halk haline dönüştürülüyor.
İzlenen politikalarla; Arakanlı Budist topluluğun zenginleşmesi ve iktidarın küçük ortağı haline gelmesi sağlanıyor. Arakanlı Müslümanlar’ı yok etme politikasının önemli parçası olan Arakanlı Budistlerin bir süre sonra Burma askeri cuntasının maşası haline geldiğini görüyoruz.
Budist Arakanlılar, 1962 yılından günümüze uzanan bir zaman dilimi içinde Burma askeri yönetiminin politikalarının önemli bir parçasını oluşturuyorlar. Zaman zaman “kışkırtılan” zaman zaman da “kışkırtan” Arakanlı Budistlerin; Müslüman Arakanlılar’ın yok edilmesinde önemli bir role sahip olduğunu görüyoruz.
1974 yılında Burma Sosyalist Program Partisi’nin hazırlamış olduğu yeni Anayasa Arakan’a bölünmez yapıda bir devlet olma hakkını veriyor. Yeni Arakan devletinin yönetim kadrolarının tamamı Budistlerden oluşması sağlanıyor. Yüksek makamlara Burmalılar, daha alt kademe yönetim kadrolarına ise Arakanlı Budistler yerleştiriliyor.
Bangladeş’e ilk göçler bu kararlardan sonra başlıyor.
Anayasanın hazırlanması ve yeni yönetimin oluşturulmasından sonra; zaten ticari hayatları bitirilen Arakanlı Müslümanlar’ın siyasi haklarının tamamen gasp edilmesi, artan ekonomik sorunlar ve beraberinde gelen fakirlik Bangladeş'e göç hareketinin başlamasına neden oluyor.
Burma Sosyalist Program Partisi rejimi, Arakanlı Müslümanları topraklarından sürmek için Arakanlı Budistleri kışkırtıyor ve toplumsal karışıklık çıkartıyor. Müslümanlar her yerde yollarda, çarşılarda, iş yerlerinde saldıralara uğramaya başlıyorlar. Akyab’ta insanların katledildiği haberi kısa sürede yayılmaya başlıyor. Bazı camilerin giriş kapılarına çöpler yerleştiriliyor, namaz kılmaya giden Müslümanlar taşlanıyor ya da üstlerine pislikler fırlatılıyor, dindar insanlar aşağılanıyor, bazı camilerin vakıf topraklarına el koyularak domuz üretme çiftlikleri açılıyor..
Söz konusu kitlesel katliamlar ve bir toplumu yıldırma gayretleri 1978 yılında "Kral Dragon" operasyonuyla zirveye ulaşıyor. Kral Dragon operasyonu Müslümanlar’ı topraklarından atma operasyonunun kod adı… Operasyonun ana amacı Müslümanları psikolojik olarak yıldırarak topraklarını terk etmeye zorlamak.
1978 yılı Mart ayında başlayan bu operasyonda Akyab’daki en büyük Müslüman köyü pilot bölge olarak seçiliyor. Kısa süre sonra genç, yaşlı, çocuk, kadın demeden tutuklanan insanların ağır işkencelerden geçirildikleri kadınların tecavüze uğradıkları haberi tüm Arakan’a büyük bir hızla yayılıyor.
Bu operasyondan dehşete kapılan Arakan Müslümanlar’ı dağları aşarak kitleler halinde Bangladeş’e gitmeye başlıyorlar. Göç sırasında Arakanlı Müslümanlar; Budist Arakanlılar ve güvenlik görevlilerinin saldırısıyla karşılaşıyorlar. Mültecilerin büyük çoğunluğu yollarda acımasızca katlediliyor. Kalanlar ise; mültecileri taşıyan teknelere yapılan saldırılar yüzünden Naf nehrinin azgın sularına atlamak zorunda kalıyorlar.
Daha sonra devam eden göç dalgasıyla Bangladeş'e ulaşmayı başaran 300 000 mülteci Bangladeş hükümeti tarafından yapılan geçici konutlarda yaşamaya başlıyorlar. 1979 yılında yapılan ikili anlaşmalar çerçevesinde 200 000 kişi tekrar kendi topraklarına geri dönüyor. 40 000 kişi mülteci kamplarında kötü yaşam koşulları sonucunda feci şekilde hayata veda ediyorlar.
1982 yılında yeni çıkartılan Yeni Vatandaşlık Kanunu’na göre vatandaşlar 3 kategoriye ayrılıyor.” Ulusallar”,” Hakları Sınırlı Olanlar” ve “Vatandaşlığı Kabul Edilenler .” Hükümet kasıtlı olarak Arakanlılar’ı 1. Kategorinin dışında tutuyor.
Bu olayın devamında Arakanlı Müslümanlar’a karşı gerçekleşecek olan kışkırtmalara ve ayaklanmalara açıkça destek veren devlet politikaları sonucunda bir çok toplumsal olay meydana geliyor. Akyab bölgesindeki bir çok köyde insanlar zorla evlerinden çıkarılıyorlar ve yüzlerce yıllık camilere “zorunlu tahliye” bahanesiyle zarar veriliyor.
Arakan devlet yetkilileri Kuzey Arakan’ın çehresini değiştirebilmek amacıyla bu bölgenin her köşesine Budist tapınakları inşa ettirmeye başlıyor. Ayrıca Müslümanlar topraklarından sürülerek dağlık kesimlerde yaşayan kabileler bu yaşam alanlarına yerleştiriliyor.
18 Eylül 1988 yılında Ne Vin bir askeri darbe ile Maung Maung’u yönetimden uzaklaştırıyor. Devlet Hukuk ve Düzenini Yeniden Sağlama Konseyi adı verilen askeri yönetim iş başına geliyor.
Özgürlük taraftarı gösterilere katılan 3000 kişi ülke güvenliğini sağlama bahanesiyle acımasızca katlediliyor.
Küçük işletme sahibi olan bir çok Müslüman’ın mallarına el konuyor, tutuklanıyor ve işkencelere tabi tutuluyor. Bazıları ise Burma’nın güney sınırına maden ocaklarına sürgüne yollanıyor.
90 ‘lı yıllardan sonra Arakan Müslümanlarının durumu daha da vahim bir hal almaya başlıyor.
90 ‘lı yıllardan günümüze kadar uygulanan politikaları şu şekilde özetlemek mümkün ;
1- Arakanlılar’ın topraklarına el koyulması, yerlerine Budistler’in yerleştirilmesi ve oluşturulması amaçlanan “model köylerde” zorunlu işçiler olarak çalıştırılmaları .
2- Müslüman köylerinin çeşitli yerlerine Buda heykellerinin dikilmesi . Müslümanların ibadethanelerine zarar verilmesi ya da kullanılamaz hale getirilmesi.
3- Budist rahipleri kışkırtarak toplumda karışıklık çıkartarak binlerce insanın katline neden olmak, ülkeyi mal ve can emniyeti açısından güvensiz bir hale getirmek.
4- Arakanlı Müslümanların seyahat özgürlüklerini gasp etmek. Yaşadıkları bölge dışına çıkmalarını yasaklamak.
5-Arakanlılar'ın nüfuslarının artmaması amacıyla evlenmelerini zorlaştırmak. Evlenecek olan insanları 2-3 yıl süren prosedürlere boğarak evlenmekten vazgeçirmeye çalışmak.
Şu anda bu ülkeye Myanmar deniyor.Bu durum sadece Burma askeri yönetiminin vitrin değişikliğinden ibaret. Zihniyet olarak aynı düşünce yapısına ve davranış kalıplarına sahip olan bu yönetim de aynı zulümleri ve sistematik işkenceleri dozajını zaman zaman arttırarak ya da azaltarak devam ettiriyor. Yaşam hakkı tanınmayan her türlü vatandaşlık hakkı gasp edilen yok sayılan ve ötekileştirilen Arakan halkının çilesinin ne zaman biteceğini hiç kimse bilmiyor.
Ülkelerini terk ederek yeni bir umutla Bangladeş’e sığınan Arakan Müslümanlarına mültecilik hakkı bile tanınmıyor. Bangladeş hükümeti;son 40 yıldır gelenlerin ardından gelebilecek büyük boyuttaki göç dalgasının önüne geçebilmek amacıyla Arakanlı mültecilerin mevcudiyetini kabul etmeme politikası uyguluyor.
Şu anda ülkede mülteci kamplarında yaşayan insan sayısı 50 000 civarında. Bu nüfusun büyük çoğunluğu Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından tescil edilmemiş olan kamplarda yaşıyor. Uluslararası bir kurum olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek komiserliğinin pasif tutumu yüzünden bir çok mültecinin mültecilik sıfatı tanın(a)mıyor.Sonuç olarak tescil edilmeyen kamplara yardım ulaştırılamadığı için göç dalgasının başladığı günden bu yana onbinlerce kişi bu kamplarda trajik şekilde hayatını kaybetmiş durumda...
Şu anda ise; yerel parlamento milletvekillerinin ya da insaflı bazı hükümet yetkililerinin göz yumması sonucunda tescil edilmeyen mülteci kamplarına yardım ulaştırabilme imkanı olabiliyor.
Bir çok yardım kuruluşu bu “görmemezlikten gelme politikası” sayesinde yardıma ihtiyacı olan Arakanlı mültecilere insani yardım ulaştırabilme imkanına sahip olabiliyor.
Trajik bir geçmişi olan Arakan Müslümanlarının dramının bir gün bitmesini temenni etmekten ya da dilek ve temennilerin ötesine geçecek çaba arayışları içine girmekten başka çaremiz yok galiba ?