Nida dergisinin son sayısında, Asım Öz'ün Mevdudi konulu bir yazısı var. O yazıdan bir cümle: "Bir insan, gerçek bir Müslüman gibi İslam'ı yaşamaya başlayınca, bütün yetenekleri piyasa değerini kaybediyor."
Mevdudi, bugünleri görmüş gibi, onlarca yıl öncesinden böyle sesleniyor. Elimizde, bu cümleyi somut hale getirecek birçok örnek var.
Öte yandan, Ataullah İskenderi'nin şu sözü de her daim kulağımda, kalbimde: "Kendileriyle sevindiğin şeyler az olursa, kendilerine üzüleceğin şeyler de az olur." Bunun bir anlamı da, Necip Fazıl'ın "Ver cüceye, onun olsun şairlik" dizesi olabilir mi?
Günlerdir, büyük bir isteksizlik eşliğinde evde oturuyor; kitapları, dergileri falan karıştırıyorum.
Mesela Enis Batur, Cüz (Sel Yayınları, 2000) isimli eserinin dokuzuncu sayfasında, "İnsan, böbrek ya da kalp yetmezliğinden çarçabuk ölüyor da, beyin yetmezliği uzun bir süre yaşamasına engel olmuyor" diye hayret bildiriyor. Veya Atilla Özkırımlı, Sevgim Acıyor kitabında (Ümit Yayınları, 1995), "En büyük eksikliğimiz, kendi gözümüzün içine bakamamamız. Böylece, kendini aldatmak iyice kolaylaşıyor" diyor.
Peki, bunlardan bize ne?
Genç yaşta ölen (43 yaşında) Tezer Özlü, ölümünden sonra yayımlanan Kalanlar (Ada Yayınları, 1990) kitabında, "Bir şeyin değişmesinden ve hiçbir şeyin değişmemesinden korkuyorum" diyerek, durduğu yerin altını çizmiş. Genç yaşta ölmeyen Sabutay Hikmet ise, "Ölürsem üzülmem. Ama doğmasaydım üzülürdüm" gibilerinden bir şeyler söylemiş. Ona göre, korkunç olan, ölmek değil; doğmamak, yaşamamak... (Kaynak: Soyut dergisinin Mayıs 1976 tarihli 91. sayısı)
Tekrar Ataullah İskenderi'ye dönelim. Kendisi, "Söylenen her sözün üzerinde, içinden çıktığı kalbin elbisesi vardır" diyor.
Ama şimdi böyle mi?
Artık şöyle bir şey var: "İnsanlar ciddiye alınmak için deli taklidi yapıyor." (İsmet Özel, Tok Kurda Puslu Hava, Şule Yayınları, Ağustos 2009)
Mesela, "İyilik her kapıyı açar" sözünü müminlere değil, hırsızlara söyletiyorlar.
Mesela "Oy kullanmak bir şeyi değiştirebilseydi, yasaklanırdı" diye düşünenlere siyasi parti falan kurduruyorlar.
Biz, generalleri bile "er kişi" niyetine toprağa uğurlayan bir milletiz. Buna rağmen, rütbelere, mevkilere, etiketlere, ambalajlara da oldukça önem veririz. Ben ise kaç zamandır, "Önemli olan parmak izi değil, ayak izidir" diyerek, "Yol Eri" arıyorum. Yani, inancına, davasına, arkadaşına bağlı birilerini... Aranan o kişiye "Yol Ustası" da diyebiliriz. Karşımıza çıkanlar, çıkmazdan başka bir şey değil. Gerisini İsmet Özel söylesin: "Çıkmazın insanı götürdüğü yer, çıkardan başkası değildir." (Tok Kurda Puslu Hava'dan)
Özdemir Asaf, "Her insanın bir öyküsü vardır / Ama her insanın bir şiiri yoktur" diye yazmış. Mustafa Kutlu Hocamızın hikâyeleriyle karşılaşana kadar, bu dizelerin veya sözün bende ciddi bir karşılığı vardı. Şimdi, farklı bir yerdeyim: Şairlerin önemli bir kısmı, başka şeylere öykünen kimseler...
Tezer Özlü, aynı kitabında, "Kültür, bir şeye cesaret edebilme sorunudur. Okumaya cesaret edebilme, bir görüşe inanmaya cesaret edebilme, görüşlerini açıklayabilme cesaretidir" diyor. Onca korkağın "kültür" adına yola çıkıp bir şeyler yazması, "iyilik her kapıyı açar" sözünü hırsızların söylemesine benziyor.
Aynı şey, diğerleri için de geçerli. İmam-ı Azam, El İhtiyar isimli eserinde, "itibar ortaklığı"ndan bahsediyor. Bugün, böyle bir ortaklığı kiminle, kimlerle kuracaksınız?