Hiç birimiz dünya ile ilk tanışmamızı hatırlayamayız. Ancak bizden büyükler bilir ve hatırlarlar. Aynı şekilde bu dünyadan ayrılışımızı da hatırlamayacağız. Onu da ekseriya bizden küçükler bilecek ve hatıralarda saklayacaklar.
Güzel hatırlanmak, dualarla hatırlanmak ne güzel değil mi?, Bu da ancak hayattayken kurduğumuz uygun çevreyle, yaptığımız meşru amellerimizle olacaktır.
Her nefsin mutlaka tadacağı o geri dönüşü olmayan, dünyaya elveda anı. Ey beşerin zaman ve mekanını bilemediği İlahi emir. Seni şimdi karşıma almaz, seninle konuşmazsam ne zaman konuşacağım ey ölüm. Gece ve gündüz seni hatırlamaz, seni düşünmezsem, sen beni teslim aldıktan sonra mı hatırını soracağım. Hesap gününe beni senin araban taşıyacak ey ölüm. O zaman senin külüstür bir arabana binmek istemiyorum. Beni bir çukura, bir viraneye bırakmanı istemiyorum ey ölüm. Onun için, henüz seninle buluşmadan kendime, şahane bir azık bohçası hazırlıyorum ki, bir öyünde, bin öyünde bitmeyecek. Öyle bir binek hazırlıyorum ki, sen bile nadir görmüşündür ey ölüm. Senin ebediyete taşıyacağına inananlar seni hep yanında taşırlar ey ölüm.
Ey sevmeyeni seveninden çok olan kaçınılmaz kader! Ey dünya ile ahiret arasındaki sırlı kapı!
İyi ki varsın. Senin olmadığın dünyada yaşamak istemezdim. Hem senin olmadığın dünya yaşanacak bir dünya olmazdı. Farzı muhal sen olmasan ey ölüm ve insan ölümsüzleşse; Ne olurdu şu dünyanın hali? Kim tutardı insanoğlunu? Başka frenleyecek bir şey olabilir miydi insanoğlunun ihtirasını? Zalimleri, hainleri, gafilleri, azgınları, sapkınları kim zapt edebilirdi?
Nemrutlardan bunaldık mı, “ölüm var” deyip teselli oluyoruz. Firavunların zulmünden gına gelince, “ölüm var” deyip teselli oluyoruz. Zalimlerin pençesine düştük mü “ölüm var” deyip teselli oluyoruz. Eşkıya dünyaya hükümdar oldu mu “ölüm var” deyip teselli oluyoruz. Ya sen de olmasan ne teselli ederdi bizi, kim teskin ederdi kalbimizi?
Yanlış anlaşılmasın ey ölüm: Bizi teselli eden bizatihi senin varlığın değil. Asıl teselliyi, seninle birlikte gelen “hesap günü” ile buluyoruz. Biz ölümü büyük mahkemeye çıkış için bir celp olarak anlıyoruz. Zaten, seninle teselli olmamızın anlamı, “ilahi adalete” olan güvenimiz. Sen sadece bizi ilahi adalete yaklaştıran bir araçsın.
Ey ölüm!
Sana hazır olmayanlar, seni kötü gösterebilmek için ellerinden ne gelirse yapıyorlar. Onlar, sana iftiralar atıyorlar. Senin bir “intikal” değil, bir “unutuluş” bir “yok oluş” olduğunu söylüyorlar. Mahkeme kaçağı bir suçlu gibi davranıyorlar. İlahi adalet önünde yargılanmaktansa, yok olup gitmeyi, unutuluşa terk edilmeyi tercih ediyorlar.
Dünyaya kazık çakmak için atmadıkları takla kalmayan bu tipler, neden ahiret diye ebedi bir hayatın olmasını istemezler ki ey ölüm? Neden ahiretin var oluşundan korkarlar, hiç üzerlerine yakıştırmazlar bilemiyorum. Nedir bu tiplerin gözünü bu kadar korkutan, aklını bu kadar dumura uğratan, kanını tepesine sıçratan? Sahi, insan hiç yok olmayı, unutuluşa terk edilmeyi ister mi? Böcekler, sinekler, amiplerle eşit olmayı ister mi insan? Bu hakâreti kendilerine nasıl reva görürler anlamak mümkün mü? Ebedi bir hayatın kollarında yaşamak varken, niçin “keşke toprak olup gitseydim” derler?
Tek dünyalı bir hayat yaşamak, dünyalı ve dünyacı, dünyaya meftun, dünyaya bağlı. Ahiret gibi bir düşüncesi olmayan oraya bir şey hazırlar mı ey ölüm? Değil mi Ama: kim inanmadığı dünyaya hazırlık yapar, bir şeyler biriktirir? Eğer inandığı halde bir şeyler hazırlamamışsa, o da ayrı beladır. Suyu getirenle testiyi kıranı kim bir tutar? Bu Allah’a iftira olmaz mı?
Ey ölüm sana yapılan başka bir iftira da, senin uyku olduğunu söylemektir. Sahi ey ölüm, birileri omuzlarında taşıdıkları cesetleri toprağa gömerken, neden “rahat uyu” derler. Bunu ölenin nasipsizliğine mi yormalı, gömenin nasipsizliğine mi, yoksa her ikisinin nasipsizliğine mi?
Duydun mu ey ölüm bu güruhun “ebedi istirahatgâh” edebiyatını. Kim bilir sen bile gülmüşsündür bu trajikomik duruma. Ebedî istirahatgâhmış. Bunlar kendilerini ne sanıyorlar ey ölüm? Toprağın üstünde yürüttükleri saltanatlarını, toprağın altında da, hatta ahirette de mi yürüteceklerini sanıyorlar? Veya aslında bir şey sandıkları yok da, ölüm karşısında yaşadıkları derin şaşkınlık ve çaresizliği örtmek için, bu düşünceleri bir tür zihni alkol ve uyuşturucu olarak mı kullanıyorlar.
Doğru ya ey ölüm; “Allah rahmet eylesin” diyemezler ki? Hem nasip olmaz, hem de dilleri varmaz. Bunu demek için Allah’a, ahirete ve ilahi rahmete inanmak lazım. Hem Allah kimlere rahmet edeceğini, Haşr suresi 10. ayetinde açıkça buyurmuş. Kendilerine Allah’tan rahmet dilenecek kimselerin olmazsa olmaz özelliği, imanla göçmüş olmalarıdır.
“İman kalpte gizlidir” diye üfürecek olanlara, tek sözümüz var; Bir Müslüman zaten kalpte gizli olandan yola çıkarak rahmet dilemez, ölenin yaşarken yaptıklarına bakarak diler. Alkışlarla, gitarlarla, senfonilerle uğurlama müslümanın hayatında yoktu ki, ölürken olsun.
Ey ölüm!
Sen hep konuş. Zîra sen konuşunca herkes susuyor. Senin sesin herkesten gür çıkıyor. Ama ahir zamanda bir güruh peyda oldu; Sen konuşunca, hatta bağırınca susmayan. Senin sesini bastırmak için gürültü patırtı çıkaran.
Bu güruh da dahil, hiç kimsenin senin elinden kaçamayacağını bilmek bizi teselli ediyor. Asıl soru şu; Bizi teselli eden şey, neden onları küstahlaştırıyor?