Tuncay Bey ile İrem Hanım Türkiyenin en namlı üniversitesinin tıp bölümünde okurken tanışmışlar, anlaşmışlar, mezun olduktan bir yıl sonra da uzun süren flört dönemini evlilikle taçlandırmışlardı.Hayat planladıkları gibi gidiyordu. Bir yandan devlette çalışıyorlar bir yandanda TUS’a hazırlanıyorlardı. Bu sıkışık dönemde çocuk istememişlerdi. İkisi de Tus’u kazanıp uzman olunca kazandıkları para ve edindikleri mal belirli bir seviyeye gelince planları üzere biri kız biri erkek iki çocukları oldu. Kızlarına Bengisu Oğullarına Tarkan isimlerini verdiler.
Çocuklarını çağın en son, en modern eğitim metotlarını kullanarak ve yine çağdaş pedagojinin tüm verilerinden faydalanarak büyüttüler. Yavrularının her ikisini de daha bebeklikten itibaren yiyeceğinden giyeceğine, dinleyeceğinden seyredeceğine kadar Batı ilminin tüm imkanlarından yaralanarak onun gösterdiği yoldan, onu rehberliğinde giderek yetiştirdiler.
Evlatlarının, yatma, kalkma, oynama, beslenme, çalışma, eğlenme saatlerini bir plana koyup bu planı sıkı sıkıya uyguladılar. Onları en iyi okullarda okuttular, en iyi kurslara gönderdiler, eğitimlerini en iyi özel hocalarla desteklediler. Özel spor hocalarını, özel müzik öğretmenlerini, özel resim belletmenlerini çocuklarının yeteneklerini geliştirmesi için tuttular.
İkisi de Profluğa kadar yükselen ebeveynin, çocuklarına her sabah, bıkmadan usanmadan verdiği öğütler şunlardı:
“Çocuklar!Disiplinli ve düzenli olacaksınız! Güçlü olacaksınız! Çalışkan olacaksınız! Zengin olacaksınız! Başarılı olacaksınız! Ne yapıp edip mesleğinizin bir numarası olacaksınız! Makamınız yüksek, paranız bol, sözünüz en üstte olacak! Hayat torbanıza yerleştirdiğimiz bu nasihatleri katiyen unutmayacaksınız.” Hatta bu nasihatleri yazılı hale getirip evlenirken kızlarının çeyiz sandığına oğullarının da evrak çantasına koydular.
Çocuklar, planlı, disiplinli ve sıkı çalışmanın soncunda gerçekten ebeveynlerinin gösterdiği hedeflere vardılar. Kızları elektronik mühendisi oldu. Büyük bir yazılım firması kurdu ve sahasında Türkiyede rakipsiz bir konuma geldi. O da annesi gibi bir meslektaşı ile uzun süren bir flört döneminden sonra evlendi.Onun da iki çoçuğu oldu. O da Çocuklarını, ailesinin kendisini yetişdirdiği gibi yetiştirmeye başladı. Bebeklikte başlayan, kreşde, ilköğretimde çocuklukta, lisede, üniversitede devam eden sert hayat mücadelesinden sonra aynı tempoyu patron olarak, anne olarak devam ettirdi.
Erkek kardeşi de ablası gibi istediği üniversiteyi derece ile kazanmış okulunu birincilikle bitirdikten sonra önce ülkenin sahasında en büyük firmasında mühendis olarak çalışmış, sonra oradan ayrılarak kendi firmasını kurmuştu. Çalışma ve disiplini ile kısa sürede şirketini zirveye taşımıştı.Her iki kardeşte ebeveynlerinin gösterdiği hedefle varmakla kalmamışlar o hedefin çok ilersine geçmişlerdi.
Tuncay Bey ile İrem Hanım, aradıkları mutluluğu, saddeti ve huzuru elde ettikleri parada, malda, makamda bulamayınca bu sihirli iksiri bu sefer çocuklarının başarılarında ve zenginliklerinde aramaya başladılar. Uzunca bir süre onların zenginlikleri ve başarıları ile avundular. Ama bu hal nafile bir çaba ve çaresiz bir istekdi.Çünkü hayatlarında çok büyük bir boşluk vardı ve bu boşluğu ne para ne başarı ne makam dolduramıyordu.
Çocukları ve torunları kendilerinin gösterdiği yoldan ilerlemişler, sıkı, planlı çalışmanın tabi bir sonucu olarak da onlarla ilgilenememişlerdi. Bırak ziyaret etmeyi onlara telefon bile açamıyorlardı. Birkaç kez çocuklarını ve torunlarını arayan ebeveynin uzun konuşmaları “hasretten, sevgiden, özlemden” bahseden cümleleleri çocuklarının ve torunlarının canını sıkmaktan, onların günlük planlarını bozmaktan! başka bir işe yaramamıştı.Tersine “zaman kaybına sebep olduğu” düşüncesi ile bir daha hiçbiri onların telefonlarına cevap vermez olmuştu. Yalnızlık, sevgisizilik, ilgilsizilik, vefasızlık ve buna benzer manevi duyguların yerini ne para, ne makam, ne de başarı doldurabiliyordu. Bu vahim sonuç onları büyük bir hüsrana uğrattı. Günlerce düşünüp taşındılar sonunda oturup biricik kızları Bengisu ile biricik oğulları Tarkan’a bir mektup yazmaya karar verdiler. Mektubun özeti şuydu;
“Yavrularım sizleri özledik. Torunlarımıza hasret kaldık. Ne olur hiç olmazsa bayramlarda gelin görüşelim bayramlaşıp hastret ve özlem giderelim. Eğer sizler gelemezseniz, vaktiniz yoksa biz sizlerin yanına varalım. Paranın, gücün, makamın dolduramadığı büyük bir boşluk var içimizde…”
Mektubu alan evlatlar Bengisu İle Tarkan oturdular ve ebeveynlerine ortak bir cevabi mektup yazdılar. Mektubun özeti şuydu;” Sevgili Annemiz! Kıymetli Babamız! Mektubunuzu aldık. İstekleriniz gözden geçirdik. İki kardeş, hayatta kullanılmak üzere bizlere verdiğiniz ve” ömür boyu saklayın dediğiniz” öğütlerle dolu hayat torbalarımızı birlikte açtık. Her ikisinde de; “Güç, servet, çalışma, başarı, zenginlik, plan, şöhret, dünya, para…” vardı. Bizim torbamıza koymadığınız ve bizim yabancısı olduğumuz ve bizim için bir anlam ifade etmeyen “özlem, sevgi, hasret, vefa, saygı, anne, baba hakkı, sılay-ı rahim” gibi şeylerden bir şey anlamadık. Vermediklerinizi, öğretmediklerinizi bizden nasıl istersiniz! Size Hayat Torbamızda olan paradan, onda mutlaka olmasını istediğiniz başarıdan, ( başarılarımızı gösteren belgelerin fotokopilerinden) gücümüzü belgesi olan, şirketlerimizin dokümanlarını gösteren belgelerden bolca gönderiyoruz. Ayrıca torunlarınızın da aynı bizim yolda gittiğini gösteren çalışma planlarından da birer örnek iletiyoruz. Sizlere yapacağımız ziyaretler, çocukların çalışma planlarını bozacağından, bizlerin de şirketlerimizdeki çalışmalarımızı aksatacağından sizleri ziyaret etmemiz mümkün görünmüyor. Aynı nedenlerle sizlerinde bizleri ziyaret etmeniz pek uygun olmayacaktır.”
Zengin bir muhitin camisinin avlusnda yanyana iki tabut vardı. İntihar eden karı koca Prof. Doktorların tabutunun üzerinde vasiyetleri üzerine şu cümle büyük harflerle yazılıp konmuştu: “Yavrularımız! Çok haklısınız! Sizlere vermediğimizi sizlerden istediğimiz için üzgünüz! Elveda!”