Anavatan Partisi Genel Başkanı Salih Uzun ve Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk 23 Temmuz 2009 günü yaptıkları basın toplantı ile iki partinin birleşme sürecine ilişkin son gelişmeleri anlatarak bütünleşmenin DP çatısı altında olacağını ilan ettiler. Gazetelerin 3. Sahifelerinde yer alan “Bir zamanların ünlü sanatçısı-yazarı………. Bir otel odasında yapayalnız ölü olarak bulundu” haberlerini okuduğum zaman kapıldığım hüzne kapıldım nedense…
Anavatan Partisi 12 Eylül Darbesi’nin ardından, 20 Mayıs 1983’te; 24 Ocak 1980 ekonomik önlemler paketini hazırlayan, 12 Eylül askeri döneminde bir süre ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı olan Turgut Özal tarafından kuruldu. ANAP Özal’ın çevresinde örgütlenmiş, büyük ölçüde O’nun kişisel karizmasına dayanan bir partiydi. Siyasi kadrosu devlet ve özel sektör deneyimi sırasında Özal’la birlikte çalışmış bürokrat ve teknokratlarla, Milli Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Adalet Partisi (AP), ve hatta Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) gelme, 1980 öncesi dönemde ön planda olmayan siyasetçilerden oluşuyordu. Özal’ın ellerini birleştirip başının üzerine kaldırması ile simgelenen dört siyasi eğilimi (AP, MSP, MHP, CHP) birleştirmeyi iddia ediyordu.
Anavatan Partisi 6 Kasım 1983 yılında yapılan Genel Seçimlerde %45.14 oy alarak 400 üyeli TBMM’de 212 milletvekilliği kazanarak çoğunluğu sağladı ve tek başına iktidara geldi. Değişimin simgesi olan Özal ve partisi telekomünikasyondan, otoyollara, içe kapanık ekonomik yapılanmadan ihracat eksenli ekonomik modele, eğitimden sağlığa yeni hamlelerle, döviz yasaklısı ülkeden serbest döviz piyasası olan borsalı bir ekonomiye, TRT tekelli Türkiye’den çok sesli iletişime kadar pek çok alanda açılım ve atılım yapan bir iktidar olarak yeni bir Türkiye kurmaya çalıştılar.
Zamanla bir yıpranma süreci yaşayan ANAP önce Özal’ın 31 Ekim 1989 da Cumhurbaşkanı olması sonra da şüpheli bir şekilde ölmesiyle umutsuz bir hale gelmiş; Özal’dan sonra partinin başına gelen Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Ekrem Pakdemirli, Ali Talip Özdemir, Nesrin Nas, Halil İbrahim Özsoy, Erkan Mumcu ve nihayet Salih Uzun bu gidişi durduramamış ve partinin binasından başka hiçbir şeyi kalmamıştır. Nihayet bunca önemli isimden sonra Anap Salih Uzun gibi karizması olmayan bir liderin eliyle Türkiye’nin olağanüstü şartlarından medet uman bir şaibeli kişilik Hüsamettin Cindoruk’a kurban edilmiştir.
Peki bundan sonra ne olacak? Sorusu aklımıza geliyor. Tecrübeli emanetçi Cindoruk’un mutlaka hesapları var. Olağanüstü gelişme beklentileri ile pusuda bekleyecekler ve buradan yeni Türkiye hayalleri kuracaklar.
Daha çok beklerler diyorum ve sizlerle iki anımı paylaşmak istiyorum.
DİSK VE MDP ÖRNEĞİ
1995 yılıydı sokakta yürürken bir hurdacının yanından geçiyordum paslı hurda yığınları üzerinde pırıl pırıl bir tabela gözüme takıldı…
Bu tabela Milliyetçi Demokrasi Partisi İl Başkanlığı’na ait bir tabelaydı…
Bir başka gün bahçeli evlerin yoğun olduğu bir mahallede yürüyordum bahçe içerisinde bir evin bitişiğinde açık bırakılan bir kümes kapısı gözlerime takıldı, kapı bir tabelaya menteşe takılarak oluşturulmuştu. Tabela DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) temsilciliğine aitti…
Bu iki manzarayı hiç unutamam. MDP 12 Eylül ihtilaliyle tamamı kapatılan siyasi partilerin yeniden kurulmasına izin verilmesi üzerine 16 Mayıs 1983 de emekli Orgeneral Turgut Sunalp ve 40 arkadaşı tarafından büyük bir debdebe ile ve 12 Eylül askeri darbesinin siyasal çizgisinin savunucusu olarak ortaya çıkmış , Milli Güvenlik Konseyinin ve Kenan Evren’in açık desteği ile yeni dönemin iktidar partisi olarak tasarlanmıştı. Ancak 6 Kasım 1983 seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğramış onca desteğe rağmen %23,27 oyla 71 milletvekilini çıkarabilmişti. Burada da tutunamayan parti 4 Mayıs 1986 da yapılan olağanüstü kongrede feshedilerek siyasi tarih mezarlığımıza defnedilmişti…
DİSK ise 13 Şubat 1967 yılında Kemal Türkler ve arkadaşları tarafından TÜRKİŞ’ten ayrılarak kurulmuş; sol bir duruş sergileyen ve 1977 de düzenlenen ve 36 kişinin öldüğü kanlı 1 Mayıs kutlamasını dâhil pek çok sokak eylemlerinde başrol oynayan bir sendikal örgüt iken 12 Eylül darbesinin hemen arkasından mal varlığına el konan 1477 DİSK’linin yargılandığı bir dava (78’i idam) ile yok edilmeye çalışılmasına rağmen Askeri Yargıtay’ın 16 Temmuz 1991 de davayı beraatıyla yargı önünde aklanan ve bugünlerde 42 yılını kutlamaya hazırlanan bir görüntü ile hala karşımızda duruyor…
Tıbben ölmüş birini diriltemezsiniz. Ne Anap ile birleşen DP’yi, ne Ecevit sonrası şaşkınlığını bir türlü üzerinden atamayan DSP’yi kimse eski günlerine götüremeyecektir. Karizmatik liderlerini kaybetmiş bu tür hareketleri tekrar eski gücüne kavuşturmak için önce gerçek birer lidere sonra da kitlesel desteğe ihtiyaç vardır. Yukarıda anlattığım iki örnek bunun en somut ifadesidir. Temelinde halk desteği olmayan hareketleri ne kadar süslersek süsleyelim kalıcı yapamayacağımız gibi, arkasında halk desteği olan oluşumları zoraki tedbirlerle yok etmek de mümkün değildir.
Son birleştirme operasyonu “emanetçi” liderin şaibeli; muhtemel olağanüstü gelişmeler için pusuya yatma ve hazır olma hayallerinin ürünüdür.
Özal’ın ölümünden beri bitkisel hayata giren ANAP’ın bu birleşme ile fişi çekilmiştir. “sevenlerinin başı sağ olsun”