Bu yazıyı yazmak için çok düşündüm; yazayım mı, yazmayayım mı diye?
Çünkü bu yazının öznesi Rahmetli Anacığım olacak.
Tam dört yıl oldu aramızdan ayrılalı.
Kolay değil...
Tam dört yıldır sol yanım fena halde sızlıyor.
Ana bu...
Tam dokuz aydır onun bedeninde, beden oluyorsun.
Hayat buluyorsun.
Onun kokusuyla ruhunu besliyorsun.
Onun sütüyle dünyaya tutunuyorsun.
Ana bu...
Sana can oluyor, canan oluyor.
Derdine derman oluyor, sevincine ortak oluyor.
Ana bu...
Ne yapsan da hakkını ödeyemiyorsun.
İstersen Kâbe’nin etrafında onu onlarca kez tavaf ettir, yine de hakkı ödenmez.
Ana bu...
Senin tırnağın ağrısa, onun her yeri ağrıyor.
Sen gülsen, dünyalar onun oluyor.
Ana bu işte.
Kelimeler yetmez Ana için.
Ne kadar şiirler yazsan, ne kadar öznesi ana olan masallar yazsan, kifayetsiz kalır...
İşte ben de dört yıl sonra Anacığım için bir yazı yazayım mı, yazmayayım mı derken, elim yine klavyeye varmış.
Tam dört sene önce.
18.Haziran.2017, bir Pazar sabahı.
Ramazan Bayramına da bir hafta kalmış bir vakitti.
Sahurumu yapmış, mukabelemi takip etmiş ve sabah namazını edâ ettikten sonra bir Pazar keyfi yapayım demiştim.
Saat sabahın onu gibi bizim kapı acı acı çalıyordu. Kapıyı açtım ve iki sokak ötemde oturan dayım karşımda. Nefes nefese kalmış ve bana;
- Telefonunu niye açmıyorsun, eniştem durmadan seni arıyorumuş. Ben de;
- Hayırdır Dayı, dedim.
Bilmiyorumdum ki dayımın bana acıklı haber vereceğini. Derin bir nefes aldıktan sonra;
- Ablam beyin kanaması geçirmiş.
Evet birden bire ne yapacağımı şaşırdım. Öylece taş gibi kaldım bir müddet.
Beni bir telaş aldı. Hemen arabayı hazırladım, ağabeylerime haber verdim ve iki saat sonra yola düştüm ağabeylerimle ve dayımla.
Ertesi günü, sahur vakti Giresun’a vardık.
Giresun Ada Hastanesi...
Bundan birkaç sene önce de Rahmetli Anacığıma orada iki tane stent takılmıştı.
Çok buyük hatırası vardı yine o birkaç sene öncenin.
Anacığım anjiyo olacak diye, yine hemen atlamış otobüse ve Ada Hastanesine gitmiştim.
Üç gün yatak yüzü görmeden hastanede Anacığımın başında beklemiştim.
O üç gün boyunca geceleri meskenim hastanenin mescidi olmuştu.
Yine aynı hastanede yatıyordu Anacığım.
Yoğun bakıma almışlar, dünyadan bihaber yatıyordu.
Tam on bir gün boyunca başında bekledik Anacığımın, bir umut diye.
O on bir gün bize adeta bir ömür gibi gelmişti.
Her gün bir umut diyorduk.
Şifa niyetine dualarımızı, Yasinlerimizi, tesbihlerimizi eksik etmiyorduk.
On bir gün sonra, 29 Haziran akşamı, Cum’a gecesi Anacığım Mevlâ’sına kavuştu, bizleri bırakarak.
77 yıllık bir ömre beş evlad sığdırdı.
Daha beş yaşına varmadan ilk evladını toprağa koydu.
Zaten Anacığını da 13’ünde, 14’ünde kaybetmiş.
Fazla geçmeden evlenmiş ve hayatın zorluklarıyla karşı karşıya gelmişti.
Hep çilelerle doluymuş Anacığımın hayatı.
Babam onu bırakıp gurbete gitmiş, iş bulmak için.
Bir müddet sonra o da İstanbul’a gitmiş.
İstanbul...
Şimdiki İstanbul değil.
Yolları çamur, suları kuyulardan, çeşmelerden taşınan İstanbul.
Bir yandan İstanbul’da yaşama tutunmak için bitmeyen çileler, bir yandan da evladlarını yetiştirme gayreti.
Evet, dört tane evlad yetiştirmişti.
Hepsini baş göz etmişti.
Sonra ver elini memleket.
Ve geri kalan ömrünü de memleketi Giresun’da geçirmişti.
İlk nefesini Görele, Terziali Köyünde almıştı, son nefesini de Giresun Ada Hastanesinde verdi.
Ve aradan tam dört yıl geçti.
İnanmayacaksınız ilk günkü gibi acısı duruyor sol yanımda.
Hiç eksilmiyor.
Bilakis katlanıyor.
Bazen düşünoyurum “neden Anacığımla daha fazla vakit geçiremedim” diye.
Hayıflanıyorum.
Ama neye yarar?
Zamanı artık geri de alamıyorsun.
Bundan sonra yapacağım tek şey hep ona Fatihalar bağışlamak, Yasinler bağışlamak, hatimler bağışlamak.
Ben de hep öyle yapıyorum.
Ve de hiç unutmuyorum her namazın ardından “Rabbim Anacığımı merhametinle muamele eyle” diye.
Buradan anaları yaşayanlara sesleniyorum; Ananızın kıymetini bilin, gidince çok hayaller kuruyorsunuz öznesi ana olan. Ama o hayallerin de pek tadı olmuyor.
Bu vesileyle başta benim Anacığıma olmak üzere bu dünyadan göç etmiş tüm analara birer fatiha bağışlayalım.