Dört duvar arasında yankı yapar: „An meselesi“. Alemler birbirine karışır, sen bulanırsın. Hayatın akışı akar, sen akarsın…
Perdeler kalkar, hayatın film şeridi gibi gözlerinden akar. Ömrün akar, belki gözlerinden de yaş…
Sıkışır yüreğin daracık bir mekanda. Ruhun çırpınır, Sen çırpınırsın.
Naparsın
An meselesi işte…
Issız bir köşede, ya da uluorta hissedersin. An meselesi işte…
Bazen yalnızken, bazen kalabalıkta, bazen uçurumun kenarında, bazen de yokuşta… An meselesi işte…
Uzak sandığın yakınlaşır bir an, an meselesi işte…
İşte`ler ve an´lar içinde kalırsın işte…
An çokça an, o an meselesini AN…
Sen onu andıkça sana yakınlaşır.
Herkesin muhakkak bir “an meselesi” vardır. Lakin kimi bundan habersiz, kimisi de haberlidir. Ama ortak nokta, an meslesi anında gelir. Anında herşey olup biter. Anında alır, anında teslim edilir…
İşte herşey an meselesi…
Doğarız anında, büyürüz, ve ölürüz.
İşte Hayat sadece AN MESELESİ…
Her anını değerli bilip, kıymetlendirenlerin son anıda pek kıymetli olur. Efendimiz´in Hadis-İ Şerif´i gelir aklıma: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz”. Anımızı değerlendirirsek O son AN meselesinden iyi sonuç elde ederiz.
An meselesidir işte ÖLÜM… Ha şimdi ha yarın, ve belki de yarından da yakın. Kim bilir, belki sıra hiç beklemediğimiz kişide. Ve belki de kendimde. Toprak senide örtecek. Hayatının anlam kazamasıyla da, ya üşütecek, ya da seni Anne kucağı gibi sarmalayıp ısıtacak…
Kimsenin sizi duymadığı, çok sevdiklerinizin hayata kaldıkları yerden devam ettiği, ve sizin dünyada ektiklerinizin biçildiği an…
İşte an meselesi…
Ölüm an meselesidir anlasana…