Amerika gücünü önemli ölçüde dolardan almaktadır. 1944'te Bretton Woods olarak bilinen ve İkinci Dünya Savaşının yavaş yavaş nasıl sonlanacağı anlaşılmaya başlandığında kurulan para sistemi dolara, dolar da altın rezervine dayandırılmıştır. Bu yüzden Amerika süreç içerisinde ülkeye çok fazla altın rezervi sokmuştur. Ama Amerika zaman içerisinde bunu da yeterli görmedi, biraz da yönetemedi. Bu yüzden 1973’te altına dayalı dolar basma zorunluluğunu kaldırdı. Bu sefer de karşılıksız basılan dolarlar yüzünden doların değerinde oynamalar oldu. Nitekim 35 dolara sabitlenen ons altının değerini zaman içerisinde yükseltmek zorunda kaldı ve serbest bırakıldıktan sonra ikibin dolarları zorladı. (Şimdilerde 1800’lü rakamlarda dolaşıyor). Ama yine de rezerv para özelliğini koruduğu için hakimiyetini devam ettirdi.
ABD için para demek doların basım maliyetine eşit desek yeridir. Nitekim hala dünyada rezerv para yüzde 60 civarında doların hakimiyetindedir (rezerv para uluslararası ödemelerde kabul görmüş ödeme aracı anlamındadır). Bir başka deyişle her birimizin cebindeki ya da hesabındaki dolar, Amerika’nın karşılıksız bastığı dolar için karşılık oluşturmaktadır ve esasen kurulan sistem vasıtasıyla parasını dolar olarak tutan ya da ticaretini dolarla yapan ülkeler adeta Amerika için çalışmaktadır. Bir başka deyişle elimizdeki her döviz bir şekilde ABD'ye kazanç olarak dönüyor.
Hadiseye bir başka açıdan da bakarsak ‘ticaretimizi dolarla değil, milli para ile yapacağız’ demek bu kurulu düzene çomak sokma girişimi demektir ki; söz gelimi Çin, Rusya, Türkiye, İran gibi ülkelerin bu yöndeki politikaları kurulu düzene karşı durmak anlamında bir yandan fevkalade kıymetli, diğer yandan da bir o kadar tehlikelidir. Zira bu duruş, dünyayı yönetme iddiasındaki global hayduta karşıdır.
Çok ağır borçlanmaların olduğu zamanlar yaşamasına rağmen Amerika elindeki enstrümanlarla bu sorunların üstesinden gelebilmektedir. Zira bir yandan para basarak, bir yandan da doların değeri üzerinde bilerek oynayarak; genel olarak birbirine ve gerçekte bu ülkeye bağlı olan sermaye piyasası araçlarıyla, piyasaları manipüle edebilmektedir.
İşte bu yüzden Amerikan Merkez Bankasının kararları bütün dünyada merakla takip edilmektedir. Sadece Merkez Bankası kararları değil, altının, petrolün fiyatları da bu ülkeye rağmen şekillenememektedir. Petrol fiyatlarını OPEC vasıtasıyla kontrol etmektedir mesela... En büyük borsalar bu ülkededir. Portföy yatırımı olarak bilinen bu yatırımlar önemli ölçüde bu ülkeden kendisine değer ve karşılık bulmaktadır. Dünya Ticareti Örgütü (DTÖ) vasıtasıyla dünya ticaretine de yön veriyor ki; DTÖ dünya ticaretinin %90'ı demektir. Amerika reel rakamlarla da dünyanın en büyük ekonomisi... Akla hayale gelmedik sermaye piyasası araçlarıyla dünyadaki herhangi bir ülkeye istediği operasyonu çekebiliyor desek yeridir. Yani mevcut haliyle Amerika hala çok güçlü...
Dünyada çok sayıda ülkede (172) sekiz yüz civarında çeşitli büyüklüklerde üssü ve Amerika dışında yüzbinlerce (250 bin civarında) askeri var. Denizlerdeki nükleer güçle çalışan uçak gemisi filolarının her birisi bölge ülkeleri ile savaşabilecek kapasitede… Tek başına dünyadaki savunma harcamalarının %40'ına sahip. Sahip olduğu ve her birinin bir ülkeyi yok edecek kadar gücü olan okyanusların derinliklerindeki nükleer güçle çalışan 72 adet denizaltı da cabası... En güçlü deniz-hava-kara birlikleri onlarda… Siha gibi kimi rekabet edebildiğimiz alanlarda ise aslında sadece kategorisinde yarışabiliyoruz.
Bu büyüklük karşısında ise sesi soluğu çıkan çok az ülke ve lider var. Türkiye de bunlardan birisi… Ama yukarıdaki dengeye bakarsanız; en iyisi (!) BAE, Suud gibi elleri kaldırıp teslim olmak… Yani Türkiye’nin de geçmişte kısmen yaptığı gibi, global gücün kanatları altına girmek ya da kanat ülkesi olmak… Daha somuta indirgeyecek olursak mafyanın adamı olmak… Bütün bunları ve çok daha fazlasını devleti yönetenler biliyor elbette... O ağır sorumlulukta hamaset yapılamayacağına göre zaafları da biliniyor demektir. (Bir sonraki yazıda da bunlara değinmeye çalışalım inşaallah)