Israrla dikkat çekmeye çalışıyorum; birkaç aydır hem bölgemizde hem de küresel ölçekte çok önemli, etkileri uzun süre devam edecek gelişmelere tanık oluyoruz. Fazla gürültülü olmadığı ve Türk medyasında detaylı takip edilmediği için gelişmeleri hakkıyla izlememiz mümkün olmuyor. Oysa sonuçları şok edici biçimde kendini gösterdiğinde, ani değişimler kapımıza dayandığında, "bu da nereden çıktı" diyeceğimiz kesin.
Dünyanın kırılma noktası Türkiye-İran sınırına kayıyor. Bütün bölgede köklü değişimlere yol açacak bir gelişme bu. Doğu Avrupa için planlanan füze kalkanı bu değişim çerçevesinde bölgemize taşınıyor. Batı tarafında kalanlar arasındaki ihtilaflar birer birer ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Türkiye'nin stratejik pozisyonu yeniden tanımlanıyor. Bu durum Türkiye'nin bölge ile entegrasyonu için elverişli bir ortam oluşturuyor. Küresel değişimle Türkiye'nin uzun vadeli hesapları ciddi oranda örtüşüyor. Soğuk Savaş sonrasının "Düşman İslam" tezi yerini yeniden "Ortak İslam" tezine terk ediyor. Türkiye'nin bölgesel nüfuzu arttıkça İsrail'in alanı daralıyor. Tabii bunlar bugünkü görüntü, yarın neler değişecek hep birlikte göreceğiz.
İran'a saldırı ve füze kalkanı konusundaki tartışmaları dün aktarmıştık. Hedefin İran olduğunu, Çin'i dizginleme düşüncesi içerdiğini, bu durumun İslam dünyasında derin bir bölünmeye yol açabileceğini, İran'ın silahlanmasının korkunç bir silahlanma yarışı başlattığını, bölge halklarının on milyarlarca dolarının Batı ekonomilerine akıtılacağını, yeni gelişmelerin İran'a saldırı seçeneğini zayıflattığını, bunun yerine bu ülkeye sıkı tecrit uygulanacağını, İsrail'in bir delilik yapmasından endişe edildiğini ve bu ülkenin sakinleştirilmeye çalışıldığını belirtmiştik. Bu dönemde, Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin bu kadar mükemmel seyretmesi elbette olağanüstü bir başarı olarak not edilmeli.
Rusya, "İsrail İran'a saldırmayacak, bize söz verdi" açıklaması yaparken ABD kaynaklarından, İsrail saldırısına karşı açıklamalar geliyor. Burada çok ünlü bir isimin şok edici açıklamasını özellikle aktarmamız gerekiyor.
ABD eski güvenlik danışmanı, Obama ekibinde yeniden zirveye tırmanan Zbigniew Brzezinski, "Eğer İsrail savaş uçakları, Irak hava sahasını kullanıp İran'a saldırırsa ABD savaş uçakları havalanıp onlarla çarpışmalı, onlar tepemizde uçarken oturup seyredecek miyiz, onlara bu hakkı vermeme konusunda ciddi olmalıyız, kimse bunu istemez ama olursa da Liberty vakasının tersi olur" diyor. (Israelnationalnews, Haaretz) Brzezinski, İsrail'in 1967'de USS Liberty gemisine saldırısını hatırlatıyor.
Türkiye'nin bölgesel ve küresel denklemdeki pozisyon değişimini bütün bu gelişmelerle birlikte ele almak gerekir. Zaaflarını da kazançlarını da bütün açıklığı ile tartışmak gerekir. Dünya bunu yapıyor, yoğun olarak Türkiye'yi tartışmayla devam ediyor. Hemen her gün ABD ve Avrupa basınında benzer analizler okuyoruz. "Türkiye ne yapıyor, Türkiye'nin bölgesel hesapları ne" gibi sorulara cevap aranıyor. ABD'nin, AB'nin ve ilgili ülkenin perspektifinden yapılan bu yorumlar, bazıları son derece dar bir bakış açısını yansıtsa da izlenmeli ancak bizim bu ülkeden, Türkiye'den bölgeye ve dünyaya bakan yorumlara ihtiyacımız var. Türkiye'nin pozisyonunu bu ülkeden dünyaya bakarak yapamazsak, yine ısmarlama değer tanımlamalarının bağımlısı olmamız mukadder.
Mesela Le Monde Diplomatique'in Türkçe versiyonundaki "Türkiye neden büyük olamaz" başlıklı tartışma bunlardan biri. Yorumda, Türkiye'nin; ABD yönetimindeki bir grup devletten ibaret küresel sistem için kalarak "büyük" olamayacağı vurgulanarak, "Batı, Türkiye'yi İsrail'in yararına yapabilecekleri adına seviyor. Eğer Türkiye şu anki yerinde, küresel sistem içinde kalmayı seçerse, Suriye ve Hamas'ı, ABD ve İsrail'in önerilerini kabul etmeleri için ikna etmeye çalışmaktan başka bir yol bulamaz" tespitinde bulunuluyor.
Bu cümlelere ilk bakışta "elbette" demekten başka seçenek yok gibi. Ama "İsrail" bağımlılığının eskisi gibi etkili olmadığını söylemek durumundayız. Belki on yıl önce bu doğruydu, bugün aynı bağımlılık devam ederse tespitler yine doğru olacak. Ancak, Türkiye-İsrail ilişkilerindeki, İsrail'in bölge ile ilişkilerindeki, İsrail'in Batı ile ilişkilerindeki değişiklikleri de görmek gerekiyor. İsrail'in bölgesel etkisinin, yeni aktörler öne çıktıkça daraldığını hep söylüyoruz. Öyle görünüyor ki, bu daralma daha da devam edecek. 1996'lardaki Türk-İsrail ekseninin ne kadar zayıfladığının hepimiz farkındayız.
Türkiye'nin yeni pozisyonunu sadece bir rol tayini olarak görenler için her şeyin açıklaması çok daha kolay, ama artık bunlar gerçeği tam olarak ifade etmiyor. "Rol tayini" ile Türkiye'nin kendi arayışı arasındaki farkı birbirinden ayırmak lazım. Aksi takdirde eski cümlelerle konuşmaya, ezberleri tekrarlamaya devam ederiz.
Söz konusu yazıda; Türkiye, Müslüman Arap bölgede asal bir rol oynayabileceği, coğrafi olarak gerekli potansiyele sahip olduğu, bölgenin en büyük su deposu olma rolünü de üstlenip Arap ülkelerine su sağlayacak dev bir su ağı kurabileceği, büyük bir sanayi gücü ve turizm potansiyeli ile bölgeyi etkileyebileceği, AB'den daha sıcak ilişkiler ağı oluşturabileceği, böylece, öne çıkan bir rol üstlenebileceği belirtiliyor. Ancak yorumda Türkiye'yi AB dışına itme, Ortadoğu'ya yönlendirme şeklindeki Fransız perspektifi açıkça hissediliyor.
Türkiye içinden bakanlar yeni pozisyonu dar bir perspektifle "rol tayini" olarak tanımlarken, dışarıdan bakanlar kendi ulusal çıkarları için bir Türkiye tanımı yapıyorlar. Bunların içinde, her ne kadar küresel eğilimlerle bazı açılardan örtüşse de, Türkiye'nin geleceğe yönelik kendine bir yol çizmeye çalıştığı ve bu amaçla küresel konjonktürden yararlandığı gerçeğini görenlerin sayısı oldukça az. Eminim ileriki dönemlerde bu tür yorumları çokça görmeye başlayacağız.