Kısaca konuyu özetlersek, sıradan ve sıkıcı bir Amerikan kasabasını kendisine mesken edinmiş bir çiftin hayatına deyim yerinde ise balıklama atlıyoruz. Ot bağımlısı olan çiftten erkeği temsil eden Mike, bir yol üstü marketin kasiyer ve reyon görevlisi olarak çalışan; hayattan pek bir beklentisi kalmamış hemen her güzel olayı mahvetmekle günlerini geçiren bir genç. Çiftin öte yakasında ise yarı kızıla boyalı saçları, beceriksiz sevgilisini idare etmeye çalışan sabırlı, iyi niyetli ve sevecen sevgili sıfatına haiz Phobe yer alıyor.
American Ultra, küçük bir kasabada hayatlarını sürdürmeye çalışan bu çiftin öyküsünü anlatıyor. Sürekli nezarete girip çıkan Mike, âşık olduğu sevgilisi Phoebe, yaşadıkları küçük kasabadan gitmenin yollarını ararken, bunu bir türlü başaramazlar. Sonrasında bunun sebebinin CIA olduğunu anladıklarında, kendilerini devlet komplolarının ortasında bulurlar. Bu komplolar, Mike ve Phoebe’nin aradığı cevapları verirken, hayatlarını da temelden değiştirir.
Mike, kız arkadaşını çok sevmesine rağmen yenemediği fobileri, bir türlü üstesinden gelemediği aşırı kaygılı hali ve panik atak krizlerinden dolayı ona hak ettiği hayatı veremediğine inanıyor. Üstüne üstlük, yakın zamanda sevgilisine evlilik teklifinde bulunmayı planlayan Mike, kimsenin bilmediği bir sırra sahiptir. Mike esasında hükümet için çalışan bir gizli ajandır! Üstleri tarafından güvenilirliğine gölge düştüğü gerekçesiyle, çalıştığı birim tarafından etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Aslında kendisi de işin aslını öğrenmek isteyen Mike, Phoebe’yi de yanına alıp peşindekilerden kaçmak için yollara düşer. Filmimiz de işte asıl o zaman başlar.
İranlı yönetmenlerin filmlerine her zaman önem vermişimdir. Her ne kadar İngiltere doğumlu olan yönetmenin ilk filmini (Project X) ülkemizde seyredememiş olsak ta, ikinci filmi ile Nima Nourizadeh, American Ultra ile beklenti çıtasını oldukça yükseltmiş. Filme, hem kadro hem de bütçe olarak ciddi yatırım yapılmış. Filmin ABD’den sadece bir hafta sonra Türkiye’de vizyona girmiş olması da Türk dağıtımcılar açısından iyi bir başarı diye not düşelim.
American Ultra, (sebebini gerçekten bilmiyorum) Türk seyircisinin çok sevdiği bir yerden filmi başlatmış. Neredeyse finalin hemen başından filmi açarak “İşte böyle oldu. Ama durun bakalım nasıl oldu?” tadında bir geriye dönüşle hikâyeyi anlatmayı tercih etmiş. İşin komedi yönü de harika kotarılınca “Sen Seyit (filmde Mike)’ı ne zannettin hemşerim?” şeklinde seyirlik bir eğlence çıkmış.
Yönetmen kendi filmine harika bir rota tayin etmiş. Başrolde genç oyuncular, onları yok etmek isteyen istihbaratın ağır ağabeyleri, özellikle aksiyon sahnelerinde “İşte budur” dedirtecek güzel görüntüleri ile sınıfı rahat geçmiş. Film hem daha önce seyredilmiş kadar çok tanıdık, hem de “ne alakası var canım” dedirtecek kadar özgün. Bir filmde yönetmen size bu yorumu yaptırtabiliyorsa onu tebrik etmek gerekir. Filmin bir başka başarısı da, ABD iç istihbaratının dinamikleri ile iyice dalga geçmesi, küçük ama kör göze sokulacak kadar saçmalıkları seyircinin önüne yığması.
Oyunculuklara da değinmeden geçmeyelim. Mike’ı canlandıran Jesse Eisenberg’in yönetmenin kendisinden beklentisini fazlasıyla verdiğini söylemek gerek; karakterin saf, beceriksiz hali filmin ikinci yarısında benliğini bulmuş, teslim olmayı reddeden bir savaşçıya dönüşüyor; bu dönüşümün içini iyi dolduran yönetmen sayesinde de seyirciyi ikna kabiliyeti yüksek. Ayrıca Kristen Stewart ile de iyi bir ikili oluşturmuşlar. Bizim seyircinin pek seveceği cinsten. Stewart türünün meraklısı dışındakilerin burun kıvırdığı Alacakaranlık kuşağından sonra oyunculuk anlamında kendisini ciddi anlamda geliştirmiş.
Yönetmenin bilinçli bir tercihi söz konusu değilse eşcinsel Petey ve asi ajan Victoria karakterleri üzerinde daha fazla durmaması ciddi bir eksiklik olmuş. Olayın içine ciddi anlamda katılsalardı ne acayip komiklikler çıkardı merak ettim doğrusu! Kural tanımayan usulsüz işlerin kahramanı ajan Yates’i işin içine daha fazla katsaydı, yönetmen anlatmak istediklerini daha inandırıcı kılabilirdi. Özellikle ABD’deki etkin lobiyi kızdırmak istememiş diyelim sözü orada bırakalım.
Çıtır çıtır akan aksiyon sahnelerinde sakin müzik kullanımı, American Ultra tarzı filmlerin özel tercihi diye düşünüyorum. Bütün dikkati sahneye verip, kulağın başka bir yerden beslenmesini engellemek, zihin altına başarılı bir müzik işlemenin altın kuralı galiba. Ödüllü isim Marcelo Zarvos, filmden hariç bile dinlenebilecek şekilde mükemmel bir iş çıkartmış diye düşünüyorum.
Sonuç olarak American Ultra, sonbahar sezonunda seyretmeyi umduğumuz iyi filmlerin bir habercisi gibi, temposu hiç düşmeyen 96 dakikalık aksiyon vaat ediyor. Türün meraklıları için tavsiye edilebilecek güzel bir alternatif.
Künye
Orijinal Adı: American Ultra
Senaryo: Max Landis
Vizyon Tarihi: 28.08.2015
Tür: Aksiyon, komedi
Süre: 96 dak.
Cast Direktörü: Jeanne Mc Carthy
Yapım: Circle of confausion, Media Rights Capital, Likely Story
Uluslararası Dağıtım/Satış: TME (The Moments Entertainment)
Türk Dağıtımcı: TME (The Moments Entertainment)
Yapımcı: Anthony Bregman, David Alpert, Kevin Scott Frakes, Britton Rizzio, Raj Brinder Singh
Ortak Yapımcı: Mark Fasano, Amy Poncher
Besteci: Marcelo Zarvos
Görüntü Yönetmeni: Michael Bonvilain
Sanat Yönetmeni: Christina Eunji Kim
Kurgu: Bill Pankow, Andrew Marcus
Oyuncular: Jesse Eisenberg (Mike Howell), Kristen Stewart (Phobe Larson), Topher Grace (Adrian Yates), Connie Britton (Victoria Lasseter), Walton Goggins (Laugher), John Leguizamo (Rose), Bill Pullman (Raymond Krueger), Tony Hale (Petey Douglas)
Yönetmen: Nima Nourizadeh