Altın Onarım : Kintsugi 金継ぎ
“Sende sessiz kalma yeteneği var Watson; bu da seni paha biçilmez bir arkadaş kılıyor.”
Sherlock Holmes / 2009
Rivayete göre 15’inci yüzyılda Japonya Şogunu (Baş Komutan) Ashikaga Yoshimasa en sevdiği çay kâsesinin kırılmasına çok üzülür. Seramik kâseyi tamir için Çin’e gönderen komutan, bir süre sonra çirkin metal zımbalarla birbirine tutturulmuş halde kendisine geri getirilen parçaları görünce çok sinirlenir ve üzüntüsü bir kat daha artar. Bunun üzerine Şogun, Japon ustaları makamında toplar ve onlardan bu kâseyi estetik bir şekilde onarmalarını ister. Ustalar estetik bir yöntem arayışına girmişken içlerinden biri diğerlerinden çok farklı bir metotla onarımı başarır. Bu olay vesilesi ile Japon zanaatkarlar altın tozu ve reçine kullanarak günümüze deyin özelliklerini koruyan Kintsugi tekniğini geliştirirler. Bu teknik Onyedinci yüzyıl Japonya’sında o kadar yaygın bir hale gelir ki insanlar kâr elde edebilmek için sıradan çay kâselerini satın alıp kırdıktan sonra bu teknikle onarıp daha yüksek bir fiyattan satışa sunmaya başlarlar. Antik Japon kültüründen beri süre gelen Kintsugi sanatından çıkmış düşünceye göre “kırılmaların bozulmaların yok oluş anlamına gelmediği, doğru ve estetik onarımla yenilenerek ve kıymet kazanarak yeniden hayat bulduğunu” kabul eden bir anlayış gelişmiştir.
Kintsugi onarılan, üzerine emek harcanan parçaları eskisinden daha değerli, daha güzel bir hale getirirken ona adeta ikinci bir hayat verir; kırılan nesnenin “değersiz” kabul edilmesine karşın dünyanın en değerli madeni olan altınla karışmış reçine ile tamir etmek suretiyle kusurlu hal orijinalinden daha kıymetli duruma gelir; nesnenin kusurları onurlandırılır.
“Kusur”, Klasik Doğu Medeniyetinde aydınlanma yolunda kilit bir adım ve güzellik olarak görülür; tıpkı İslam tasavvuf Kültüründe “kusurlarına rağmen sevebilme” öğretisi gibi…Batı’da ise kusurlu olan, bozulan ya da kırılan, zamanın akışı ile yaşlanan her şeyin artık işe yaramayacağı düşüncesi hakimdir. Bu sanattan doğan düşünme biçimi bize kusurların ve çatlakların aslında güzel olabileceğini, hatta daha da kıymetlenmeye vesile olabileceğini göstermektedir. Bu sanatta amaçlanan şey, kırılan eşyanın deformasyonunu gizleyerek ‘eskisinden daha iyi’ ya da ‘yeni gibi’ olmasını sağlamak değil, deformasyon ve kusurları olabildiğince ortaya çıkarmaktır.
Günümüz dünyasında İnsanlardan eşyalara kadar her alanda en iyiyi, en mükemmeli ararken yaşadığımız kaos yüzünden kırılan bir vazo gibi bozulan, yıpranan bireyleri tamir etmeye vaktimiz yok. Tamirci denilen meslekler neredeyse tamamen ortadan kalktı ve kullan-at anlayışı ortama hâkim… Tıpkı bunun gibi amir edilip fayda sağlayacak insanlar atılıyor. Alabildiğine körüklenen tüketim kültüründe seçtiğimiz sebze-meyvelerde dahi bir kusursuzluk arar hale geldik… Bazen durup bu eski onarım tekniğini düşünmek, kolayca sıralayabildiğimiz kusurluların güzel taraflarını da görmeye çalışmak ve onları olduğu gibi kabul etmek bize daha iyi hissettirecektir. Mükemmel olmak zorunda değiliz; kendimizi ve karşımızdakileri olduğu gibi kabul etmeli, ‘kusurlu güzellik’ fikrini benimseyebilmeli, kusurlarına rağmen sevebilmeyi öğrenebilmeliğiz.
Hayat yolculuğunda çatlaksız, kırıksız, hasarsız bir beden ve ruha sahip olma lüksüne sahip değiliz. Kendimize iyi davranmakla işe başlayıp “kusurluluktaki mükemmelliği” fark edebiliriz. Burada önemli olan sadece kırığı onarmak değil, nesnenin veya insanın gerçek değerini ortaya çıkarmaktır. Bizi biz yapan yaşadıklarımızdır; olumlu ya da olumsuz her şey, tüm yaşanmışlıklar hayata bakış açımıza ve şahsiyet gelişimimize katkıda bulunur. Önemli olan kusurları, eksikleri, hataları doğru analiz edebilmek, kırıkları doğru metotla tamir etmeye çalışmak, onların varlığından rahatsızlık duymamaktır. Eksiklere rağmen kendimizde ve temas halinde olduğumuz insanlarda derin bir yaratılış saygısı ile kıymetli görebilme melekesi geliştirmektir aslolan.
“Dünya herkesi kırıyor ve sonra bazıları o kırık yerlerden daha güçlü çıkıyor.” /Ernest Hemingway
Bir çok başarı hikayesinde zorluklar, engeller, hatalar, düşmeler sonucunda ayağa kalkıp azimle yürüyerek muazzam kazanımlara imza atıldığı anlatılır. Bu hikayelerin kahramanları daima başarısız olup düştükleri anlarda şükredip, kalplerini kıran insanlara teşekkür edegelmişlerdir. Bu kimseler yaşanan olumsuzluk ve imkansızlıklar sayesinde kendilerini ve ilişkilerini doğru tamir etmeyi öğrenebilmişlerdir.
“Yaşanan her şey değerlidir”
Bizlere dayatılan yaşam tarzı içinde sunulan tüm o “ideal insan” şablonlarına yeniden göz gezdirmekte fayda var. O şablonlara uymak adına nelerden vazgeçtiğimizi, o kalıpların bizi özümüzden nasıl uzaklaştırdığını ve boşluğa sürüklediğini idrak etmelidir. Hatalarımız, kırgınlıklarımız ve bizi değiştiren tüm anılarımız hayatımızın bir parçası ve bize ait… Japon icadı Kintsugi sanatı gibi kırılan dökülen parçalarımızı toplayıp birleştirmek ve altın tozuyla daha değerli kılmak elimizde. Kullanılacak altın tozu iyilikler ve faydalı olanı üretmektir. Hem kendimizin hem de muhataplarımızın eksik ve kusurlarında gizli güzellik ve faydayı görebilmek için kritik bir düşünme tarzına ihtiyacımız var. Hiçbir zaman bazı şeylerin başlangıçtaki gibi olamayacağını bilsek bile, kendimizi ve muhataplarımızı yaşanmışlıklarla kabul edip, “çatlakları asıl kıymetli özelliklerle doldurmak” için çaba harcarsak eskisinden daha da değerli ve özel olunabileceğini göreceğiz… Karşılaştığımız can sıkıcı birçok olaya bakış açımızı değiştirebiliriz. Hayal kırıklıklarımız kırılmış seramikler gibidir; kendimizi iyi tanır, kırılan yerlerimizi doğru onarabilirsek gerçek anlamda “yaşama sanatı” nın kapısını aralamış oluruz. İnsan akıllıca onarabildiği kusurlarını gücünün kaynağı haline getirebilir.
“Aldığın yara, Işığın sana akacağı yerdir.” Mevlâna Celaleddîn Rumî
Faydalı Linkler
https://www.gzt.com/gztmzt/parcalanma-kirilma-ve-acilarin-aslinda-bir-kayip-olmadigini-anlatan-japon-sanati-kintsugi-2559318
https://www.artsy.net/article/artsy-editorial-centuries-old-japanese-tradition-mending-broken-ceramics-gold
https://www.themagger.com/kintsugi-felsefesi-nedir/