Bir yıl önce tam da bu günlerde, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı'nın başında bulunan David H. Petreaus'un danışmanı, David Kilcullen şunları söylüyordu: "Gerekli adımlar atılmadığı takdirde Pakistan önümüzdeki altı ay içinde yıkılabilir. Pakistan'ın kaosa sürüklenmesi uluslararası toplum için korkunç sonuçlara yol açabilir. Pakistan'ın krize girmesi dünyadaki bütün diğer krizleri gölgede bırakacak etkisi olacaktır. Pakistan 173 milyonluk bir nüfusa, 100 adet nükleer silaha, El-Kaide'nin ana merkezine, Amerikan ordusundan daha büyük bir orduya ve ülkenin üçte ikisini kontrol edemeyen bir hükümete sahip. Pakistan ordusu, polisi ve istihbarat servisi sivil hükümetin kararlarını ciddiye almıyor. Bu güçler 'devlet içinde haydut devlet' gibi hareket ediyor. Devletinin önümüzdeki altı ay içinde yıkılabileceği bir noktaya doğru gidiyoruz, bu tehlike ekonomik krizle birlikte daha da artıyor. Hükümetin yıkılması ve nükleer silahların radikal güçlerin eline geçmesi ihtimali, dünyadaki diğer bütün krizleri cüceleştirebilir..."
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Pakistan ziyaretini izlerken nükleer gücü nedeniyle cezalandırılıp kontrol altına alınan ama bu yapılırken de adeta paramparça edilen Pakistan'la ilgili kâbus senaryoları tekrar zihnimde canlandı. Küresel ölçekte "sorun" olarak görülen hemen her konunun Pakistan'la bir şekilde bağlantısı var. Terör, El Kaide, Taliban, terörle mücadele işbirliği, bu amaçla yürütülen operasyonlar ve İran krizi olarak önümüzde duran ancak daha önemli olan Pakistan'ın nükleer silahlarının geleceği...
Altı ay sonra yıkılmamış olsa da, "yıkılma" iddiası Pakistan gibi bir ülke için abartılı bir tahmin olsa da, şu an için dünyanın en kararsız ve tehlike altındaki ülkelerinin başında Pakistan geliyor diyebiliriz. İç istikrarsızlıktan siyasi çözümsüzlüğe, Afganistan ve Güney Asya'nın bütün gerilimini yaşamaktan ülke içindeki örtülü operasyonlara kadar, neredeyse bir tür iç savaş yaşayan Pakistan'ın durumu, Türkiye dahil, belli ülkeler tarafından dikkatle izleniyor.
Afganistan'daki savaş Pakistan'ın içine taşındı. Burada tek suçlu, savaşın sebebi Taliban değil elbet. Taliban üzerinden bölgesel operasyonlar yapan ABD, bu ülkeyi derin bir istikrarsızlığın içine sürükledi. Etnik çatışmalar, mezhep gerilimi gibi, iç çatışma ortamını besleyen gelişmelerin hepsinde bir şekilde Afganistan'da müdahil güçler var. ABD yönetiminin Afganistan-Pakistan konusundaki "duyarlılığı" bütün Güney Asya'yı istikrarsızlığa itebilecek ihtimalleri barındırıyor.
Barack Obama döneminde, özelde Ortadoğu, genelde dünyada kısmi bir yumuşama eğilimi hissedilirken Güney Asya'da, Afganistan-Pakistan bölgesinde tam tersi bir rüzgar esiyor. Obama'nın seçim kampanyalarından itibaren Pakistan'ı açıktan hedef göstermesi, affedilir bir şey değil. "Bütün gücümüzü kullanarak bu tehditle uğraşacağız" diyen Obama, "Afganistan'daki durum kötüleşiyor. Güney Asya'daki durum ve oraya sığınan teröristler Amerikan halkına karşı başlı başına en önemli tehdidi temsil ediyor. Kaynaklarımızı harekete geçireceğiz ve bütün dikkatimizi el Kaide, Bin Ladin ve Amerikan vatandaşlarını hedef almaya niyetli diğer radikal grupları yenmeye vereceğiz" derken, "Pakistan'ı füzelerle vururuz" demekten de geri kalmadı. İşte şu an bunu yapıyorlar. Pakistan'daki üslerden kalkan ABD uçakları Pakistan halkını bombalıyor. Bir ülke yönetimi bunu kendi toplumuna nasıl anlatabilir? Hiçbir yolu yok tabii.
2007 yılının Aralık ayında; NATO, Hollanda ve Belçika'daki merkezlerinde "Afganistan için en kötü senaryo"yu tartışıp önlemler üzerinde çalışırken aslında "Pakistan'ın kontrolden çıkması halinde neler yapılacağı"nı sorguluyordu.
Daha geniş anlamda, "Afganistan'da durum kötüleşir, çekilmek zorunda kalırsak ve aynı anda Pakistan da kontrolden çıkarsa ABD ve NATO güçleri, Sovyet güçleri gibi, Afganistan'da kapana kısılır mı" sorusu soruluyor, muhtemel senaryolar üzerinde çalışılıyordu. Nitekim daha sonra bu tehlike gerçek çıktı. NATO'nun ve ABD'nin Karaçi-Afganistan lojistik rotasını kesecek ölçüde büyük saldırılar başladı.
Perviz Müşerref'in zorunlu olarak görevini bırakması, Benazir Butto suikasti, ülkenin bir bölümünde devam eden iç savaş, siyasi iktidarın hızla itibar kaybetmesi ve ülkeyi yönetemez hale gelmesi ve öteden beri devam eden nükleer silahların kontrolü senaryosu, Pakistan'ı tehlikeli noktalara sürüklüyor. Böyle devam ederse, iç savaş ya da askeri müdahale seçenekleri ihtimal dışı değil.
ABD ve NATO'nun, terörle mücadele gerekçesiyle Pakistan'da yürüttüğü askeri operasyonlar derhal durdurulmalı. Eğer güçlü, istikrarlı bir Pakistan istiyorsak, bu ülke üzerindeki uluslararası gölge bir an önce ortadan kalkmalı. Çünkü, bu durum Pakistan için geleneksel hasmı Hindistan'dan çok daha büyük bir tehdit haline geldi.
Cumhurbaşkanı Gül'ün yoğun programı izlerken bu ülkeyi içeriden daha detaylı görme fırsatı bulacağız. Ziyaretin ilk günü, daha çok Pakistan'ın Türkiye için anlamını içeren sözler söyledi Cumhurbaşkanı. Bir iade-i ziyaret yapıldığını, daha çok ekonomik ilişkilerin öne çıkacağını, iki ülke arasındaki kardeşliğin ekonomiye de yansıtılması gerektiğini vurguladı. Gül, Pakistan'a son ziyaretinin, Perviz Müşerref döneminde olduğunu, çok kritik bir aşamadan geçen ülkede muhalefet liderleriyle görüştüğünü, seçimi boykot etmemelerini telkin ettiğini hatırlattı.
Türkiye'nin, Afganistan ve Pakistan'ı bir araya getirdiğini belirten Cumhurbaşkanı; "Daha önce ABD bunu yapmaya çalıştı, bir araya geldiler ama tokalaşmadılar bile. Sonra bize "gelin bizi buluşturun" dediler, "bunu Türkiye yapsın" dediler. Onları buluşturduk. Şimdi Genelkurmay başkanları, istihbarat başkanları, milli eğitim bakanları bir araya geliyor. Biz onlara bölgelerini sahiplenmelerini öneriyoruz" dedi.