Deniz Feneri davası sekiz ay sonra 1 Eylül'de, Ramazan'ın birinci günü başladı. Neden bu kadar geç başladı? Soruşturma uzun sürmüş olabilir, deliller toplanamamış olabilir. Bu anlaşılabilecek bir durum. Ama neden bu kadar geç başladı sorusunu yine de sormak geliyor insanın içinden.
Alman yasalarına göre vergi kaçırma, yolsuzluk, kayıt dışı para trafiği gibi konularda son derece dikkatli bir çalışma yürütülüyor. Yargılama süreci de bu özen ölçüsünde büyük gürültüyle başladı. Sıradan bir yolsuzluk davası, sıradan bir vergi kaçırma davası değil de uluslararası siyasi sorun olarak öne çıktı.
Davanın bu denli gürültü koparmasının sebebi sadece; Türkiye'de iç siyaseti etkilemesi, içeride birilerinin bunu birilerine karşı kullanılması değildi elbet. Davanın kendisi, böyle kurgulandı. Yolsuzluk davası olarak değil, Türk iç siyasetini etkilemeye, belli bir siyasal çevreyi yıpratmaya dönük olarak kurgulandı.
Olayın yolsuzluk boyutunun sorgulanacak bir tarafı yok. Ortada bir dava var, suç varsa karar çıkar. Birileri, varsa suçu, cezasını çeker. Yolsuzluğu savunmak mümkün olmadığını göre, bu tarafı bizi çok da ilgilendirmiyor. Olayın ve davanın niteliği değişti, yolsuzluk boyutundan iç iktidar mücadelesine dönüştü. Bizi ilgilendiren tarafı burası.
Tartışmanın tarafları da sadece Ak Parti ya da Başbakan Tayyip Erdoğan'la Aydın Doğan ya da Doğan Grubu değil. Almanya gerek davanın hazırlanış biçimi, gerek kamuoyuna sunuş biçimi, gerekse Türkiye'nin iç siyasetini etkileyecek hatta bir hınç kampanyasına dönüştürecek şekilde pazarlanması açısından tartışmanın en önemli tarafı oldu. Hatta tartışmayı yönlendiren taraf durumunda. Türkiye'de kendine yakın olanlar üzerinden Türk siyasetine bir derin Alman müdahalesi izliyoruz.
İşte burada bizim de söyleyeceklerimiz var.
Alman yargısı ile Alman dış politikası arasındaki bağ bugünlerde oldukça kaba bir şekilde kendini hissettiriyor. Sadece bu olayda, Deniz Feneri davası üzerinden Ak Parti iktidarını hırpalama girişiminde değil, çok acı bir olayda daha gördük bunu biz.
Almanya'daki yangınları hatırlayın. Hani Ludwigshafen'dan Gaziantep'e uzanan acıyı, beşi çocuk dokuz kişinin nasıl yakıldığını, pencereden atılan bebeği hatırlayalım. Ardından Almanya'nın her köşesinde, her kentinde, her kasabasında Türklerin oturduğu evlere yönelik kundaklama faaliyetlerini hatırlayın. Hatta bu saldırıların Viyana'ya kadar yayıldığını..
Yangınlar son derece sistematikti. Belli bir haritaya göre saldırılar gerçekleşiyordu. Bildiğimiz neonazi saldırılarına hiç benzemiyordu. Ne tuhaf, saldırganlar, Türkiye'de bile hemen her sokakta olan, kameralar tarafından bile görüntülenmiyordu.
Dokuz kişinin can verdiği Ludwigshafen olayıyla ilgili elli uzman aylarca çalıştı. Görgü tanıkları nedense ifadelerini değiştirdi. Hiç kimse yakalanmadı, gözaltına alınmadı, tutuklanmadı, yargılanmadı. Sadece bu olayda değil, hemen sonrasında başlayan kundaklama olayları ile ilgili de (belki sayısı yüzü geçmiştir) hiç kimse yakalanmadı, sorgulanmadı, yargılanmadı. Diyelim yüz tane ev yakıldı. Alman polisi kimseyi bulamadı. Alman savcılığı hiç kimseyi mahkemeye sevketmedi. Böyle adalet teşkilatı, böyle polis teşkilatı, böyle istihbarat teşkilatı mı olur? Oysa böyle olmadığını, Almanya'nın bu kurumlarının ne olduğunu biliyoruz. Aynı adliye sistemi bakın Deniz Feneri Davası'nda ne kadar becerikli. Neden? Çünkü bu davanın başka hedefleri de var.
Alman Federal savcılığı doğru dürüst hiçbir açıklama yapmadan dosyaları kapattı. Hem de büyük bir pişkinlikle. İşin daha da tuhafı, kimse; yahu neler oluyor diye sormadı.
Ben Almanya'nın bu tuhaf tutumunu sorgulayan yazılar yazdım. Baktım ki, sadece ben yazmışım. Acaba dedim, her şey normal de sadece ben mi anlamadım. Tuhaf olan ben değildim. Olayı Alman Ergenekonu olarak niteledim. Yangınların; Türkiye'deki Ergenekon davasından bir hafta sonra başlamasına dikkat çektim.
Şimdi Alman Ergenekonu kavramını yeniden düşünüyorum. Türkiye'deki Ergenekon operasyonu sonrasında Almanya'daki sistematik derin devlet operasyonlarını yeniden düşünelim. Türkiye'deki Ergenekon operasyonunun taraflarını da bir kez daha hatırlayalım. Her hangi bir yolsuzluk davası üzerinden, Ergenekon tasfiyesinin de içinde bulunduğu, nasıl bir siyasi kampanya yürütüldüğünü, bu kampanyanın Türkiye'deki iktidar aygıtlarını ne yöntem sarsma hedefinde olduğuna özellikle dikkat edelim. Ama özellikle taraflara, hangi operasyonun hangi ülkeleri rahatsız ettiğine bakalım derim ben.
Ben yine Alman Ergenekonu kavramının önemini hatırlatacağım. Bunların rahatsız edici olduğunu biliyorum. Özellikle Almanya için. Ama ben hep rahatsız edici yazıyorum zaten.
Rahatsız edici şeyleri yazmaya devam edeceğiz.