Bazı yazıları paylaşmamaya gönlüm razı olmuyor. İşte onlardan biri. Vakit Gazetesi’nde 12 Ocak 2010 tarihinde (bugün) yer alan Yavuz Bahadıroğlu imzalı bir yazı. Başlığı, “Fakir fukaranın “ah”ını alan bir Başbakan”
Sultan I. Ahmed’in kucağına verilen çocuğun yüzü gerçekten de melekler kadar güzeldi...
“Adı ne?” diye sordu sarayın yüksek memurlarından olan babası Pervane Kaptan’a...
Pervane Kaptan kıvranmaya başladı. Çünkü çocuğun adı Ahmed’di. Ama Sultan I. Ahmed’in yüzüne nasıl “Ahmed” diyecekti?
Zeki Padişah, çiçeği burnunda babanın durumunu hemen kavradı:
“Yoksa benim adımı mı verdin kerataya?” diye gülümsedi sorarken.
Pervane boynunu büktü: “Beli Hünkârım.”
Çocuk o kadar güzeldi ki, Padişah “Melek gibi” demekten kendini alamadı ve “Adının başına Melek gelsin, adı Melek Ahmed olsun” deyiverdi.
Melek Ahmed küçük yaşta Enderun’e alındı ve çok iyi bir eğitim gördü.
Yıllarca Enderun terbiyesi ile yetişen ve öğrenim gören Melek Ahmed, kıvrak zekâsı ve çalışkanlığı sayesinde, önceleri “Has Kiler”e alındı. Ardından “Has Oda”ya terfi edip “Melek Ahmed Ağa” oldu. Sonra sırasıyla “Çuhadar”lığa, “Silahtar”lığa, “Vezir”liğe ve “Üç Tuğlu Vezir”liğe terfi etti. Ardından Diyar-ı Bekir Valiliği’ne (1638) ve Musul Muhafızlığı’na atandı...
Derken, yıllar sonra tekrar ver elini İstanbul...
Artık o “Kubbealtı Veziri”dir. (1640). Üstelik Sultan Dördüncü Murad’ın son derece dindar olan üçüncü kızı Kaya Esmahan Sultan’la evlenip saraya “damat” olmuştur (1644).
Artık ikbal merdivenlerini daha hızlı çıkacak, nihayet Sultan IV. Mehmed döneminde sadrazamlığa yükselecektir.
Sonradan Sultan IV. Murad’ın kızı Kaya Esmahan Sultan’la evlenip saraya damat olan Melek Ahmed Paşa’nın 5 Ağustos 1650 ile 21 Ağustos 1651 tarihleri arasında bir yıl onyedi gün süren kısa bir sadrazamlığı vardır.
•
Anlatacağım iki olay da işte bu kısa sadrazamlığı döneminde cereyan etmiştir...
O dönemde Osmanlı Devleti donanmayı yenilemeye karar vermiştir. Çünkü dünyada kadırgalar devri kapanmış, “kalyon” devri başlamıştır. Kadırgaya göre oldukça büyük olan yelkenli kalyonlar sayesinde deniz üstünlüğü Avrupalı devletlerin eline geçmek üzeredir.
Sadrazam Melek Ahmed Paşa, Bahçekapı Tersanesi’ne büyük bir kalyon inşa edilmesini emreder. Ne var ki, hazinede gerekli meblâğ mevcut değildir.
Ekonomik kurulu toplar ve çare sorar. Bilirsiniz, dün ve bugün ne zaman bütçe açık verse, ne zaman askeri ihtiyaçlar baş gösterse, zaten zar-zor geçinen halkın üç kuruşuna göz dikilir.
Toplantıda Defterdar (Maliye Bakanı) Emir Mustafa Şerif Paşa şöyle bir teklifte bulunur: “Hazineden maaş alan dul, yetim, ulema, şeyh, derviş ve Nakib’ül eşrafa (Peygamber Efendimiz’in soyundan gelenler) bu sene (1651 senesi) ödememiz gereken parayı ödemeyelim. Bu meblâğı devlete irad (gelir) kaydedip donanmaya aktaralım.”
“Garip gurabanın üç kuruşuna göz dikmek hayır getirmez” diye itiraz edenler olmuşsa da, paşa aldırmaz.
Son ve en güçlü itiraz, bizim “tarihçi” taifesinin pek de hoşlanmadığı Kösem Sultan’dan gelir: “Bir defada 30 bin adamın gelirini kesip rızıklarından mahrum etseniz, beddualar üzerinize yağmur gibi yağar.”
Sadrazam aslında dindar bir insandır. O kadar ki, servetini fakirlere dağıtmakla ün yapmıştır. Fakat ne olmuşsa olmuş, o gün ağzından çıkmaması gereken bir cümle çıkmıştır: “Bunca zamandır filan mollanın, feşmekân dervişin dualarıyla mı kaleler fetholundu ki, şimdi böyle denmektedir?”
Sonuçta fakir fukaranın geliri kesilir. Bu para gemi inşası ile sair askeri harcamalara ayrılır.
Böylece dünyanın en büyük kalyonlarından biri kızağa konur... Gemi o kadar büyük ve gösterişlidir ki, İstanbul halkı arasında destan olmuştur.
Zaman içinde kalyonun inşası tamamlanıyor. Artık sıra denize indirmeye gelmiştir. Bu arada gelirleri kesildiği için büyük bir geçim darlığına düşen kitlelerin ahı arşa yükselmiştir.
26 Nisan 1651 günü görkemli bir tören yapılıyor. Koca kalyon, Bahçekapı Tersanesi’nden denize indirilecektir. Aylardan beri dillere destan söylenen kalyonu görmek isteyen İstanbullular da merasim alanını doldurmuştur.
Sadrazam Melek Ahmed Paşa çok mutludur. Törene katılan Şeyhülislam’a, “Bu koca kalyon sayesinde devletimiz yeniden dünya denizlerine hâkim olacaktır” diye övünüyor.
Yelkenler bağlanıyor, zincirler yükleniyor, son olarak da ikiyüz civarında denizci gemiye bindiriliyor. Nihayet Şeyhülislam’ın duasından sonra kalyon denize indiriliyor.
Fakat o da ne? Kalyon suya iner inmez önce yan yatmış, ardından devrilmiş, içindeki ikiyüz denizciden ellisi maalesef boğulmuştur.
Böylece hem Sadrazam’ın medar-ı iftiharı gemi kullanılmaz hale geliyor, hem de elli levent kaybediliyor. Bu büyük bir felakettir.
Bu manzara karşısında Sadrazam Melek Ahmed Paşa hüngür hüngür ağlarken, geminin yapılabilmesi için fakir fukaradan, garip gurabadan kırpılan paraları hatırlayan İstanbullular, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” diye söylene söylene dağılıyorlar.
Bu hadise sebebiyle Melek Ahmed Paşa’nın sadrazamlığı sona eriyor. Paşa, 21 Ağustos 1651 tarihinde esnafın başını çektiği protestolar sonucu azlediliyor.
Tarihçi Naima, kendi adını taşıyan tarihinde bu olayı anlattıktan sonra diyor ki:
“Devlet adamları, fakir fukaranın hayır dualarını ve beddualarını hafife aldıkları, dullara ve yetimlere gözyaşı döktürdükleri için ikbal merdivenlerinden düşüp ziyan olurlar.”
Tarih her zaman ibrettir.