Şimdi buradan, "Acaba Tayyip Erdoğan'ın hastalığı ciddi mi" diye bir ihtimalden söz etsem, buna hemen "Allah korusun" refleksi ile karşılık vereceğinizden eminim.
Şimdi buradan, Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasında ciddi bir ihtilaf bulunma ihtimalinden söz etsem, bunun karşısında da "Allah korusun" refleksi ile karşılık vereceğiniz muhakkaktır.
Ben, "AK Parti içinde siyasi istikrarı etkileyecek bir çatlak oluşma ihtimali" karşısında da sağduyu sahibi insanların yine "Allah korusun" refleksiyle mukabele edeceğini düşünürüm.
Bir şey daha söyleyeyim:
AK Parti ile diyelim cemaat ve benzeri büyük toplumsal oluşumların ilişkilerinde meydana gelecek gerilimler de tahmin ediyorum ki, sağduyulu dünyada "Allah korusun" refleksi ile karşılanır.
"Neden böyledir" diye sorulursa bunun cevabı da açıktır:
Çünkü tüm bunlar istikrarsızlık demektir ve istikrarsızlık da sadece ülkeye kaybettirir. Hatta içinde yaşadığımız sancılı coğrafya açısından baktığımızda Türkiye'nin istikrarsızlığı, tüm İslam dünyasının, hatta dünyanın kayıp hanesini büyütür.
Tayyip Erdoğan'ın sağlığı ile ilgili ilk mesele, onun liderliğinin Türkiye için ne kadar önemli hale geldiğinin göstergesidir. Bu, muhalif çevreler için bile böyledir dersem şaşırmamak gerekir.
Diğer konular, siyaset alanındaki farklılaşmalarla ilgilidir.
Burada akla "İlişkilerin hep süt liman olması mı gerekir? Hiç farklı düşünce ortaya konamaz mı" soruları geliyor.
Elbette farklılıklar olacaktır.
Hatta farklılıkların olması, sıhhat alametidir de...
Yönetimin başında bulunanların bu farklılıklardan yararlanmaları da gerekir.
AK Parti bünyesinden çıkmış bulunan Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı makamından, yani biraz daha farklı bir perspektiften bakıyor, oradan uyarılarda bulunuyor olması, "sistem körlüğü"ne düşme riski taşıyan her yapı için olduğu gibi AK Parti iktidarı için de eşi bulunmaz bir imkândır.
Aynı tarzda, parti bünyesinde farklı düşünceler de olabilir.
Aynı tarzda, size destek veren sosyal oluşumların, mutlak angajman yerine destek ve murakabeyi birlikte yürütmeleri de bir siyasi iktidar için kazançtır.
Olmaması gereken nedir diye sorulursa, bence o da, ağacı görüp ormanı kaybetme riskidir.
Yani parça üzerinde fazla yoğunlaşıp bütünü gözden kaçırmaktır.
Bu konu, bana göre herkesin üzerinde hassasiyet göstermesi gereken konudur.
Yani bu noktada ne iktidar kendini mutlaklaştırmalı ne de diğerleri...
Muhalefet ki, evet işi muhalefettir. Hatta bazen muhalefet olsun diye muhalefet bile yapılabilir.
Ancak bir muhalefet partisi bile, sonu siyasi istikrarsızlığa gidecek bir tavrın peşinde olamaz ya da böyle yaparsa, toplum tarafından bir şekilde yaptırıma uğrar.
Türkiye'de kartların her gün yeniden karıldığı bir süreçte, bu iktidar yapılanmasının önemini bilenler ise daha özenli bir yaklaşımın içinde olurlar.
Bu değerlendirmeler, aslında toplumun sağduyu dünyasını okumaktan ibarettir.
Başta ifade ettiğim "Allah korusun" refleksleri boşuna oluşmaz. Daha doğrusu refleksler boşuna oluşmaz. Refleks, bir tür savunma içgüdüsünün yansımasıdır.
"Allah korusun" refleksi toplumsal bir tavır haline gelmişse, orada toplumun o gelişmelerden duyduğu kaygı öne çıkıyor demektir.
O halde Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında bir ihtilaf ihtimaline ilk "Allah korusun" tepkisi bizzat bu iki devlet adamından gelecektir.
O halde, AK Parti'de çatlak ihtimaline karşı ilk "Allah korusun" tepkisi, parti bünyesinden gelecektir.
O halde, AK Parti iktidarı ile farklı hizmet oluşumları arasındaki gerilim ihtimaline karşı ilk "Allah korusun" tepkisi hem AK Parti'den hem o hizmet gruplarından gelecektir.
Ben derim ki, bir tek uçuruma doğru gidiş söz konusu ise onun önünde kararlı bir biçimde gerilme zarureti vardır.
Şu an Türkiye ne Tayyip Erdoğan'ı gözden çıkarabilir ne Abdullah Gül'ü ne AK Parti'yi ne muhalefeti ne de her renkten hizmet gruplarını...