Geçtiğimiz günlerde Genelkurmay başkanı Başbuğ Kazım Karabekir’i anma toplantısı sonrasında basına konuştu, Balyoz Darbe Planı iddialarına cevap vereyim dedi ama cevaplar yeni soruları ve tartışmaları da beraberinde getirdi.
Başbuğ, savaşta “Allah Allah” diyen ordu içerisinde camiye saldırının imkansız olduğunu söylemesi bazı mağdurlarına söz hakkı doğurdu adeta. Bu konuda zaten “Habername” olarak bizler daha öncesinden, bu şekildeki mağdurların sesi soluğu olmuştuk, köşemizde. YAŞ mağdurları, acılarını kamuoyuyla paylaşma noktasında bizleri seçmiş, insanımız da HABERNAME ile haberdar olmuştu.
Başbuğ’un konuşmasından sonraki en çapıcı haberlerden birisine Vakit imza atmıştı. Sürmanşetten büyük puntolarla verdiği “Allah dedik atıldık” başlıklı haberi çok ses getirmişti.
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un, "Askerlere, 'Allah Allah' diye hücum emri veriyoruz" diyerek, Balyoz Darbe Planı'ndaki cami bombalama eylem planı haberlerine sert çıkması, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla ordudan atılan askerlerin tepkisine neden olurken Vakit, YAŞ mağduru emekli Binbaşı Mustafa Hacımustafaoğulları’nın, "Balyoz darbe planının doğru olduğuna yüzde yüz inanıyorum, çünkü benzer planların konuşulduğu toplantılara bizzat katıldım, gördüm" sözlerine de yer vermişti.
Sayın Hacımustafaoğulları, bu röportaj sonrası duygularını hemen bizimle paylaştı. Başbuğ’un “Bilgi sızdırma” tepkisine karşı düşüncelerini “BİLGİ SIZDIRAN VATANSEVERDİR...!” şeklinde bir başlık altında dile getiren YAŞ mağduru emekli Binbaşı, uzun süredir acılarını içine gömmüş birisi olarak, bütün hislerini gözler önüne seriyordu.
İşte, YAŞ mağduru emekli Binbaşı Mustafa Hacımustafaoğulları’nın mektubu. Bu zamana kadar herkes bir şeyler söyledi, onlar hep sustu, sineye çekti.
Şimdi söz onların:
“Genelkurmay Başkanı yine hançeresini yırtarcasına haykırdı.
Sıkıntısını çok iyi anlıyorum. İşi zor, hem de çok zor.
Kırılan kol yen içinde kalmıyor.
Rahat durmuyor ki ‘iyi çocuklar’, her Allah'ın günü yine yaramazlık yapıyorlar.
Eskiden ne iyiydi, işler gizli kapaklı yürüyordu.
İçeridekiler durdan sustan anlamıyor,
Bildiğini okumaya devam ediyorlar…
İçeridekilerin huyu belli, değişecekleri de yok.
Peki, dışarıdakilere ne oluyor?
Nereden buluyorlar bu cesareti?
Eskiden ne güzel hizada, esas duruşta duruyorlardı.
Kimse gıkını çıkarmıyordu.
Gıkını çıkaranın sesi de bir telefonda kesiliveriyordu.
Aşağıya tükürse sakal,yukarıya tükürse bıyık.!
Belgeleri, delilleri yalanlasa sıkıntı,
Kabul etse daha büyük sıkıntı..!
Çareyi millete haykırmakta buluyor.
Nasılsa büyük millet.
Ne çilelere göğüs germiş, ne yükler taşımış, neleri yutmuş...
Başbuğ'un yükünü mü çekemeyecek?!
...
Yıl 1989'du yanlış hatırlamıyorsam.
Eskişehir 1.Taktik Hava Kuvvetleri plan tatbikat salonu.
Bilseydim bugünleri yaşayacağımı, tek tek not alırdım.
Gizliliğin ne demek olduğunu bilen insanız.
Bilmesi gerekenin ne olduğunu da.
O nedenle çok şeyi yaşadık ama unuttuk.
Kendimizle birlikte mezara gömmeye ahdetmiştik.
Çoğu hakkımızı da Rabbimize havale etmiştik.
O yüzdendi suskunluğumuz.
Fakat gizlilik adına ihanetler tezgâhlandı.
Kapalı kapılar arkasında planlar kuruldu, bu millet üzerine.
Herhalde bir şeyleri konuşmanın vakti geldi geçiyor...
Birliğimi temsilen de ben katılmıştım toplantıya.
Taktik Kuvvet Komutanı Korg...., Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Tümg....,
Ve diğer ilgili birlik komutanları ve ilgili personelin katılımıyla icra edilmişti.
Toplantıda gündemin bir yerinde konu, bina ve personel güvenliğine geldi.
Tak.Kuv.K.nı, personel eşlerine sağlık karnesi ve lojman giriş kartı düzenlenmesinde farklı uygulamalar olduğunu,
Konunun incelenip, mevzuata göre uygulamanın standardize edilmesini söyledi.
Bunun üzerine bir Binbaşı söz aldı, personel analarının yaşlı olduğunu, bu itibarla başörtülü olabileceklerini, ancak eşlerinin başörtülü resim vermelerinin uygun olmayacağını beyan etti.
Herhalde anasının başörtüsünü kurtarmaya çalışıyordu.
(Kendi süfli yaşantısı buna layık olmasa da..!)
Arkasından bir Üsteğmen ayağa kalktı: “Lojmanlarda bir subayın on adım gerisinde çarşaflı eşinin yürüdüğü bir manzara Türk ordusuna yakışmıyor...” şeklinde konuştu.
Öyle bir tablo çizerek ortamı ajite etti ki, ancak bu kadar olur!
Ben hâlâ merak ediyorum. Gerçekten böyle bir tabloyu görmüş müydü? Gördüğünü de sanmıyorum.
... Dindarlara duyduğu kin ve nefretini kusuyordu...
Seminere girmeden kendi kendime talimat vermiştim.
Ne olursa olsun kesinlikle söz almamı, konuşmamı yasaklamıştım.
Çünkü kendi huyumu, mizacımı biliyordum.
Yanlışa, haksızlığa karşı sessiz kalamazdım.
Yaşadığımız koşullar da belliydi...
Fakat hakikatin hilafına bunlar zırvalanırken ben sessiz kalamazdım.
Önce kendime isyan ettim, verdiğim emre itaat etmeyecektim, edemeyecektim...
Söz istedim, ayağa kalktım.
Özetle; dininin vecibelerini yerine getiren personel ile suç oluşturacak faaliyet ve ilişkiler içinde olanların ayrılması gerektiğini, bu durumda olanlar için yasal işlemlerin yapılabileceğini, kendimin de sırf eşim başörtülü olduğu için uzun yıllar sakıncalı/ şüpheli personel muamelesi gördüğümü beyan ettim.
Salon buz gibi olmuş, bir müddet sessizlik hâkim olmuştu.
Herkesin bana hayretle baktığını, ‘Bu adamın burada ne işi var?’ dediğini duyar gibiydim.
Komutan toplantıya ara verdi.
“Herhalde şimdi çağırır ve 28 gün hapis cezasını tebliğ eder” diyordum.
Salon boşaldı, bir müddet yerimden kalkmadım.
Daha sonra çıkıp kokteyl salonuna oturdum. Gelebilecek tepkiler için psikolojik olarak gardımı almıştım.
Kuvvet istihbarat subayı Kurmay Binbaşı ... yanıma geldi.
“İşte” dedim, “haber geldi.”
Hiç beklemediğim bir şekilde: “Yüzbaşım, teşekkür ederim. Keşke herkes senin gibi samimi olsa, bütün sorunları açık yüreklilikle çözebiliriz.” dedi.
Ben de beklemediğim bu ifade karşısında şaşkınlık içinde teşekkür ettim.
Hâlâ onun samimi olduğuna inanıyorum..!
...
Daha sonra irticai faaliyette bulunduğum iddiasıyla, yine gizli ve ivedi bir emirle, o dönemde basında “Belene Kampı” diye meşhur olan Ankara Etimesgut'taki Hava Kuvvetleri Sorgu Merkezi’ne alındım. Bir hafta hücre hapsinde kaldım ve eşkıya gibi sorgulandım. Yalan makinesiyle bile orada müşerref (!) oldum...
Arkasından 28 gün oda hapsi...
Bunların hepsi gizli yapıldı. Şimdi sorsam inkâr ederler... Ama ben bunları yaşadım, binlerce arkadaşım gibi. Ve Yaş kararıyla re'sen emekliler arasında yerimi aldım.
...
Herhalde şimdi o toplantıları daha rahat yaparlardır.
Fakat yine de Mustafalar eksik olmuyor... Memleket mümbit çok şükür...
Ayıp şeyler gizli yapılır, bir de milletin menfaatine olan işler.
Millet menfaatine olmayan, aksine geleceğini karartacak işlerin ortaya çıkarılması; gizlilik ihlali, bilgi sızdırma değil, görevdir.
Haydi görev başına...
Emekli Binbaşı Mustafa HACIMUSTAFAOĞULLARI”
Samimi hislerini bizlerle paylaşan Sayın HACIMUSTAFAOĞULLARI’na teşekkür ediyor ve duygu, düşüncelerini bizlerle paylaşmak isteyenlerin maillerini beklediğimizi hatırlatmak istiyoruz.