Ülke olarak geçmişte çok acılar çeken, milyon metrekare topraklardan günümüz sınırlarına çekilen, dünyanın her köşesinde, bölgesinde acılı izler bırakan bir milletin ahfadıyız. Sosyolojik açıdan devlet olarak Cumhuriyetimiz çok genç bir yaştadır. Bu yeni devletimiz ulus kimliği öncelikli olarak planlamıştır, her ne kadar kimileri bu kimliğin artık dünyaya entegre olan ve yeni bir çağın başında başat rol oynamaya hazır Türkiye’yi taşıyamadığını düşünseler de bu sistemin başardığı bir hususu göz ardı etmemek lazım. Cumhuriyet öncesi devletle sorunu olan Alevi-Bektaşi kesimler cumhuriyete eklemlenerek yeni bir kimlik kazanma sürecine girmişlerdir. Bunun sonucu olarak sadece Alevi zümreler değil başka dini, siyasi ve felsefi anlayışta olan ve önceleri devletle problemli kesimlerin hedefleri ve beklentileri de değişmiş ve Türk toplumu bir ulus olma yolunda büyük adımlar atmıştır. Özellikle 80’li yıllardan sonra kamusal alanda Alevi kimliğiyle ortaya çıkan Alevi-Bektaşi zümreler kendileri sunum tarzı olarak da farklılık kazanmıştır.
Son zamanlarda ise Alevilik üst kavramı altında kurumsallaşan kimi gruplar, bu kimliği azınlık psikolojisi içinde sunma gayretindedirler. Halbuki Alevilerin gerek temel kitapları, gerekse bilimsel çalışmalarda ortaya çıkan sonuçlara göre Müslümanlıkları su götürmez bir gerçektir. İşin dine ve inanca taalluk eden yanları bir tarafa son zamanlarda Anadolu tasavvufunun bir yorumu olan Alevi kitleleri dinsel olarak bir azınlık statüsüne getirme gayretlerinin altında çoğu zaman Avrupa kaynaklı fikirler ve gruplar önplana çıkmaktadır. Netice olarak ülkemizin demokratik seviyesinin yükselmesini fırsat bilen sözü edilen bu gruplar çok kültürlülüğü veya çoğulculuğu bağımsızlık ya da derebeylik ilan etme noktasına getirmeye çalışıyor. Elbette böylesi siyasi sonuçları olacak, üstelik sosyolojik ve tarihi temeli olmayan bir anlayışa Modern devlet izin vermez. Üstelik bu talepler demokrasi ile bağdaşmaz.
Herhalde finansmanı ve insan kaynakları dışarıya dayanan bu anlayışın temel stratejisi dilim dilim bir yere varılacağı üzerine yapılıyor, ancak bu davranışları toplumun vicdanı da görmekte, devlette bilmektedir.
Bu tip grupların yaratmak istediği yeni bir “dini azınlık” kumaşından onların istediği oranda bir elbise çıkmayacaktır. Üstelik Türkiye’de 7-10 milyon arası bir Alevi/Bektaşi kitleyi kabul edersek bunların temsil ettiği zihniyet ve örgütlü yapı ancak onbinler civarındadır. Bu insanların taleplerinin her alt-dini veya etnik grubun kotalarla temsili sonucunu doğuracağını, dolayısıyla vatandaşlık kavramının kalmayacağı bir toplumda, ilk fırsatta devletin bölünmesi sonucunu getireceğini görmek için kahin olmaya gerek yoktur. Bu yaklaşım kürt konusunda da aynıdır.
Sözün özü, geçen hafta yapılan Alevi/Bektaşi kurultayı katılımcılarının ve derneklerinin hangi değirmene su taşıdıklarını bilmeleri gerekir. Ülkemizin uluslar arası alanda gücünün iyiden iyiye artmaya başladığı bu dönemde bu tür taleplerin kime yarayacağını iyi hesap edip, taleplerini demokratik zeminde ve anlayış içerisinde ifadelendirmeleri gerekir. Sözü Mevlana’yla bağlayacak olursak, "kimseyi rencide etmeden akla kapıyı açmak" ve aklın yolundan da aydınlığa ulaşmak bizim elimizdedir.