Alevîlerin ve Alevîliği kullananların dile getirdikleri talepleri imkan, insan hakları ve demokrasi açısından değerlendirmek üzere birkaç yazı kaleme almak istiyorum. Bu taleplerin yeni olmadığını hatırlatmak üzere de başlangıç olarak bir yıl önce yayımlanan Alevîler, cemevi ve cami başlıklı bir yazımı tekrar sunuyorum:
Bazı solcu ve ateistlerin, Alevî olmadıkları halde böyle görünüp Alevîliği İslam dışı, başka bir din veya inanç sistemi olarak göstermek, bilgisi yeterli olmayanları buna inandırmak için çaba gösterdiklerini biliyoruz. Ama Alevîlerin kahir çoğunluğunun buna katılmadıklarını, kendilerini Müslüman olarak bildiklerini, Alevîliği İslam'ın bir farklı yorumu olarak telakki ettiklerini de biliyoruz ve biz de böyle olduğuna inanıyoruz. Alevîlik tarihinin bazı dönemlerinde başka din ve mezheplerden etkilenmiş olsa bile bugün "Allah'ı, Muhammed'i ve Ali'si" olan Alevîliği İslam dışı gösterme gayretleri boşunadır ve tutmayacaktır.
Alevîlerin camilere gelmek ve orada ibadet etmek istemediklerine dair iddiayı genellemek doğru değildir. Birçok Alevî Müslüman hem cem evine gider, hem de camiye gider. İçlerinden camiye gitmek istemeyen ve cemevine devam etmek isteyenler varsa -ki, var oldukları anlaşılıyor- onlara da kimse mani olmamalıdır.
Ben Alevîlikle ilgili kaynakları gözden geçirdiğimde onun, bir mezhepten ziyade bir tasavvuf okulu, bir tarikat olduğu sonucuna varıyorum. Buna göre de cemevlerinin tekke mahiyetinde yerler olduğunu düşünüyorum. Bana sorulsa tekkelerin açılmasını, tarikatların serbest bırakılmasını söylerim. Çünkü dünyada ve ülkemizde tarikatlar hiçbir zaman yok olmamış, baskı ve yasak sebebiyle yer altına inmiş, faaliyetlerini gizli yürütmüştür. (Ayrıca tekkelerin kapalı olması, evrensel insan hakları standardına göre din özgürlüğüne aykırıdır.)
Cemevleri tekke gibi olsun olmasın, Alevîler oraya gitmek, orada ibadet etmek, ayrıca bazı kültürel faaliyetlerde bulunmak istiyorlarsa bu onların hakkıdır. Devlet emsali kurum ve kuruluşlara yardım ediyorsa onlara da etmelidir. Problem "cemevlerini caminin yerine koymak veya camiye karşı bir alternatif olarak kabul etmek" ile ilgilidir. Ben bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum. Ne Sünnîler cemevi aleyhine konuşmalı, ne de Alevîler cami aleyhinde söz etmelidirler. Dileyen ibadetini dilediği yerde yapabilmelidir.
Aynı şeyi Diyanet-Alevîler ilişkisi için de söylemek isterim: Bu ikili arasında da çatışma ve dışlama değil, kapsama, diyalog ve hizmet alış-verişi olmalıdır. Eğer yeni anayasada Diyanet İşleri Başkanlığı muhafaza edilecekse başka mezhepler ve dini kuruluşlar yanında Alevî topluluğuna yönelik hizmetlerin de bu kurumda yapılması mümkündür, faydalıdır.
Sünnî Müslümanların, Ehl-i beyt'e yapılan zulüm karşısında duyarsız oldukları ve bu zulmü yapanlara lanet okumadıkları iddiası da genel olarak doğru değildir. Ehl-i beyt'e olan sevgi, saygı ve bağlılık istenirse bugün de iki camianın birbirine yakınlaşmasını, aynı sevgi ve saygıyı paylaşmanın hasıl edeceği duygu ortamında soğukluğun sıcaklığa dönüşmesini sağlayabilir. Ehl-i sünnet ulemasının Yezîd, babası ve Hz. Ali'ye cephe alan bazı sahabe aleyhinde söz etmemeleri, onları tuttuklarından, yaptıklarını meşru gördüklerinden değildir. Aynı alimler, Hz. Ali'ye başkaldıranların bâğî (meşru yönetime başkaldıran asî) olduklarını kabul ve ifade etmişlerdir. Eserleri yıllarca Osmanlı medreselerinde okutulmuş bulunan büyük Sünnî alim Teftâzânî'nin (v. 792/1390) bu konuda söylediklerini önemli bir örnek olarak sunuyorum:
"Sahabe arasında geçen kavgalar ve tartışmalar açıkça gösteriyor ki, onların bir kısmı haktan sapmış, zulüm ve günah sınırına ulaşmıştır. Bunun da sebebi kin, inat, haset, direnme, servet ve iktidar talebi, dünyanın çekiciliğine (lezzet ve şehvete) meyildir. Bu böyledir; çünkü her sahâbî masum (günahsız ve günah işleyemez) değildir ve Peygamber'i (s.a.) gören, ona ulaşan herkes hayırlı (iyi) değildir... Ehl-i sünnet ulemasının bu olayları farklı yorumlayıp mazeretlere bağlamalarının sebebi büyük sahabeye dil uzatılmasını engellemek içindir. Onlardan sonra Peygamber'in Ehl-i beytine yapılan zulüm ve kötülüklere gelince bunu kimse inkar edemez, buna dağlar taşlar ve hayvanlar bile şahitlik eder, göklerde ve yerde olanlar göz yaşı dökerler; dağlar paralanır, taşlar parçalanır. Bu sebeple o kötülükleri yapanlara, buna razı olanlara veya katkıda bulunanlara Allah lanet etsin! Ehl-i sünnet alimlerinin bir kısmının, onun daha fazlasını da hak ettiğini bildikleri halde Yezîd'e lanet etmeyi caiz görmemiş olmalarının sebebi, cahil ve aşırı gidenlerin işi ileriye götürüp büyük sahabeye kadar dil uzatmalarını engellemek içindir." (Şerhu mekasıdı't-tâlibîn, İst. 1305, C. II, s. 306-307).