Her yıl tekrarlanan bir tören önceki gün yine yapıldı. Törene Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den başlayarak devletin mülki ve resmi erkânı katıldı. İlgili-ilgisiz hemen herkes konuştu. Konuşanlar birlik ve beraberlikten söz ettiler, ama ortalıkta en az rastlanan birlik ve beraberlik havasıydı. Konukların bazısı soğuk bir karşılama gördü, bazısı da düpedüz ıslıklandı, yuhalandı.
Yıllardır süregiden gelenek böylece bir kez daha yerine gelmiş oldu. Gazeteler ve televizyonlar olayı özellikle ayrıştırıcı yönleriyle yansıttılar...
Peki de Hacı Bektaş adına yapılan törenler böylesine ruhsuz ve anlamsız mı geçmeli, konuşmalar hep böyle kös mü dinlenmeli, yoksa bugün yaşananların sebepleri üzerinde durarak yeni bir başlangıç mı yapılmalı?
Din âlimleri ne kadar aksini iddia ederse etsin, Hacı Bektaş, Alevi kesimi tarafından, kendilerinin büyük önderlerinden kabul ediliyor. Hayli zamandır bilimsel bir ismi de var bu anlayışın: 'Bektaşi-Alevi geleneği' deniliyor. Bu 'birlikte sunum' geçmişin sosyal ve dinsel gerçekleriyle tam örtüşmese bile, önemli olan geniş Alevi toplumunun kendi gerçekliklerini bugün böyle görmeleri, yorumlamaları... Konuya dışarıdan getirilecek her türlü yeni yorum Alevilerin kendi kabullerini değiştireceğe de benzemiyor.
Aslında Alevilerin Bektaşiliği Alevilik ile 'bir' saymalarını Türkiye'deki daha geniş yakınlaşma için bir umut kapısı sayabiliriz. Yüzyıllarca birbirinden kopuk yaşamış kentli Bektaşilik ile kırsalın Aleviliği, tarihin fazla uzak olmayan bir diliminde, Aleviler tarafından, 'Bektaşi-Alevi geleneği' biçiminde algılanabilir hale gelmiş ise, bu iki dosta bir üçüncü dost da pekâlâ eklenebilir.
Bu noktada durup ülkedeki Sünni çoğunluğun bunu ne kadar istediğini kendimize sorabiliriz.
Sünnilerin çoğu için 'Alevi sorunu' yeni bir keşif. Yaşadığı süre içerisinde kendisini 'Alevi' olarak tanıtan veya öyle olduğu bilinen biriyle hiç tanışmadığı oluyor kentli Sünnilerin; yoğun Alevi yerleşim yerlerine uzak kırsal Sünnisi için ise bu kesinlikle böyle. Sorunlu olan daha çok iki kesimin birbirine yakın yaşadığı yerler: Kırsalda komşu Sünni-Alevi köyleri, kentlerde de iki inanç topluluğunun ayrı mahalleleri...
Gönül elbette azınlığın kendini çoğunluk içerisinde eritmesini istiyor; hiç değilse Cumhuriyet'in kurucu kadrosunun gönlünün böyle istediğini konuya ilgisizliklerine bakarak düşünebiliriz. Belli bir döneme kadar tek boyutlu olmamak, ülke çoğunluğuyla ters düşmemek Alevi öndegelenlerinin de siyasetiydi. Ancak, 1960 sonrasının şiddeti de tırmandıran sert siyasi ortamı, belli partilerin blok oy peşinde koşmaları manzarayı derinden değiştirdi. Kitlesel eylemlerde dökülen kanlar da tabloyu kirletti.
Bugünün dünyasında konuya yeni bir anlayış ve formül arayışıyla başlamak şart. Eskinin gerçekleri hâlâ gerçek olmaya devam etse de, Ergenekon operasyonunun ortaya serdiği yeni gerçekler açısından eskiye farklı yorumlar getirilebilir bugün: İki kesim arasına düşmanlık tohumları serpen kitle eylemlerinin, tam da bugün karşımızda bulunan birbirine kuşkuyla bakma manzarasını meydana çıkarmak amacıyla sahneye konmuş olmaları mümkün.
Yaşananların yeniden yorumu eşliğinde ülkedeki 'Sünni-Alevi' sorununa daha sağlıklı yaklaşmak, çözüm yolları bulmak ve farklılıkları koruyarak birliğe ulaşmak daha kolay olabilir. Yeter ki, böyle bir sonucu istemesi gerekenlerde o istek oluşturulabilsin.
Son Hacı Bektaş töreni, bana, devlet yöneticilerinde böyle bir istek olduğunu düşündürdü. Şimdi iş benzer bir isteğin Alevilerde meydana getirilmesinde...