Bazı yazarlar bir yazıya sığdıracağı bir konuyu dört yazıya çıkarabilecek kadar mahirler! Ol mahiler ki deryadır, deryayı bilmezler.. derler ya.. işte Ol mahirler ki yazardır, yazmayı bilmezler..
Ben de bugün yazı stilimden biraz uzaklaşarak birkaç konuyu bir yazıya sığdırabilecek miyim, bunun telaşındayım.
Telaşla başlıyorum..
Geçen hafta cuma günü MÜSİAD Konya Şube Başkanı Selçuk Öztürk'ün daveti üzerine Konya'da idim; baktım Konya güzel bir şehir, cumaya cumanın ertesini de, pazartesinin öncesini de ekledim.
Konferans vermem için çağırdıkları MÜSİAD'da maddi varlığın yanında manevi ve entelektüel kimlikle donanmış üyelerle hasbıhal ettik..
Yemek yediğimiz şık bir lokantada, boyu neredeyse Ergenekon iddianamesinin uzunluğunda olan etli ekmek yedik, sulu yoğurt ve dumanlı tütün içtik, resim neyin çekindik.
İçki satan çok sayıda büfe gördük, Konya'nın laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmadığı hususunda derin bir ohh.. çektik(!)
Ama tam ohh.. çekmişken bu kez bize off.. çektiren bir manzara ile karşılaştık..
Karşılaştığımız vakıa şuydu: Ak Parti'nin kapatılması davasında gaflet ve dalalat delaletinden biri olan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın bir sözü Konya'da şekil bulmuştu.
Şekil bulmuştu; çünkü Başbakan Erdoğan'ın Ben başı açık kızlarımızla başı kapalı kızlarımızın elele yürüdüğü bir Türkiye istiyorum.. sözleri fazla ciddiye alınmış ve caddede bu irticai gösteride bulunan pek çok çift görmüştük!
Bu arada bir MÜSİAD yöneticisinin şu ilginç anekdotuna ise çok güldük; yönetici arkadaşımız dedi ki:
Ben 12 Eylül öncesinde ülkücü idim. Allah yerine Tanrı diyen bir öğrenciyi dövmüştüm. Dövdükten sonra mitinge katıldım. Orada 'Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman' sloganı attım..!
Peşinden ekledi: Ben hâlâ Tanrı Dağı kadar Türk'üm, Hıra Dağı kadar Müslüman'ım.. Benim için tanrı yok Allah vardır.. Ama Allah'ı var, şu anda tanrı diyen birine içimden kızsam da dövmeyi aklımdan bile geçirmem..
Sonra Döner Kule'nin dönen katında döner yedim, dönüp Alaaddin Tepesi'nde çay içtim, hayırsever bir vatandaş olan Niyaz Usta'nın kendi adına yaptırdığı okulun girişindeki çeşmeden akan baldan tattım, diğer musluğundan akan sütü içtim.
Trafik sıkıntısı olmayan geniş ve temiz caddelerden geçtik, Selçuk Otel'in en yakınındaki cami hangi cami ise, işte o caminin müezzininden bu yaşıma kadar dinlediğim en güzel ezanı dinledim.. huşu ile nakşoldum, Aşkın denizine girip gark oldum.
Pazar günü Mevlana Müzesi'ni gezdim, müzenin kapısında Mevlana'nın Cömertlikte akarsu gibi ol, şefkatte güneş gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, hoşgörüde deniz gibi ol.. şeklindeki o deruni ve kallavi sözlerin deminden içtim, irkildim ve dahi silkindim, bir acayip oldum.
Aklıma Cuntacılıkta akarsu gibi ol, aydınlatmada güneş gibi ol, çetelerin üstünü örtmede gece gibi ol, ana muhalefette deniz gibi ol.. diyenleri getirdim, ürktüm ve bir tuhaf oldum!
Otele geldim, gazeteleri açtım, bir gün önce 32. Gün'de Ergenekon davasını sulandırıp, işi Orhan Boran'ın Yuki'sine bağladı.. On dakika boyunca Yukili çizgi film gösterdi.. dediğim Star Haber yönetmeni Yılmaz Özdil'in bana giydirdiği yazıyı okudum.
Fakat giydirdiği şey bana uymayınca terziye götürdüm, Ama bu çok dar.. dedi, ben bu dar şeyi diğer müşterim Yılmaz Özdil'in kafasına göre kesmiştim.. dedi ve en son ama sen kafana takma.. demeyi de ihmal etmedi!
Tam başkalarının kusurunu örtmede gece gibi olmuş modda iken bu kez Akşam gazetesinin bir haberi gözüme ilişti..
32. Gün'de yer alan Mehmet Ali Birand, Rıdvan Akar, Şamil Tayyar, Can Panikataklı (kendisi köşesinde benden Fikri Ayyıldız diye bahsetmiş, demek ki neymiş!), Mehmet Faraç ve benim yer aldığı fotoğrafların yanına İstihbaratçı Gazeteciler şeklinde ahlaksızca atılmış bir başlık görünce kendime şunu söyledim:
Fikri, sen başkalarının kusurunu örtmede gece gibi olmaya gayret eden birisin, kusura bakma ama lütfen bu kusura bakma..
Kendime yaptığım bu tavsiye üzerine kendi kendime itiraz etmektense kendi kendime söylenmeyi tercih ettim.
Dua etsin ki Konya'da idim ve Mevlana'nın sözünü okuyalı yarım saat olmuştu!
O yüzden kusura bakmadım, çünkü gördüm ki Serdar Turgut, Mevlana'nın Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.. sözünü Başkalarına ahlaksızca kusur izafe etmede Akşam gibi ol.. diye yanlış anlamış!