Bazı kararlar için uzun uzun düşünür, ölçer biçeriz. Bazı kararları da hemen bir sohbet anında veya sonrasında, bir konuşma neticesinde “alıveririz” değil mi? İşte bu yazıda anlatacağım Kıbrıs seyahati de bir telefon konuşması sonrası başladı. Önceki yazılarımda da zaman zaman belirttiğim gibi “gezmeyi, yeni yerler görmeyi, insanlarla tanışmayı ve bu tanışıklığı devam ettirmeyi” seven birisiyim. Pek çoğumuz yeni insanlarla tanışırız, pek azımız bu tanışıklığı devam ettiririz.
İşte ben tanıştığım kişilerle ilişkimi devam ettirmeyi sevenlerdenim. Bu geziye vesile olan Erdal Ekin hocam, önceki yurtdışı seyahatler vasıtasıyla tanıştığım ve iletişimimin devam ettiği arkadaşlardan birisidir. MEB’in “Yurt Dışında Görevlendirilecek Öğretmenleri Seçme Sınavı” ile Kıbrıs’ta görev yapan Erdal Ekin hocam ile Mart ayında yaptığımız bir telefon konuşmasında: “Salim hocam seyahat etmeyi seviyorsun. Şimdi Kıbrıs’a gelme zamanı. Haydi, bekliyorum” deyince benim için devamlı aklımın bir ucunda bulunan Kıbrıs seyahati şart oldu.
Gezmeyi seven ama ekonomik durumu çok da iyi olmayan arkadaşlara zaman zaman tavsiyelerde bulunduğumu biliyorsunuz. Bir tavsiyem daha olsun: Bir yeri gezmeye niyet ettiyseniz gözünüz ulaşım firmalarının “kampanyaları”nda olsun. Türkiye içinde veya Türkiye dışında fark etmiyor. Güzel kampanyalar olabiliyor. Ben de öyle yapıyorum. Kıbrıs gezisi için fırsat kollarken beklediğim kampanyayı yakaladım ve bir ay öncesinden gidiş dönüş uçak biletlerini aldım.
Mayıs ayının 2. haftası Perşembe günü uçakla İstanbul’dan Kıbrıs Ercan havaalanına geldim. Lefkoşa’dan Girne’ye taksi ile 120 lira, otobüs ise 10 Lira’ya ulaşım sağlanıyor. Devir tasarruf devri.))
Otobüsle Girne şehrine geldim. Erdal hocam beni Girne Öğretmenevinin önünde karşıladı. Hasretle birbirimize sarıldık. Birbirimizi ne kadar özlediğimizi sohbetimiz ilerledikçe daha da fark ettik. Girne Öğretmenevinde kalan arkadaşlarla tanıştık. Akşam yemeğini deniz kenarında bir restoranda yedikten sonra kordonda Girne Limanına doğru yürüyüş yaptık.
Güneşin denize batışını ve Akdeniz’in serinliğini ruhumuzda hissediyoruz. 10 yıllık tanışıklığımızda karşılaştığımız ilginç olayları kâh gülerek kâh düşündürerek en ince ayrıntısına kadar konuşuyoruz. İyi ki bir araya geldik. Birbirini seven iki dostun tekrar bir araya gelmesinin ne kadar güzel bir duygu olduğunu bir daha idrak ettik.
Kıbrıs Akdeniz’in doğusunda yüzyıllar boyunca stratejik öneme sahip farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış en büyük adasıdır. Kıbrıs'ın en çok merak ettiğim ve turistler tarafından da en çok merak edilen yerlerinden biri de Girne'dir. Girne gezilip görülmesi gereken yerleri, tarihi yapıları ve doğal güzellikleri ile bambaşka bir yer, büyülü bir dünya diye tarif edilir.
Zaman çok hızlı geçiyor. Artık Lapta mahallesindeki eve giderek dinlenme vakti geldi. Yarından itibaren başta Girne olmak üzere Lefkoşa, Gazi Mağusa, Güzelyurt şehirlerini adım adım gezeceğiz.
Meraklısına not: Kıbrıs’ı keşfetmek için iki ya da üç gün yeterlidir. Kiralayacağınız taksi ile her yere ulaşabilirsiniz. Ziyaret için neredeyse her mevsim uygundur. Ancak bir fikir vermek gerekirse; Mayıs – Haziran ya da Eylül – Ekim ayları arasında gitmek daha uygun olur. Temmuz ve Ağustos aylarında sıcaklık oldukça fazladır.
Kıbrıs seyahati için tavsiyemiz kimlik kartı (nüfus cüzdanı) ile giriş yapabilirsiniz. Pasaportlarınıza mühür vurdurmamak gerekiyor. Çünkü pasaportunuzda Kuzey Kıbrıs mührünü gören Yunanistan gümrük görevlileri sizi Yunanistan sınırları içine almaz. Böyle durumla karşılaşırsanız yeni pasaport çıkarmak zorunda kalacaksınız demektir. Bu durum, geziyi yaptığımız dönemde söz konusuydu. Aradan yıllar geçti ve şu anda Kıbrıs’a yeni tip kimlik kartları ile pasaporta gerek kalmadan gitmek mümkündür.
İsrail havaalanında da benzer bir uygulamaya rastladık. İsrail görevlileri Müslümanların pasaportu yerine bir pula mühür vurarak ülkeye kabul ediyorlar. İsrail mührü olan pasaportları S.Arabistan ve İran devletleri kabul etmiyor. Yahudilerin parayı sevdiklerini biliyorduk. İsrail’e gelecek Müslüman turistlerin rahatça gelmeleri için nasıl bir uygulama geliştirdiklerini görmüş olduk.
Cuma gününün sabahı erkenden uyandım. Hava serin ve ılık. Evin balkonundan yeşillikler arasında kurulan Lapta mahallesini ve Akdeniz’i seyrediyorum. Manzara harika görünüyor. Erdal Bey cana yakın ve iletişimi güçlü olduğu için mahalle bakkalı ve komşularla samimi bir şekilde muhabbet ediyor. Bu arada mahalle esnafı bana hoş geldiniz diyorlar. Mahalleyi adımlıyoruz.
Sabahın serinliğinde evin balkonunda kahvaltı eşliğinde, akşam saatlerce konuştuğumuz halde bitiremediğimiz hatıralarla ilgili muhabbet epeyce sürdü. Kahvaltıdan sonra Girne’ye doğru yola koyulduk. Önce Karaoğlanoğlu Şehitliğini ziyaret edeceğiz.
KARAOĞLANOĞLU ŞEHİTLİĞİ
Kıbrıs Mihmandarım Erdal Ekin Bey şehitlik hakkında bilgi verdi. Şehitlik 1974 senesinde Kıbrıs Barış harekâtı sırasında Şehit düşen “Subay, Astsubay, Erbaş ile Er”lerin anısına inşa edilmiştir. Adını ise 1974 Barış harekâtında Şehit düşen Alay Komutanı Albay İbrahim Karaoğlanoğlu’ndan almıştır.
Piyade Kıdemli Albay Halil İbrahim KARAOĞLANOĞLU, Pilot Kıdemli Binbaşı Fehmi ERCAN ve Sıhhiye Er Mustafa GİRGİN saat 02.00 civarında komutan evi olarak seçilen evin kapısında ertesi gün icra edilecek muharebenin planlamaları hakkında konuştukları anda Rus geri tepmesiz bir top mermisinin duvara isabet etmesi neticesinde şehit düşmüşlerdir. Bina daha sonra restore edilerek Barış ve Özgürlük Müzesi olarak ziyarete açılmıştır.
Türk ordusunda “rütbe”nin önemini askerlik yapanlar bilirler. Kıbrıs’ta şehit olan en büyük rütbenin adı şehitliğe, diğer ikinci rütbenin adı da “havaalanına” verilmiş ve şehitlerin aziz hatırası yaşatılmaktadır.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda; Kocatepe Gemisi'nde şehit düşen 67 askerimizde dâhil olmak üzere toplam 498 askerimiz şehit düşmüştür.8 Subay, 5 Astsubay, 58 Erbaş ve Er olmak üzere, Türkiye'nin 41 farklı ilinden 71 şehidimiz bu şehitlikte, diğer şehitlerimiz ise Boğaz ve Deniz Şehitliklerinde yatmaktadır. Şehitlerimizin ruhuna Fatiha okuduk.
Şehitlik girişinde bulunan iki adet sütun, Anavatan’a açılan kapıyı görürsünüz. Sağ taraftaki heykel grubu Türkiye Cumhuriyetini gösterir, Sol taraftaki heykel grubu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini göstermektedir. İki heykel arasındaki boşluk Anavatana açılan pencereyi belirtiyor.
Heykelin dört ayak üzerinde durması, barış harekâtının dört gün sürdüğünü, “gemi burnu” ile “personel figürleri” ve heykel üzerindeki “kartal”, harekâtın kara, deniz ve hava kuvvetlerince müşterek yapıldığını gösteriyor. Heykel üzerindeki diğer değişik motifler ise Türk askerlerinin harekât anındaki duygusallığını, azmini, yardımseverliğini ve kahramanlığını ifade ediyor.
Kıbrıs’ta ”kale, manastır, katedral, kilise, cami, şehitlik, müze” gibi aklınıza gelen gezilecek pek çok yer mevcuttur. En bilinenlerden örnek vermek gerekirse; Şehitlikler, St.Hilarion Kalesi, Girne Ağa Cafer Paşa, Gazi Mağusa Lala Mustafa Paşa ve Lefkoşe Selimiye ve Hala Sultan Camileri, Büyük Han, Barbarlık Müzesi, Bella Pais Manastırı, Salamis Harabeleri, Barnabas Katedrali, Mavi köşk, Dağdaki Tank. Tabii ki Kıbrıs bölgesindeki yerler bununla sınırlı kalmıyor, daha fazla tarihi ve turistik yerleri ziyaret edebilirsiniz.
Bizim ilgi alanımızda olmasa da çok sayıda kumarhane işleten oteller mevcuttur. Kıbrıs’ın “kumar” ile anılıyor olması içimizi sızlatan önemli bir konu. Bir yanda bu güzel yerin İslam beldesi olması için binlerce kilometre uzaktan fethe gelen “Hala Sultan” ve diğer sahabilerin kabirleri, diğer yandan uluslararası üne kavuşmuş kumarhaneler, kendini “Türk ve Müslüman” görmeyen, Türkiye’yi düşman, adadaki Türk askerini “işgalci” olarak niteleyen bir kısım Kıbrıs gençliği.
GİRNE
Şehitlik ziyareti sonrası Girne’ye doğru yol alıyoruz. Girne şehri hakkında ön bilgi vermek gerekirse Kuzey Kıbrıs’ın liman kenti aynı zamanda da en turistik şehirlerinden birisidir. Güneyinde Girne Dağları, kuzeyinde ise Akdeniz bulunan bir liman şehri olan Girne, ülkenin en popüler tarihi ve turistik noktalarındandır. Roma, Bizans, Osmanlı dönemlerine ait çok sayıda tarihi eseri barındıran bu şehir, özellikle kalesi ve limanıyla ünlüdür. Liman şehri oluşu Girne’yi Kıbrıs’ın en canlı kentlerinden birisi yapmıştır.
GİRNE KALESİ
Bizanslılar tarafından inşa edilen kalenin aslında ilk kalıntıları, Roma dönemine aittir. Lüzinyanlar tarafından genişletilen kale, Venediklilerin ve Osmanlıların yeniden imarıyla olağanüstü bir mimariye sahiptir. Ünlü yat limanının girişinde yer alan kale, büyüleyici manzarasıyla ve ihtişamlı görüntüsüyle gelenleri kendine hayran bırakıyor.
Kale içerisinde önemli yapılara da ev sahipliği yapıyor. Bu yapılardan biri 1100'lü yıllarda inşa edildiği düşünülen ve bir Bizans kilisesi olan St. George Kilisesi'dir. Kilisenin yanı sıra 1570 yılında Osmanlıların Kıbrıs fethi sırasında şehit düşen Osmanlı Amirali Cezayirli Sadık Paşa'nın lahiti de kalenin giriş bölümündeki rampanın hemen kenarındadır.
Kalenin içerisindeki sergi salonlarından biri olan Batık Gemi Müzesi'nde Girne açıklarında ele geçen batık gemi, elde edilen buluntular ve arkeolojik kalıntılar sergilenmektedir. Müzede, dünyanın en eski batık gemilerinden biri sergileniyor ve gemiyle alakalı fotoğraflar bulunuyor. Bunun yanı sıra geminin bir maketi, taşıdığı yük ve malzemeler de yer alıyor.
Girne Limanı, şehrin özellikle akşam saatlerinden itibaren olmak üzere en hareketli yerleri arasındadır. Limanda sahil yolu boyunca sıralanan birçok restoran ve kafe hizmet veriyor. Ağa Cafer Paşa Camii Girne Limanının hemen arkasında bulunuyor. Şükür ki günde beş defa bu memleketin bir Müslüman beldesi olduğunu her ne kadar pek çok kişinin umurunda olmasa da haykırmaya devam ediyor. Caminin yapıldığı araziyi bağışlayan Osmanlı toprak sahibinin adı camiye verilmiştir.
Yaptığım araştırmaya göre Ağa Cafer Paşa Kaptan Kılıç Ali Paşa’nın kölelerinden biridir ve 1585 yılında donanmaya katılmıştır.1586’da Trablusgarp’a gitmiştir. İlerleyen yıllarda göstermiş olduğu kahramanlıktan dolayı 1589’da Kıbrıs Beylerbeyi olmuştur. Bilahare 1592’de Trablusgarp ve Kıbrıs valisi, 1596’da Kaptan-ı Derya olmuştur.1598’de Kaptan-ı Deryalıktan azledilip tekrar Kıbrıs valisi yapılmıştır. Kıbrıs valiliği sırasında kendi adıyla anılan camiyi yaptırmıştır.
Ağa Cafer Paşa Camii Girne merkezde yer alan en eski iki camiden biridir. Kesme taştan inşa edilen cami dikdörtgen planlı ve tek minarelidir. Caminin hemen güneydoğusunda Hasan Kavizade Hüseyin Efendi Çeşmesi yer alır. Girne antik limanında bulunan Ağa Cafer Paşa Camisi günümüze kadar sadeliğinden ve güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeden gelmiştir. Ağa Cafer Paşa Camii yerli ve yabancı turistlerin ziyaret ettiği tarihi bir camidir. 250 Müslüman aynı anda namazını eda edebilmektedir.
ST. HİLARİON KALESİ
Saint Hilarion Kalesi, Beşparmak Dağları’nda bulunan üç kaleden en batıda yer alanıdır. Kıbrıs’ı olası bir saldırıya karşı korumak amacıyla yapılmıştır. Denizden 700 metre yükseklikte iki tepe üzerine kurulmuştur. Saint Hilarion Kalesi adını Kudüs’ün Müslümanlar tarafından fethedilmesinden sonra Kıbrıs’a göç eden ve burada hayatını ibadetle geçiren bir keşişten almıştır. Kale üzerinde onarım çalışmaları Bizans döneminde yapılmıştır.
Ancak Venedikliler 1489 yılında adayı ele geçirince kaleyi boşaltmıştır ve yalnızlığa terk etmiştir. Özellikle de ateşli silahların icadı ve kıyı şeritlerinin savunmasının önem kazanmasının bu kararda etkili olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu zamanında kale önemsiz kalır. Fakat Kıbrıslı Türklerin Milli Mücadele yıllarında (1963-1974) ‘Kartal Yuvası’ olarak adlandırılıp karargâh olarak kullanılır.
Saint Hilarion Kalesi’ni ziyaret yalnızca 09.00-18.00 saatleri arasında yapılmaktadır. Ayrıca saat 17.00’dan sonra kaleye giriş yapılamamaktadır.
Kalenin girişinde ve kalenin üst kısmında kafeler mevcuttur. Kaleyi gezmek için tavsiye edilen süre yaklaşık 1,5 saattir. Kale girişinden Girne şehrini ve Akdeniz’i seyrettik. Kale kapısının önünden Girne şehri ve Kale surlarını birkaç açıdan fotoğraf çektikten sonra Gazi Magusa şehrine doğru yola çıktık.
GAZİ MAGUSA
Kıbrıs’ın doğu kıyısında yer alan Gazi Magusa, 40 bin nüfuslu bir kenttir. Mihmandarımız Erdal Ekin’den ve daha önce Kıbrıs’ta bir vesile ile bulunmuş birçok kişiden “Gazi Magusa Kıbrıs’ın en güzel şehridir” dediklerini duymuştum. Kıbrıs’ın en derin limanına sahip olan şehrin, sıcak ve doğal ortamıyla sizleri etkileyeceğinden emin olabilirsiniz.
Tavsiyemiz Gazi Magusa’da Mutlaka Lala Mustafa Paşa Camii, Venedik Sarayı, Namık Kemal Zindanı ve Müzesi, St. Barnabas Manastırı ve Othello Kalesi ziyaret edilmeli, Kapalı Maraş bölgesindeki plajda denize girilmelidir. Namık Kemal’in sürgün nedeni ve sürgündeyken kaldığı ortam hakkında bir biriyle çelişen değişik bilgilere rastlamaktayız. Bu konuda Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin “Namık Kemal” maddesini okumanızı öneririm.
Kıbrıs’ın doğu kıyısında yer alan Gazi Magusa, 40 bin kişilik nüfuslu bir kenttir. Mihmandarımız Erdal Ekin ve daha önce Kıbrıs’ta bir vesile ile bulunmuş birçok kişi Gazi Magusa Kıbrıs’ın en güzel şehridir diyor. Kıbrıs’ın en derin limanına sahip olan şehrin, sıcak ve doğal bir ortamıyla sizleri etkileyeceğinden emin olabilirsiniz.
KAPALI MARAŞ BÖLGESİ
Kıbrıs’a seyahat ettiğimiz dönemde “Maraş” bölgesi kapalıydı. Ancak sonraki dönemde sahil bölgesi başta olmak üzere bir kısmı kullanıma açıldı. Yazının bu kısmını, Maraş bölgesi sivillere kapalıyken yapmış olduğum seyahat döneminde yazdığımı bilerek okumanızı öneriyorum.
Kıbrıs’a gittiniz. Kapalı Maraş’ı çok mu merak ediyorsunuz? İçeriye girişin kesin yasak olduğu Maraş’ı tek görebileceğiniz yer, bölgeye en yakın Palm Beach Otel ile Maraş bölgesi önünde yer alan sahilden 43 yıl öncesinin savaş izleri ile terk edilmiş binaları bir nebzede olsa görebilirsiniz. Biz de öyle yaptık.
Aslında sadece bu sahili görmek için bile Kapalı Maraş sahiline geçmenizi tavsiye ederim. 6,5 km uzayan bu sahilde berrak bir deniz ve yumuşacık bir kum ile karşılaşacaksınız. Maraş sahiline kumlar Mısır’dan getirilmiştir. Tertemiz denizi ve incecik kumsalıyla, Kıbrıs halkı ve ziyaretçiler tarafından en çok tercih edilen ve sevilen bir plajdır.
Aynı zamanda deniz o kadar sığ ki ne kadar ilerlerseniz ilerleyin asla derinleşmiyor. Bu tabii ki çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler için daha sevindirici bir durumdur. İyi yüzme bilenler açıklara doğru yüzerek denizin tadını çıkarabilirler. Biz de 8 Mayıs itibariyle mevsimin ilk yüzmesini burada gerçekleştirdik. Doyasıya denize girdik. Hakikaten söylendiği kadar varmış. Deniz suyu ter temiz gözüküyor. İnce kumlu plajda yürüdük.
LALA MUSTAFA CAMİİ
Yaklaşık 90 dakika yüzdükten sonra Lala Mustafa Paşa camiine geldik. Aman yanlış anlamayın hemen. En son Maraş bölgesi sahilinde yüzdüğümüzden bahsetmiştik. Oradan buraya 90 dakika yüzerek gelmedik tabi.)) Maraş bölgesi sahilinde 90 dakika yüzdük, sonra Lala Mustafa Paşa camisine geldik. Öğle namazını eda ettikten sonra cami görevlisinden Lala Mustafa Paşa Camisi hakkında bilgi aldık. Lala Mustafa Paşa camisinin asıl ismi Aziz Nikolas Katedrali'dir.
1328’de Katedral olarak yapılmıştır. 1571 yılında Osmanlılar ile Venedikler arasında yapılan ve Kıbrıs’ın fethi ile sonuçlanan savaşta Venedik ordusu yenilmiş ve Ağustos 1571’de Gazi Magusa’nın düşmesi ile Kıbrıs Osmanlı hâkimiyetine geçmiştir. Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa, bölgenin “İslam beldesi” olduğuna nişane olması ve cami ihtiyacının karşılanması amacıyla katedrali camiye çevirtmiştir. Caminin gotik yapısı korunmuştur. 1571 Osmanlı fethinin komutanı olduğu için ismi önce Magusa Ayasofya Camii iken1954'te Lala Mustafa Paşa Camii olarak değiştirilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en büyük iki camisinden biridir ve “içi cemaat dolu” eski günlerini aramaya devam etmektedir.
Kısaca Lala Mustafa Paşa’nın hayatı hakkında bilgi vermek gerekirse;1500 yılında Bosna'nın Sokoloviç kasabasında doğmuştur. Kara Mustafa Paşa olarak da bilinmektedir. Sokollu Mehmet Paşa'yla aynı köydendir. Ağabeyi Vezir Deli Hüsrev Paşa’nın aracılığıyla Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak saraya alınmış ve Enderun'da yetiştirilmiştir. Sarayda berberlik yaparken, Kanuni Sultan Süleyman'ın dikkatini çekmiştir.
1556 yılında o dönem Manisa sancakbeyi olan Şehzade II. Selim’in lalalığına atandı. Selim’in tahtın tek varisi olmasında büyük rol oynadı. Lala Mustafa Paşa 14 Eylül 1560’ta önce Budin-Pojega sancakbeyliğine, sonra da Van beylerbeyliğine atandı. Erzurum, Halep ve Şam beylerbeyliklerinde de bulunan Mustafa Paşa Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın karşı koymasına rağmen padişaha Kıbrıs'ın fethedilmesi gerektiğini kabul ettirdi. 15 Mayıs 1570 tarihinde Kıbrıs’a doğru yola çıktı. Piyale Paşa komutasındaki donanma ile birlikte komutasındaki yaya 60.000 kişiden oluşan Osmanlı Ordusu'nu, 2 Temmuz 1570'de Limasol'a çıkardı. Eylül 1570’te Lefkoşa’yı, Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini tamamladı. 15 Eylül 1571’de adadan ayrılarak İstanbul'a döndü.
1578 yılında Gürcistan ve Şirvan’ı Osmanlı topraklarına katmak için İran seferine çıktı. Erzurum’da Diyarbakır Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa’nın da kendisine katılmasının ardından Gürcistan içlerine ilerleyerek 24 Ağustos 1578 tarihinde Tiflis’i alan Mustafa Paşa, Şirvan’ın da ele geçirilmesinin ardından Anadolu’ya döndü. Sokullu Mehmet Paşa'nın ölümü üzerine İstanbul'a çağrıldı ve ikinci vezir olarak görevlendirildi. Sadrazam Şemsi Ahmet Paşa'nın ölümüyle 28 Nisan 1580 tarihinde sadrazam oldu. Lala Mustafa Paşa, 7 Ağustos 1580 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa ve şehitler için dua ettik.
Caminin hemen yakınındaki Namık Kemal evini ziyaret ettik. Namık Kemal, "Vatan yahut Silistre" oyununun 5 Nisan 1873 tarihinde İstanbul Gedik Paşa tiyatrosunda oynanmasından sonra 9 Nisan 1873 tarihinde Kıbrıs'a sürülmüştü. Önceleri alt kattaki zindana kapatılan şair, bir süre sonra Kıbrıs Mutasarrıfı Veyis Paşa'nın izni ile üst kata çıkarıldı. 3 Haziran 1876 tarihinde de V. Murat tarafından affedilerek İstanbul'a geri döndü. "Namık Kemal zindanı ve Müzesi"nin yenileme ve çevre düzenleme çalışmaları 1993 yılında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Rölöve ve Restorasyon Şubesi tarafından gerçekleştirilerek ziyarete açıldı.
Daha önceki gezi yazılarımı okuyanların “Salim Hocam, bu yazınızda bir öğrencinizle henüz buluşmadınız, ne zaman buluşacaksınız?” dediğini duyar gibiyim. Meraklanmayın değerli okuyucularım. Gazi Magusa’da da bir öğrencimle buluştum. Muğla’dan öğrencim Turgut Taşdan Gazi Magusa’da Doğu Akdeniz Üniversitesi Psikoloji bölümünde okuyor. Turgut ile daha önce mesajlaşarak görüşme için randevulaştığımız saatte buluştuk.
Alışveriş merkezinde bulunan pastanede bir araya gelerek epeyce muhabbet ettik. Üniversite ve Kıbrıs hakkında bilgi alışverişinde bulunduk. Lise yıllarında çalışkan, efendi, kibar ve saygılı bir öğrenci olarak hatırladığım Turgut, Kıbrıs’ta eğitim hayatını devam ettirmenin mutluluğunu yaşıyor. Daha önceki bazı yazılarımda da belirttiğim gibi, biz öğretmenler yüzlerce öğrenci yetiştiririz ancak bunların bir kısmı ile sonraki dönemde yakın ilişkilerimiz devam eder. Bunun önemli nedenlerinden birisi, öğrencilerin iletişimi devam ettirmesi arzusu ve iletişimdeki olgunluklarıdır. Turgut da bu öğrencilerimizden biridir ve halen irtibatımız devam etmektedir. Siz bu yazıyı okuduğunuzda muhtemel ki kısa bir zaman önce “dünya evine” girmiş olacak. Kendisine ve eşine iki cihan saadeti diliyorum. Yaklaşık bir saat süren muhabbet sonrası vedalaşarak St. Barnabas Manastırına doğru yola koyulduk.
ST. BARNABAS MANASTIRI
Rehberimiz Erdal Ekin Bey bizi Barnabas ve Manastır hakkında bilgilendirdi. Salamis'te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan St. Barnabas, Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı Yahudiler tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır.
St. Barnabas'ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis'in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St. Mathews'un yazdığı incilin kopyasını koyarlar. Bu durumu öğrenen Yahudiler sinirlenip öğrencileri Lefkoşa’ya kadar takip ederler. Lakin bir süre sonra izlerini kaybederler. Öğrenciler de bu olay üzerine Kıbrıs’ta kalmayıp Karavostasi Limanı’ndan Mısır’a kaçarlar. Cesedin yerini kimse bilmeyince uzun süre mağarada kalır.
432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında bulunan cesedin üzerinden çıkan İncil’den cesedin Barnabas’a ait olduğu anlaşılır. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul'a giderek İmparator Zeno'yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, mezarın bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesini emreder ve bunun için bağışta bulunur.
477 yılında inşa edilen manastır “ St. Barnabas Manastır”’ı olarak anılır Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmektedir. Günümüzde Neolitik döneminden Roma dönemine kadar olan çeşitli tarihi eserlerin bulunduğu Barnabas Manastırı bölgenin geniş müzesi haline gelmiştir. Erdal Bey kısaca Barnabas’ın hayat hikâyesini ve Manastırın kurulması aşamasını anlattı. Daha sonra Manastırın içindeki merdivenden aşağıya doğru inerek Barnabas’ın öldüğü mağarayı ziyaret ettik.
Güneş batmak üzere olduğundan iki saatlik yolculukla Girne’ye geldik. Günün yorgunluğunu balkonda çay içerek giderdik. Hayatımızda çay içmenin çok önemli olduğunu bizzat tecrübe ediyoruz.)) Muhabbet arasında yarının planını yaptıktan sonra istirahata çekildik.
LEFKOŞA
Bugün Pazar ve aynı zamanda Kıbrıs gezimizin son günü olacak. Sırasıyla Lefkoşa, Güzelyurt, Mavi Köşk ve Dağdaki Tank bölgesini ziyaret edeceğiz. Lefkoşa günümüzde hem Güney Kıbrıs’ın hem de K.K.T.C’ nin başkentidir. Şehir 1963 yılında Yeşil Hat ile güney ve kuzey şeklinde ikiye ayrılmış olup hattın her iki yanında Yunanistan ve Türkiye; orta bölgede ise Birleşmiş Milletler Barış Gücü bulunur. Dünyanın ikiye bölünmüş son şehri Lefkoşa, her yıl yüz binlerce turisti ağırlar. (ikiye bölünmüş son şehir olduğundan emin miyiz?)
Uzun Yol, Kuzey ve Güney Lefkoşa’nın birbirine bağlandığı uzun bir caddedir. Yan yana ve karşılıklı sıralanmış mağazalarıyla ünlü caddede alışveriş yapabilir, kafelerinde çay ve kahve molası verebilirsiniz. Bu şehirde dolaşırken Venedik, Lüzinyan, Osmanlı ve İngiliz dönemlerinin izlerine; Osmanlı ve gotik mimarisinin en güzel örneklerine rastlamak mümkün. Şimdilerde TRT-1’de gösterimde olan “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisinde bu bölünmüşlüğü daha net görmek mümkündür.
HALA SULTAN CAMİİ
Kıbrıs’ta iki tane Hala Sultan isimli cami vardır. Önce Rum kesimindeki caminin tarihçesinden bilgi verelim.
Adada birçok yönden ilklere aracılık eden Hala Sultan Camii ismini Hz. Muhammet (s.a.v)'in, birçok yönden akrabası olan Ümmü Haram Binti Milhan isimli sahabi kadından almıştır. Kıbrıs Adasını fethetmek üzere Hz. Osman (r.a) döneminde gerçekleşen deniz seferine katılan Hala Sultan, Larnaka yakınlarında şehit oldu ve şehit olduğu yere defnedildi. Kıbrıs Adası 1571 yılında Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra Hala Sultanın kabrinin bulunduğu yere bir türbe ve cami inşa edildi.
Halen Rum kesiminde bulunan bir külliye içerisinde, Hala Sultan Kıbrıs'ın manevi bekçisi olmaya devam etmektedir. Rum kesiminde olduğu için ziyaret edemedik. Uzaktan Hala Sultan ve tüm Müslümanlara dua ettik.
Daha önce de bahsettiğim gibi binlerce kilometrelik yoldan gelerek buralara “İslam” mührünü vuran bu mücahitlerin manevi huzurunda mahcubiyetimizi bir kez daha hissettim. Onların bize emanet ettiği bu mukaddes beldenin bu günkü halini görünce ne kadar sorumluluk altında olduğumu bir kez daha fark ettim. Gelelim Türk tarafındaki Lefkoşa’da bulunan Hala Sultan cami hakkında bilgi vermeye.
27 Eylül 2013 tarihinde temeli atılan Hala Sultan Camii, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından finanse edilerek inşası tamamlanmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kardeşlerine bir hediyesi olarak 13 Mart 2019 tarihinde ibadete açılmıştır. “Hala Sultan” diye anılmasının sebebi teyze kelimesinin Arapça’sı olan “hâle” olmasındandır. Yani yukarıda bahsettiğimiz “Ümmü Haram” peygamberimize anne tarafından akraba olarak kabul edilmektedir. Bugün de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde teyzeye “hala” denilmektedir.
Hala Sultan Camii, Türk İslam Sanatının ulaştığı son nokta olarak kabul edilen Mimar Sinan'ın şaheseri ve ustalık eseri olan Edirne Selimiye Camiinin mimari tarzı, üslubu ve ölçüsel oranlan referans kabul edilerek inşa edilmiş, böylelikle Türkiye ile KKTC arasında tarihe referanslar gönderen önemli bir bağ kurmuştur. 37.713 metrekarelik bir alan içerisinde yer alan camiinin dikkati çeken ilk yönü her biri üçer şerefeli dört minaresidir. Minarelerin yükseklikleri 62 metre olup, 3 metre ile başlayan minare çapları minareler yükseldikçe incelmektedir.
Camide harim ve mahfil katlarıyla 2500 kişi, toplamda 5.000 kişi için ibadet alanı sunulmaktadır. Cami çevresinde Cuma bayram ve cenaze namazlarının kılınmasına elverişli bir şekilde tanzim edilen saf düzenli mermer alanlarla birlikte bu rakam 10.000 kişiyi geçmektedir.
Camiyi aynı zamanda bir eğitim mekânı olarak anlamlandıran anlayışa uygun olarak cami bodrum katında kütüphane, derslikler ve çok amaçlı salonlara yer verilmiştir.
SELİMİYE CAMİİ
Paris’teki Notre Dame Katedrali örnek alınarak inşa edilen, eski adıyla St. Sophia (Ayasofya) bugünkü adıyla Selimiye Camii tüm ihtişamıyla ziyaretçilerinin akınına uğruyor. Mimarisinde gotik sanatının önemli izlerini taşıyan ve yapımı 78 sene süren katedral 1326 yılında tamamlanır ve ada Osmanlı kontrolüne geçtiğinden beri cami olarak kullanılır. Katedral, Osmanlı döneminde iki zarif minare eklenerek camiye çevrilir. Ayrıntılı Orta çağ mimarisinin ve cami sadeliğinin iç içe geçtiği Selimiye Camii’nde görenleri hayrete düşürecek benzersiz bir atmosfer vardır.
BÜYÜK HAN
1572 senesinde dönemin mimarisine uygun bir şekilde inşa edilen bu kervansaray, kasabadan geçmekte olan tüccarlar için saklama ve konaklama yeri olarak kullanılır. Osmanlı döneminde yapımı tamamlanan, Lefkoşa’nın en gözde uğrak mekânlarından biri olan Büyük Han şimdilerde zanaatkârlar, kafeler ve restoranlar tarafından işletiliyor.
Özellikle yaz aylarında birçok etkinliğin gerçekleştirildiği Arasta sokaktaki hanın eskiden konaklamak için kullanılan odaları kafe, restoran ve mahalli atölyelere dönüştürülmüştür. Alt katta yemeğinizi yedikten sonra üst kata çıkarak Kıbrıs sanat ve zanaatının yerel halk tarafından yaşatılan güzelliklerine göz atabilir; kendiniz ve sevdikleriniz için güzel hediyelikler satın alabilirsiniz. Hediyelik eşya satan dükkânlarından birkaç küçük Kıbrıs hatırası eşya aldıktan sonra Güzelyurt şehrine hareket ettik.
GÜZELYURT
Güzelyurt turunçgil bahçeleriyle çevrili bir yerleşim birimidir. Çok verimli toprakları bulunan Güzelyurt'ta portakal, greyfurt, kavun, karpuz, mandalina ile çeşitli sebzeler yetiştirilmektedir. Turunçgillerin bir kısmı meyve suyu yapılarak ada genelinde tüketilmekte bir kısmı ise ihraç edilmektedir.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu Güzelyurt ilçesi sınırları içerisinde Kalkanlı köyündedir. Lefke Avrupa Üniversitesi ise Lefke ilçe olduktan sonra Güzelyurt'tan ayrılmıştır. Güzelyurt sulu, verimli toprakları, meyve ağaçlarıyla kaplı olması ve sakinliği nedeniyle Kıbrıs’ın en güzel ilçesidir.
Güzelyurt merkezde bir restoranda öğle yemeği sonrası Türkiye’den gelen ve Kıbrıs’ta çeşitli okullarda görev yapan öğretmenlerle çay eşliğinde muhabbet ettik. Çay, biz Türkler için önemli bir muhabbet aracıdır biliyorsunuz. Öğretmenlerle konuşurken gurbette dayanışma ve yardımlaşmanın gayet iyi olduğunu gözlemliyoruz. Sohbete doyum olmaz diyerek yola çıkmak üzere izin alıyoruz. Girne şehrine doğru hareket ederken yol üzerinde önce Mavi Köşk’e ardından Dağdaki Tank bölgesine uğrayacağız.
Yeri gelmişken belirtmeliyim: Mavi Köşk’ün ayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun hikâyesi var. Bu yüzden hakkında kısaca bilgi verip yola devam edeceğiz.
İtalyan asıllı bir Rum olan Paulo Paolides’in evi Mavi Köşk, günümüzde müze olarak faaliyet gösteriyor. Paulo Paolides’in ilginç hayatı ile gizemli köşk hakkında anlatılan efsaneler de oldukça meşhurdur. Aslında bir silah kaçakçısı olan Paulo, bu köşkü silah ticareti yapmak için kullanıyordu. Köşkün en önemli özelliği ise hiçbir yerden görünmüyor olmasıydı.
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI VE O EFSANE TANK
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı deyince aklımızda kalan unutulmaz olaylardan biri de Dağdaki Tank hadisesidir. Dört gün önce Kıbrıs’ gelir gelmez Mihmandarımız Erdal Ekin Bey’e Dağdaki Tank bölgesini ziyaret edebilir miyiz diye sormuştum. “Tabi ki Salim hocam ne demek! Elbette ziyaret edeceğiz” demişti. Kıbrıs’a gelip de bölgeyi ziyaret etmeden dönen varsa, gezisinin yarım kaldığını kabul etmelidir diye düşünüyorum.
Erdal Bey ile konuştuğumuz gibi dağın yamacındaki Tankın bulunduğu bölgeye geldik. İçimde tarifi imkânsız bir heyecan var. Taksiyi dar yolun uygun bir yerine park ederek merdivenlerden uçuruma doğru iniyoruz. Dinlediğinizde inanmanın çok zor olduğu ama olay mahalline gelip gözlerimizle görünce ancak inandığımız efsane “Tankın” yanına geldik. Acaba bir “rüyada” mıyım diye kendime bir çimdik attım desem abartı olmaz.
Etrafı seyrederek tank nasıl olmuş da dağın yamacında uçuruma düşmeden oracıkta kalmış diye fikir yürütüyoruz. Erdal Bey olayın nasıl gerçekleştiğini anlatan tabelalardan okuyarak ve eliyle göstererek o anki savaş durumunu sanki yaşamış gibi anlatıyor. Bir uçuruma bakıyoruz. Bir tanka, bir de yola bakıyoruz. Efsane Tank olayını gözlerimizle görünce meseleyi anladık. Etkilenmemek elde değil. Allah’ın Müslümanlara yardımını bir daha görüyoruz. Rabbime ne kadar şükretsek azdır.
Bugün hala olduğu yerde açık hava müzesi olarak ziyaretçilerini ağırlayan bu tankı yerinde görmeyenler, bunun bir savaş efsanesi olduğunu sanırlar. Ama bu efsane gerçektir, bir de hikâyesi vardır. Girne savunmasında düşmana karşı sarp ve duvar gibi tek engel Kıbrıs Beşparmak dağlarıdır. Dağdan Girne sahile baktığınızda uçaktan bakıyormuş izlenimi verir. O kadar dik, sarp ve yüksektir. O yüzden bu mevzi önemlidir.
Gelelim Tabeladaki yazılara. Tank Anıt Hitabesinde şu cümleler yer alıyor:“Bu Tank, Askerlerimizin savaşlarda göstermiş olduğu imanın ve cesaretin kanıtlanmış bir örneğidir. 02 Ağustos 1974 günü yapılan Lapta muharebelerinde düşmanı yan ve gerisinden vurmak için görevlendirilen, “özel görev kuvveti”ne mensup bu tank; St. Hillarion bölgesinden, dar ve namüsait bir yolu kullanarak ve karanlığa sarkan bir zamanda (saat 21.15 sıralarında) buraya kadar gelmiş ve düşmanın yol üzerine döşediği mayına basması sonucu tahrip olmuş, bilahare arkadaki diğer bir tank tarafından da, yolun açılması maksadıyla buraya itilmiştir.”
Bu dik yamaca bu tankı çıkartan tank mürettebatı; Tank Komutanı Tank Üsteğmen Mahmut Şanlıtürk, Tank Onbaşı Gürler Erdağ, Tank Erler Abdülkadir Kurt ve Recep Doğanyiğit’tir.
Birliğin komutanı tankın sürücüsü kahraman askere; “Evladım bu tankı buraya nasıl çıkardın?” diye sorunca Asker: “Komutanım o anda gözlerimin önünde engelsiz dümdüz bir yol göründü. Rumlar kaçıyordu. Ateş ede ede buraya öyle çıktım.” cevabını verir.
Komutan Mehmetçiğe emreder: “Asker Tankı indir?” Tank sürücüsü er cevap verir:“ O yolu görmeden nasıl indireyim komutanım?”
Efsanelerin milletlerin tarihinde önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Yaşanmış bir olaya yaşanmamış bölümlerin de eklenmesiyle efsaneler oluşur. Yani her efsanede az da olsa gerçeklik payı vardır. Her milletin efsanesi inançlarıyla da uygunluk arz eder. Dağdaki Tank gerçek, yaşanmış bir olaydır. Çünkü gözlerimizin önünde orada duruyor. İnancımıza göre “Allah’ın gücü her şeyin üstündedir”. Bu inanışımız gereği dünyada “olmaz” diye bir şey “olmaz”. Gerisi sizin yorumunuza kalmıştır.
Kıbrıs seyahatinin son akşamı olduğu için Girne sahilinde biraz yürüyüş yaptık. Deniz kenarında bir masada çay içerek dört günlük ziyaretleri değerlendirdik. Erdal Ekin Beyi 10 yıldır tanıyorum. İlk tanıştığımızda hemen kanım kaynadı. O gün bu gündür kimi zaman telefonla kimi zaman yüz yüze devamlı görüşür dertleşiriz.
Erdal Ekin Bey ile farklı tarihlerde on bir ülkeyi birlikte gezdik. Her gezi sonrası gördüklerimizi, düşüncelerimizi paylaşırız. Erdal Ekin Bey Girne sahildeki sohbetin sonunda: “İyi ki geldiniz. Şeref verdiniz. Beni gurbette yalnız bırakmadınız. Çok memnun oldum.” diyor. “Erdal hocam biz teşekkür ederiz. Unutamayacağımız bir ev sahipliği yaptınız.” diyorum.
Şu fani dünyada beni böyle güzel insanlarla karşılaştırdığı ve onlarla dost ettiği için Rabbime şükrediyorum. Yeri gelmişken bir kez daha söyleyeyim: Önemli olan birileri ile tanışmak değil, kaliteli insanlarla tanışmak ve bu tanışıklığı devam ettirmektir. Erdal Ekin Hocamı yakinen tanımış olsanız, dediklerimin az olduğuna siz de katılırsınız. Erdal Hocam, “şen şakrak, pozitif enerji dolu, muhabbet ehli, misafirperver, ikram etmeyi seven” harika bir insandır. Misafirleri ile yakından ilgilenmesi, gezi boyunca onları yalnız bırakmaması başlı başına bir takdir konusudur. Kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır. Allah sizlere de böyle dostlar nasip etsin diyorum. Karşılıklı muhabbet dolu sözlerin sonrasında helalleşiyoruz. Böylece bir seyahat daha mutlu bir şekilde sona erdi.
İrtibat ve her türlü görüşleriniz için: salimfethiye@hotmail.com