Akdamar Kilisesi iyi de peki ya AHLAT...
Geçtiğimiz hafta Van ve Bitlis’i kapsayan bir Doğu seyahati yapma imkanım oldu.
Uçağımız Van Gölünün üzerinden Van’a doğru alçalmaya başladığı zaman Göl hakkındaki algılarım tamamen değişti. Genel kültür olarak “Van Gölü Türkiye’nin en büyük gölüdür” bilgisine rağmen kafamda canlandırdığım “göl “ den farklı adeta bir deniz üzerinde uçtuğumuzu gördüm. Zaten Van’da insanların Van Gölünden sürekli “deniz” diye bahsettiklerini duyduğumda ise hiç şaşırmadım.
Neredeyse Marmara Denizinden büyük sözde gölün üzerinden süzülerek Van’a indik. İnerken havadan gördüğüm “Akdamar Adası ve kilisesini” mutlaka ziyaret etmeyi daha havadayken planlamış oldum.
Doğrusu Van beni hayal kırıklığına uğratan bir şehir oldu. Başarısız bir belediye Başkanından sonra tepki oylarını da alarak seçilen BDP’li belediyenin de Van’a çok fazla bir şey katmadığını söylemek durumundayım. Şehir nereye giderseniz gidin trafik çilesi yaşadığınız, kötü yollar ve bakımsız sokaklardan oluşan bir metropol kenar mahallesi gibi. Gördüğüm tüm BDP’li belediyelerin durumu aynı. Siyaset yapmaktan belediyecilik yapmaya vakit bulamadıklarından şehirlerin durumu vahim...
Ah Tamar!... Ah Tamar!...
Van gölünün en büyük adası Akdamar adası. Ada sanıldığı kadar büyük bir ada değil. Deniz seviyesinden yaklaşık 1912 metre yükseklikte olan ada toplam kıyı uzunluğu 3 km olan 70.000 metrekare bir alana sahip küçük bir ada. Tek tük badem ağacı dışında yeşili de olmayan adayı meşhur kılan üzerindeki ermeni kilisesidir.
Doğrumudur yanlışmıdır bilemem ama adanın isminin nereden geldiğine ilişkin yaygın bir hikaye anlatılır.Hikayeye göre “Zamanında bu adada yaşayan Ermeni baş keşişinin güzelliği dillere destan Tamar adında bir kızı vardır. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan bir genç bu kıza âşık olur. Bu genç Tamar'la buluşmak için her gece adaya yüzer. Tamar ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle bekler. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına iner ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olur. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamar!" diye haykırır. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakir O gunden sonra ada Ah Tamar! ismi ile anlatılır.”
Van’da ilk ziyaret programımıza aldığımız Akdamar adasına yola çıkarken anlatılan hikayeyi dinliyorduk. Ada Yılmaz Erdoğan’ın “Vizontele” filmini çektiği “Gevaş” ilçesi sınırları içerisinde bulunuyor. Ada ile ilçenin Van Gölündeki sahilinde karşılıklı oluşturulan iki iskele arasında 20-25 dakikalık bir tekne turuna katılarak adaya ulaşılabiliyor. Bizde bir tekneye atlayarak adanın yolunu tuttuk.
Akdamar adası Ermenilerce kutsal kabul edilen adayla aynı isimle anılan aslında “Surp Haç Kilisesi” adını taşıyan kilisisi ile ünlenmiş durumda. İnanışlarına göre önce Kudüs’ten İran’a kaçırılan sonra 7.yüzyılda Van’a getirilen hakiki haçın bir parçasını barındırmak için Kral I.Gagik’in emriyle 915-921 yılları arasında inşa edilmiş. Kilise Ortaçağ Ermeni sanatının en parlak eserleri arasında sayılır. Kızıl andezit taşından inşa edilmiş olan kilisenin dış cephesi, alçak rölyef şeklinde işlenmiş zengin bitki ve hayvan motifleriyle ve Kutsal Kitap’tan alınma sahnelerle bezenmiştir. Kilise bu özelliğiyle de Ermeni mimari tarihi içinde eşsiz bir konuma sahiptir.
Bir ara yıkılması bile düşünülmüş kilise yıllarca metruk bir şekilde kaldıktan sonra Ermenistan’la dostane ilişkiler kurulmasına zemin hazırlamak üzere 1,5 milyon dolar harcanarak restore edilmiş ve 29 Mart 2007’de Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve Ermenistan Kültür Bakan Yardımcısının da katıldığı bir törenle müze olarak açılmıştır. Ermenilere uzatılan dost eli 19 Eylül 2010’da yılda bir defa ayin yapılmasına imkan veren izin çerçevesinde 95 yıl sonra Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclisi Patrik Genel Vekili Başpiskopos Aram Ateşyan yönetiminde bir ayin düzenlenmesiyle devam etmiştir.
Hükümetimizin gösterdiği bu iyi niyet çabalarına rağmen kilisenin çatısına demir haç yerleştirilmediğini bahane ederek ayini protesto eden ermeni diasporasının boykot çağrılarına sahne olmuş ve 5000 kişinin katılmasının beklendiği ilk ayine ancak 1000 kişi katılmıştı. (Reuters’e göre)
Bu konuda Türk Hükümeti iyi niyetli bir adım daha atmış bizim adayı ziyaretimizden tam bir hafta önce 2 Ekim 2010’da 2 metre boyundaki 110 ağırlığındaki demir haç kilise çatısına takıldı ve Ermeni Patrikhaneleri Ruhani Başkanı Başrahip Tatula Anuşyan, kurulan iskele yardımıyla kubbeye çıkarak haçı kutsamış oldu.
Adaya gittiğimizde çok uzaklardan bile seçilen dev haçı ilk görenler arasına girmiş olduk. Çevrede bizim gibi yerli turistlerden başka kimse göremedik. Olanca kaprisi yapan Ermeni cemaatinden adada kimse yoktu. Sordum ziyaretçilerin çoğu iç turizm yani bizlerdik.
Ahlat: Lacivert Bir Gözü Andıran Van Gölü’nün Çevresinde Siyah Bir Kaş...
Seyahat sırasında sınırlı zamanız kalmıştı birlikte seyahat ettiğimiz arkadaşımla bir değerlendirme yaptık ve kalan zamanı Ahlat’ı ziyaret ederek geçirmeye karar verdik.
Bir kanaat önderimiz Ahlat’ı “Lacivert bir gözü andıran Van Gölü’nün çevresinde siyah bir kaş...” diye tarif etmiş. Gerçekten üzerinde barındırdığı tarihi ve kültürel değerler dışında doğal güzelliği ile de göz dolduran bir yer Ahlat. Van Gölü’nün en temiz sahillerine kurulmuş yeşil bir ilçe...
Bir dönem Bitlis Valiliği de yapmış ve Anayasa Mahkemesi üyeliğinden emekli olmuş Mustafa Yıldırım Ahlat’ı “Türklerin elinde Anadolu’nun tapusu” diye niteler. Bu ziyaretimde anladım ki gerçekten Ahlat’ı görmeden Anadolu’nun Türk-İslam yurdu olmasının hikayesini anlamak mümkün değilmiş.
Çoğumuz bilmeyiz İslam Anadolu’ya Ahlat’tan girmiştir. Malazgirt savaşından çok önce Ahlat Türklerin yerleştiği ve kendisine yurt edindiği bir kapı olmuştur. Yine pek çoğumuz bilmez Kayı boyu 170 yıl boyunca Ahlat’ta yaşamış ve Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi burada dünyaya gelmiştir.
Pek çoğu tarihi ihmallere ve sahipsizliğe rağmen ayakta kalmayı başarmış kümbetler, köprüler, hamam, çeşme ve camiler 1000 yıllık tarihimize şahitlik edercesine dimdik ayaktadır. Ahlat’ı gezerken her şey etkileyici ancak Selçuklu Mezarlığı bambaşka bir ihtişama sahip. Bu toprakları sahiplenmek için bekleyen birer asker gibi dimdik ayaktalar.
Tüm dostlarıma muhteşem manzarası olan Ahlat’ı ve muhteşem manevi mesajlar içeren Ahlat Selçuklu mezarlığını ziyaret etmelerini öneriyorum. Mutlaka seyahat programlarına Ahlat’ı da dahil etsinler.
Ahlat’ta ziyaret ettiğim ve varlığının farkında o zamana kadar olmadığım bir mekanda Peygamber Efendimiz’in “Ümmetimin helali ve haramı en iyi bileni” dediği Hz.Muaz (r.a) oğlu Abdurrahman Gazi (r.a) in türbesi oldu. Hz. Ömer döneminde 641 yılında bölgeyi fethetmek için gelen ordu içerisinde bulunan Abdurrrahman (r.a) burada şehit düşmüş ve Ahlat’a defnedilmiştir.
Sadece bu türbeyi ziyaret etmek için bile Ahlat’a gidilebileceğini düşünerek ve doyamadan ayrıldık Ahlat’tan...
Akdamar kilisesinin restorasyonuna 1,5 milyon dolar harcayarak restore eden Hükümetimizin orada sahipsiz gibi duran başta Selçuklu mezarları olmak üzere tüm kültürel değerlerimizi korumak için harekete geçme zamanı gelmiş hatta geçmiştir diye düşünüyorum. Anadolu’nun tapusu niteliğinde bu eserlerin bir bekçi korumasından, gece ışıklandırması ve kameralı takip sisteminden bile mahrum olduğunu görmek gerçekten üzücü oldu.
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Ahlat’ı manevi himayesine aldığını ve26 Ağustos 2010 da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen Başkanlığında “Ahlat Selçuklu Bölgesi Kültür Temalı ve Eylem Planı”konulu toplantının Ahlat’ta yapıldığını Bölge illerinin valileri ve Kültür Bakanlığı Müsteşarı İsmet Yılmaz’ın da toplantıya katıldığını Mustafa İsen’in “Ahlat Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün himayesindedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı doğrultusunda bir dizi çalışmaları başlattık. Tarihi, kültürel ve doğasıyla önemli bir merkez olan Ahlat’ın diriltilmesi mümkündür. Malazgirt’e giden yolda buradan geçmektedir. Kendi tarihimize, kültürümüze sahip çıkma açısından da fevkalade önemli bir noktadadır, Ahlat. Ana ekseni itibariyle 2011 yılında başlayarak, 2023 yılına kadar bu bölgenin bir makro ölçekle değerlendirilmesi gündeme alınmış olacak. Bu bölge gerçekten tarihte, dünya tarihinde örneği görülmeyecek bir uygarlık dönemi yaşamış. Sonrasında bir takım sebeplerden dolayı, bölge sıradan bir bölge haline dönüşmüş. 11. ve 13. yüzyıllardaki gibi olmazsa bile, dünyadaki gelişmelere bağlı olarak, bu bölgenin önem kazanabileceğini, hiç olmazsa mevcut durumdan daha iyi şartlara taşınabileceği kanaatini muhafaza ediyoruz. Bunların gerekçelerini ortaya koyacağız ve bu gerekçeleri hayata geçirmek için el ele vererek bir çalışma başlatacağız.''
Dediğini duyduk ve ümitlendik.
unalsade@mynet.com