Geçen haftaki yazımızda akademik düşünceyi daha çok makro açıdan ele almıştık. Bu yazımızda ise konuyu mikro (akademisyen ve akademik davranış) açıdan ele almaya çalışacağız. Konuyu bu açıdan ele aldığımızda öne çıkan kavram 'akademik ahlâk'tır.
Her nasıl sporcunun ahlâklısı makbulse, bu ilke akademisyen için de birinci sırada olmalıdır. Spor ahlâkına uymayan kimi davranışlar, aday ne kadar başarılı da olsa, diskalifiye olmayı gerektirmektedir malumunuz... Bu ilke akademisyen için de geçerli olmalıdır. Geçmişte tamamen gözardı edilen bilimsel ahlâka, bugün ‘etik’ adı altında da olsa temas ediliyor olması ise iyiye işarettir.
Ahlâkî esaslarla disipline edilmeyen bilimsel bilgi zararlıdır. Dünya üzerinde söz sahibi olanlar bilimsel bakımdan ‘ileri’ olmalarına rağmen, davranışları ahlâkî esaslarla disipline edilmediğinden ellerindeki bu bilgi ile insan neslini dahi tehdit etmektedirler. Bu yüzden gerçekte onların da ‘diskalifiye’ edilmesi gerekir. Bir büyüğümüzün doğru tesbiti ile; ‘önce (ya da önde) ahlâk ve maneviyat…’ (N. Erbakan; kendileri fevkalâde başarılı bir bilim adamı idi aynı zamanda) olmalıdır.
Allah katında değerli olan da çok bilen değil, ahlâk ve maneviyatı da içerisinde barındıran takva sahibi olandır. Nitekim Allah’ı bilme-tanıma ‘alime’ kökünden gelen ilim (malumatullah-yalın bilgi) değil de, ‘arafe’ kökünden gelen ‘irfan’dır (marifetullah-derin bilgi)…
Ve yine bu yüzden yalın bilgi sahibi olan ‘İblis’i bu ilmi şeytan rolünü üslenmesine engel olamamıştır. Ayet (35/28) ‘Allah’tan (hakkıyla) khaşyet duyanların “alimler” olduğunu’ bildirmektedir. Eğer ayetteki ilim şeytana verilenle aynı olsaydı, övülmezdi haddi zatında… İrfanla taçlanmayan ilim hadisenin künhüne vakıf olamaya yeterli gelmez zira… ‘Mesele (tek başına) bilmek olsaydı, şeytan hepimize hoca olurdu’ (tırnak içi alıntıdır) değil mi...
Akademisyen ilim sahibidir elbette… Ama bu ilmini (yalın bilgisini) irfanla ilişkilendirdiğinde ‘varlığını’ değil, 'yokluğunu-hiçliğini' keşfeder. Bir de kendisinin bildiği şeyi-şeyleri herkesin bildiğini varsayar akademisyen... Muhatabına ‘ben onu da biliyorum, bunu da biliyorum, diğerini de biliyorum’ görüntüsü vermek sadece akademik zaafiyet değil, aynı zamanda kişilik zafiyetidir.
Akademisyen biraz da apolitik, asosyal, hatta korkaktır. Cahil değildir ki ‘cesur’ olsun. Siyak ve sibakı bildiğinden; öyle uluorta da konuşmaz. Sözleri şiir gibidir adeta… Nitekim şiir az söze çok anlam yükleme becerisidir ve sanattır. Yıllar geçtikçe de değerlenir. Bu yüzden herkes hemen anlamaz onu... Sizi de herkesin anlamıyor olması üzmemeli o halde... Kıymetsiz olduğunuzu göstermez zira...
İstese de ağzı öyle fazla laf yapamaz akademisyenin... Malum; bir de ağzı çuval dolusu laf yapanlar vardır. Bu bir çuval dolusu lafın içerisinde dünya kadar yalan-yanlış vardır ama bunu ‘özgüven’ diye pazarlama becerisi de gösterir böyleleri... Oysa gerçek bir başka türlüdür. Bir düşünürün isabetli tesbitiyle ‘küstahlık hakedilmemiş özgüvenin dışa vurumudur’ (Dücane Cündioğlu).
Akademisyen sahip olduğu geniş bakış açısıyla hadiselerin dört boyutunu da görebildiğinden kimi zaman muhataba cevap bile vermez; onu kaybetmek istemez çünkü... Ama, sığ düşünceli ve derin cehaletinin farkında olmayan muhatap, onun zaafiyet içerisinde olduğunu vehmeder. Oysa gösterdiği büyük bir sabır örneğidir. Zira her şeye anında ve aynı tonda karşılık vermek sadece nefsî değil, aynı zamanda âvâmîdir.
İbn-i Haldun’un isabetli tesbitiyle ‘fazla tevazunun sonu, vasat insandan nasihat dinlemek’ olsa da; tevazu ilmin-irfanın doğal bir geri bildirimidir. Meyveli ağacın dalları eğiktir değil mi… Bazen de kırılır. İrfan sahibi insanlar da öyledir; iç dünyasında fırtınalar da esse siz onun kırıldığını dahi anlayamazsınız. O da anlamanızı istemez zaten... Bu durum bir yandan da ‘edeb’inizle, had bilmenizle ilgilidir. Kendinizde ‘güç’ ve ‘varlık’ addetmeyi, itikadınızla bağdaştıramazsınız çünkü...
Akademisyen 'korkaktır' dedik bir de değil mi… Sıradan insana hiç de hoş gelmeyen korkaklık, aslında güçlü olmakla ilgilidir. Bir cahili alt etseniz ne kazanacaksınız ki… Sizi kıskandığını fark ettiğiniz ya da sizi ‘küçümsediğini’ gözlemlediğiniz kişilere, eğer onları kaybetmek istemiyorsanız, en güzel cevaptır susmak… Nasıl olsa bir gün anlayacak durumu... Bırakın sizi saf zannetsin...
Akademisyen apolitikliktir dedik bir de... Bu düşünce, politikaya karşı bir duruş olmadığı gibi siyaseti itibarsızlaştırılmayı da amaçlamaz. Eğer siyaseti bir hizmet aracı olarak yürütebiliyorsanız bu büyük bir fedakârlık ve de topluma katkı olur zira...
Siyasetle, ticaretle uğraşan ve makam mevki peşinde koşuşturan akademisyen siyasetle uğraşan asker ya da yargı mensubu gibidir. Görevini hakkıyla eda edemez. Bu bakımdan askerin 'apolitik' olması gerektiği gibi akademisyenin de apolitik olmasında fayda vardır. Politikayı akademisyenlikle birlikte yürütmek isterseniz sürekli kafasında darbe yapmayı planlayan asker gibi olursunuz... Askerin vazifesi her nasıl ülke savunması ise, akademisyenin vazifesi de düşünce üretmektir. Ülke meseleleriyle ilgilenmenin tek yolu da politika değildir ayrıca...
Aslında akademisyen kıskançtır da… Bir yandan emek emek hazırladığı çalışmaların değerini en iyi kendisi bildiğinden, bir yandan da mesleğiyle ilgili her şeyi bilmek istediğinden… Elbette buradaki kıskançlık gıpta anlamındadır. Bu yüzden rol model olabilecek kimselerin biyografisi-hayat hikayesi onu fevkalade yakından ilgilendirir.
Akademisyen etraftan gelen seslere karşı biraz 'sağır' biraz 'kör'dür. Kendisini her şeye cevap vermek zorunda da hissetmemesi gerekir. Bu durum asosyallikle ilgilidir elbette… Ama asosyal olduğunuzda bir etkileşime girmediğinizden daha derin düşünüyor ve daha isabetli karar verebiliyorsunuz. Böylece de mesleğinize ihanet etmemiş oluyorsunuz.
Akademisyen sadece işi ile uğraşır; düşünce üretir yani... Mahalli dedikodulara (kim dekan, müdür, bölüm başkanı, kim doçent, prof. olmuş, bürokraside görev almış) kulağı tıkalıdır. Hatta çuvaldız batırsalar bile... (arkanızdan sizi rencide edecek söz-eylem). Muhatap alıp cevap vermek zaittendir. Zira akademisyenin kulağı sadece mahalli dedikodulara değil, mahalle dedikodularına da kapalıdır.
En cahil insan hangisidir biliyor musunuz: Mürekkep yalamış olmasına karşın, kutsadığı şeyin ne ve kutsarken düştüğü halin nice olduğunun farkında bile olmadan, yaladığı bu mürekkebin yeşil olduğunu zanneden... Bu cümleye de siz anlam yükleyin artık…
Durumu Yunus özetlemiş aslında…
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Bu nice okumaktır…
Selametle…