Bir ülkenin tam demokrasi ile vesayet skalası arasındaki yerini ne belirler? Yargı ile birlikte asker ve sivil bürokrasinin durumu değil mi? Demokrasilerde yargı bağımsızdır, diğerleri de sivil otoriteye bağlıdır. Vesayetçi rejimlerde ise, yasama ve yürütme dahil bütün kuvvetler, seçilmemiş veya sureta seçilmiş bir odağa bakarak hizaya girerler...
Askeri vesayet yanında, parti vesayeti (Baas) veya lider sultası (Mübarek, Kaddafi) ile yönetilen ülkeler vardır. Türkiye bugün bunlardan hangi modele uyuyor? Askeri vesayet büyük çapta sona erdi; Baas türü bir parti vesayetinden veya Mübarek/Kaddafi benzeri bir lider sultasından söz edilebilir mi?
Günlerden beri gazetelerde yazılanları okuyorum, ekran tartışmalarına kulak veriyorum, ‘vesayet’ sözcüğü bolca geçiyor da soruma cevap teşkil edecek en ufak bir dokundurma göremiyorum. 1950 öncesi gibi iktidar partisi il başkanının aynı zamanda vali ve belediye başkanı olduğu bir ‘parti diktası’ mı söz konusu bugün, Suriye’deki Baas benzeri mi? Tayyip Erdoğan ‘milli şef’ veya ‘ebedi şef’ mi oldu; Kuzey Kore lideri Kim Jong-il türü bir liderlik mi sergiliyor?
En insafsızların bile bu soruları tuhaf karşılayacağını biliyorum. Türkiye’yi Suriye veya Kuzey Kore gibi ülkelerle karşılaştırmak, geçmişte yaşadığımız türden ‘vesayetçi’ bir rejime sahip olduğumuzu ileri sürmek mümkün değildir.
Hem yakın tarihimizin yanlış uygulamalarını geride bıraktık, hem de demokrasimizi bir daha sıkıntıya düşürecek türden maceralar yaşatmayacak, tek kişiye, zümreye, partiye, odağa her türlü gücü tanımayı imkânsız hale getirecek düzenlemeler yapıldı.
Siyasiler gönüllerinden geçirseler, çaba gösterseler bile ‘vesayetçi’ bir rejimi ülkemizde gerçekleştiremezler artık. Halk da buna müsaade etmez.
Eleştirilen belli bir siyasi varlık olduğuna göre, adını da kullanarak açıkça yazayım: ‘Vesayetçi’ bir yaklaşım, demokrasiden sapma, hukuk devleti ilkesine aykırılık, insan haklarına umursamazlık Ak Parti’nin iktidardaki varlık sebebini de yok eder...
Peki, öyleyse son zamanlarda artan, AB ve ABD tarafından hazırlanan raporlara giren, bazı Batılı ağızların da dillendirdiği bu yoldaki şikâyetlere ne diyeceğiz?
Dışarıya ve içte bazı çevrelere yanlış görüntü veren bazı olumsuzluklar yaşandı şu yakınlarda. ‘Ergenekon’ kapsamında Silivri’de yargılanan iki gazeteci, KCK operasyonlarının sonuncusunda tutuklanan bir öğretim üyesi ile bir yayıncı hükümetin özgürlükçü olma iddiasına darbe vurdu.
Aslında ‘yargı’ alanına giren, savcıların talebi ve mahkemelerin kararıyla gerçekleşen her iki gelişme, hükümet adına yapılan bazı açıklamalar ile hükümete yakın bilinen gazete ve yazarların yayınlarına bakılarak Ak Parti’nin günah defterine yazıldı.
Kaldırın o birkaç açıklamayı, tutuklamaları onaylayan yayınları yapılmamış sayın, “Türkiye bugün sivil vesayet altında” veya “Ak Parti’nin artık demokrat olmaya ihtiyacı kalmadı, AKP dönüştürdüğünü sandığımız sistemi kendisi benimsedi” türü medya iddialarını destekleyecek ne kalıyor geriye?
Medyaya biraz daha yakından bakmamız gerekecek...