Şu fani dünyada dengeli, huzurlu, mutlu yaşamanın en kestirme yolu, hayatın ve mematın (ölümün ) hakiki yüzünü, gerçek veçhesini bilmekle olur. Her insan ayrı bir dünya, her canlı ayrı bir ayet olduğundan dünya yaratılalıdan beri yüzlerce din, binlerce ideoloji ve felsefi akım husule geldi. Dinler ve akımların hepsi İnsanla hayatla ölümle sonsuzlukla ilgili birbirinden çok farklı görüş serdedip, fikir beyan etmişlerdir.
İslam dininin her konuda olduğu gibi bu konularla ilgili görüş ve iddiaları da çok doğru ve emsalsizdir. İslam dininin emir ve yasaklarının uygulandığı devlet ve cemiyetlerde huzur güven, düşünce bütünlüğü, iç ferahlığı, kişiler arası ilişkilerin daha iyi ve adil olması, diğer din ve ideolojilerin uygulandığı cemiyet ve devletlerden hep daha iyi olmuştur. İslama göre İnsanların, devletlerin, milletlerin hayatlarında sürekli güzellik, biteviye iyilik, devamlı hoşluk yoktur. Aksine sıkıntı, problem, hastalık, yokluk… Bu dünyanın ve insanların ayrılmaz parçaları, kaybolmaz gölgeleridirler.
DİN DİL TARİH
Zaman, mekân, insan, hayat, ömür ölüm, dünya, ahiret, imtihan, cennet, cehennem, sonsuzluk, mutsuzluk, saadet… Kalp, akıl, gönül, nefs, ruh, beden… Bu olgulara her din ve ideoloji farklı manalar yüklemiştir. Günümüzün gelişmiş bilim anlayışı ve dinimiz İslama göre doğumumuzdan itibaren karşılaştığımız her şey, gördüğümüz her nesne, duyduğumuz her söz, işittiğimiz her ses… Olumlu veya olumsuz bir etki bırakır üzerimizde. Dolayısı ile aklımız, kalbimiz, gönlümüz az veya çok etkilenir bunlardan. Bu etkileşim sonucunda da fertlerin ve o fertlerin oluşturduğu toplumların karakterleri, kültürleri oluşur.
Tarih ve yaşlı dünya göstermiştir ki dinini, dilini ve tarihini tam tekmil öğrenmeyen toplumlar ve fertler pek çok sıkıntılarla karşılaşırlar. Kişi dinini, dilini ve tarihîni eksiksiz bir şekilde öğrenmezse madde ve mana, dünya ve ahiret, beden ve ruh dengesini kuramaz. Kuramayınca da serseri mayın gibi bir o yana bir bu yana savrulur durur. Bu savrulmanın birçok örneğini tarihte gördük günümüzde de yaşamaktayız. Zenginliğin, güçlü olmanın insanı ve toplumu dengeli ve mutlu yapacağını öne sürenler tarihte Roma, günümüzde ABD ve Avrupa toplumlarına bakıversinler.
KÜLTÜRÜMÜZÜN ANA KAYNAKLARINA ULAŞMADAN
Kültürümüzün ana kaynağı olan Kuran ve hadislerin ışığında, yaşanılan binlerce yıllık tarihin ve tecrübenin gölgesinde yazılan binlerce cilt eser, dünyamızın en bunalımlı günlerini yaşadığı günümüzde insanlığa kurtuluş yolunu göstermek için bekleyen deniz fenerlerine benziyor. Lakin heyhat! Bırakın ecnebileri İslam dünyası ve bizler bile bu fenerlerden bihaber yaşamaya devam ediyoruz. İşte bu fenerlerden biri de Mevlana (ve onun eserleri)dır. Bu günkü yazıma başlık olan söz o büyük zata aittir. O büyük zat, insan, ruh, beden konusunu açıklarken şöyle bir benzetme yapıyor:
” Beden eşektir. Ruh (akıl) bu eşeğin üzerinde seyahat yapan yolcudur. Yolcunun Menzil-i maksudu ahiret, daha doğrusu cennettir. Şimdi bu yolcu (ruh) eşeği kendi haline mi bırakmalı yoksa dizginleri ele alıp bir an önce en kestirme, en düzgün yoldan hedefine doğru mu ilerle mi? Evet cevap ikinci şıktır. Lakin insanların çoğu sürdüğü hayat, içinde bulunduğu yanlış inanç ve edindiği kötü arkadaşlar yüzünden eşeğe (bedene) hükmedemez ve onu serbest bırakır. O da hedefe gitmekten ziyade sürekli tembellik edip, haram helal demeden yemeye içmeye dalar. Gün akşam olunca da (ömür bitince) Ahıra gider. Kısaca ömrümüzün sonunda AHİRİ yani cenneti kazanmak istiyorsak, affederseniz eşeği kendi haline bırakmayacağız. Ona güzelce hükmedip menzili maksudmuz olan AHİRE varacağız. Aksi halde o bizi AHIRA götürür. Hikayenin orijinali şu linkte:
(https://www.youtube.com/watch?v=3HWQTp2FzTY (Hayati İnanç))