Gün geçtikçe daha farklı bir toplum halini alıyoruz. Kendi kültüründen, kendi tarihinden, kendi gelenek ve göreneklerinden utanan, utandıkça daha da çok batıya yaklaşan bir toplum. Topraklarının her zerresinde Osmanlıdan bir iz bulunan bu millet, bugünkü kadar geçmişinden utanmamış, şikayetçi olmamıştı. Osmanlı zamanında Türk milleti deyince akla edep, haya bilen, büyüğüne saygı küçüğüne sevgi gösteren, zalimlere karşı mazlumun yanında olan, daima hakkı savunan, asla yalan söylemeyen, hırsızlık etmeyen, kibirden uzak daha mutevazı bir yaşam tarzı olan bir toplum akla gelirdi. Bu özelliklerden herhangi birini insanlarda mumla aradığımız şu günlerde, o zamanlar toplumun hemen hemen her kesimi bu özellikleri kendisinde barındırmakta, barındırmakla kalmayıp bunları uygulamayada dökmekteydi. Osmanlı toplumundaki insanlar Allah'ın emir ve yasaklarını çiğnemekten korktukları kadar bir insan kalbinide kırmaktan o denli korkmaktaydı. Kardeşlik, dostluk, yardımseverlik, alçak gönüllülük gibi kavramlar o zaman ki toplum sayesinde mana kazanabilmiştir. Bu derin manalara akıl erdiremeyen bugünkü insanlar kalkıp eskiye hakaret edebilme cürretinide göstermektedirler.
Atalarının tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi olduğunu unutmuş, aksine kibir ve burnu büyüklülükte akıl almaz bir biçimde yarışmaktadırlar. Osmanlının tarihin tozlu sayfalarına uğurlanması ile birlikte, toplumca din ve dil hayatımızda meydana gelen bu derin ve acı veren değişim, toplumu maddi ve manevi açılardan yozlaştırmış, Osmanlı toplumu diye nitelendirilen bu toplumu diline, dinine, tarihine, yaşadığı coğrafyasına, kültürüne, kısacası Osmanlıya düşman etmiştir!.. Kuvvetini dininden ve tarihinden alan bu toplumun kuvveti elinden alınmış, aradaki kardeşlik bağları zedelenmiş, aynı toplum içerisinde farklı diller konuşturtularak birbirlerine yabancılaştırılmışlardır. Maneviyatın zedelendiği, onurunun kırıldığı şu günlerde ona sahip çıkacak delikanlı, mert, kalbi Allah diye atan yürekli insanlardan yoksun bırakıldı bu toplum... Ne acıdırki kardeş kardeşi kırarken, ayaklarını uzatarak rahat koltuklarında, bir savaş filmi izler edasıyla bu olayları izleyen, ve izledikçe kuyruğundaki yaranın acısını hafifletmeye çalışan, insandan bozma mahluklar, sarhoş ağızlarıyla kahkahalar atarak kadeh tokuşturmaktadırlar! Çanakkale'de, kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırarak kaçan bir köpek edasıyla bu topraklardan kaçarak gidenler birkez daha savaşıp yenilmek yerine fikirlerini ve kötü emellerini hayata geçirebilmek için onları süsleyip püsleyerek önümüze sundular. Önümüze sunulan bu süslü, boyalı, cafcaflı fikirleri toplumu kurtaracak yegane fikirler belledik.
Düşmanın savaşarak toprağımıza sokamadığı bu düşünceleri, kendi milletimiz ufacık bir direniş bile göstermeden, hatta sevinç gösterilerinde bulunarak kendi topraklarına ne yazıkki soktu. Bunun sonucu olarak Osmanlı gibi Avrupayı karşısında titreten bir devletten, elini masaya vuracak cesareti dahi gösteremeyen bir devlet halini aldık... ''Ah Osmanlı nerelerdesin?'' diye feryatlar gökyüzünü çepeçevre sararken, bizler yanı başımızda duran değerlerimizi elimizin tersiyle ittik. Aramızdaki kardeşlik bağları çözüldü ve mağlup olduk. Bizi biz yapan bütün değerleri terkettik, toprağımızı savaşarak koruduğumuz batının o kötü değerlerini savaştan sonra bir bir geri aldık.
Ne acıdırki Çanakkale'de binlerce şehit verdikten sonra bütün bunları yaptık ve yaparken bunların hesabını nasıl veririz diye hiç düşünmedik. Şimdi varın siz karar verin, bütün bunların hesabını kim verecek?