AŞK YAKICI YAKTIKÇA ARITICI BİR PROGRAMDIR
Aşk, tanımı üzerinde ittifak edilemeyen bir kelime. Onun hakkında sözü olmayan neredeyse yok. Kimisi kendi duygularını en iyi ifade ettiğini düşündüğü bir tanımla, kimisi bir hatırasına dayanarak kırık dökük bir ifadeyle, kimisi durup düşündükten sonra kapsamlı olma gayreti içinde söylediği bir sözle katılır bu tanımlama kervanına.
Aşk, esrarı mucibince insanları kendisine de âşık etmeyi başarmış. Kendisine âşık olanları hiç unutmamış ve unutulmasına da müsaade etmemiş. Onlara birer taht ihsan etmiş ki oturdukça anılmış sahibi. Bu gücü yaratıcı onun aşkına yine ona vermiş. Aşka âşık olanların, asırlarca gönül tahtında saltanat sürmesi, tesadüfî değildir, bu sebeple.
Aşk, bir refiktir, seyr ü sülukta. Yoldaşını asla yolda bırakmaz, ihanete uğratılmadıkça. Onda ihanet etme istidadı yoktur, vermemiş yaradan. Vefalıdır, her türlü meşakkate rağmen bu kutlu yolda refikini kimseye emanet etmez.
Allah öyle sanıyorum ki- bütün yaratıkları içinde önce aşkı yaratmış. Sonra da âşık olduğu ve bir kısım ahdine vefasızlık eden insan hariç herkesi âşık ettiği Muhammet aleyhisselamı yaratmıştır. Kendisi de bir aşk aşığı olan Yunus Emre bir sehli mümteni örneği şiiriyle- bunu şöyle söyleyiverir:
Hak yarattı âlemi, aşkına Muhammed'in
Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed'in
Ol dedi oldu âlem, yazıldı levh ü kalem,
Okundu hatm-i kelam, şannına Muhammed'in
Hep erenler geldiler, dergâha yüz sürdüler
Zikr-ü tevhid ettiler, nuruna Muhammed'in
Veysel Karani kazandı, ahir yine özendi
Sekiz uçmak bezendi, aşkına Muhammed'in
Havada uçan kuşlar, yeşerüp dağ ü taşlar,
Yemiş verir ağaçlar, aşkına Muhammed'in
Aşkı âlemi yakan o muhterem Nebi'ye olan aşkını bir başka âşık da şöyle dile getirir:
Sevdim seni Mabuduma, canan diye sevdim
Bir ben değil âlem sana hayran diye sevdim
Kurbanın olam şahı resul, kovma kapından
Didarına müştak olan Yezdan diye sevdim
Mahşerde nebiler bile senden medet ister
Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim
Hz. Mevlana sevmiş onu; aşk ateşi yükselince cezbe sarmış her yanını. Kalkmış ayağa adeta vahyi anlatan bir sembolik tavırla dönmüş, dönmüş Onu gören herkes dönmüş. Dönemeyen dönmeyi istemiş. Kaldırmış ellerini semaya yalvarmış Yüce Allah'a:
Aşkınla yandır,
Sultanım Allah!
Şevkinle döndür,
Sultanım Allah!
Sensin ilâhım,
Püşt-ü penâhım,
Affet günahım,
Sultanım Allah!
Pervaneler, öleceklerini bile bile giderler ateşe, âşıklar da öyle. Âşık olanın aklı olmaz zira. Aşk ateşi sardı mı bir kere, insanı kör eder; kör ateşi nasıl görebilir ey ehli dil! Gerçi görse de geri duramaz ondan. Zira âşık, bilinciyle değil, yaratılışında içine yerleştirilen bir programla hareket eder. Kişi âşık olduğu zaman diğer bütün programlar devre dışı kalır vesselam.
Yanan, yakar. Hz. Mevlana yanmış o ateşte, yandığı günden beri de önce ahbabı yaranını, sonra etraftakileri yakmış. Vefatından sonra da bedenin bütün engellemeleri de bertaraf olduğu için olsa gerek mümin, kâfir, ehli kitap, ateşperest, Budist vs. ayrımı yapmadan hangi sebeple olursa olsun kendisine ulaşan herkesi yakmış, yakmaya da devam ediyor.
Bu kor yandıkça yakar, yaktıkça da harı artar; ta ki sahibini bütün kirlerden temizleyene kadar.
Ey aşk! Ne muhteşemsin ki hakkında konuşmayan bir tek kişi yok. Ey aşk, söyle bu sihirli gizemi de aşkı yaratana gitme yolundaki çağrılar senin ilhamınla yol alsın. Ey aşk! Söyle, söyle nedir bu çekim kuvveti? Kendine çekmediğin, kendinle meşgul etmediğin var mı acaba ilk insandan bugüne dünya üzerinde? Ey aşk! Aç kapılarını da girelim şu muhteşem kelimesini bile aciz bırakan engin dünyana!
Vaktiyle girenler olmuş bu kapıdan içeri. Girmişler, lakin yakmış onları o muazzam ateşiyle. Dönmemişler bir daha oradan. Bu itibarla oradan tatmin edici haberler yok. Allah sevmiş, aşkına âlemleri yaratmış; kul sevmiş, deryaya dalmış.